15 Temmuz’u ardımızda bıraktık.

Bugün 16 Temmuz.

15 Temmuz’u bu yıl yazmak gelmedi içimden.

Çünkü 15 Temmuz ruhundan eser kalmadı.

Biz siyasetin 15 Temmuz ruhu ekseninde ete kemiğe bürünmesini beklerken o tüh siyasetin kurbanı oldu.

16 Temmuzcular kazandılar.

Ve 16 Temmuzcular siyasette hem belirleyici aktör oldular hem de siyasete yön verdiler.

Sonuç ortada.

15 Temmuz gecesi yaşadıklarım benim için milat oluşturmuştu.

O gece siyaseti bırakmaya karar vermiştim.

Sonrasında gördüklerim ve yaşadıklarım bu ilk kararımın ne kadar isabetli olduğunu göstermişti bana.

15 Temmuz’u kendi üzerimden anlatmak istemem.

Kendini merkeze oturtarak kahramanlık taslayanların da 15 Temmuz ruhuna sahip olmadığına inananlardanım.

Yaşadıklarımızı anlatmamız tarihe not düşmek adına anlamlı ve gereklidir elbet.

Ama nefsimizi odağa alarak değil.

Böbürlenerek hiç değil.

15 Temmuz’da yapıp ettikleri için siyasi karşılık veya dünyevi makam arayışında olanlardan da oldum olası hiç hazzetmedim.

“15 Temmuz’da ölümüne meydanlardaydım, karşılığı bu mu olmalıydı?” diyenlerden de.

O gece meydanlarda olmayanların, hatta hangi deliğe saklandıklarını dahi bilmediğimiz korkak kaçkınların 16 Temmuz’dan itibaren tankların üzerine çıkıp poz vermelerinden de nefret ettim.

Demokrasi mitinglerinde kahraman edalarıyla konuşmalarından tiksindim.

Önde gelen insanlardı.

Tanınan bilinen siyasi aktörlerdiler.

Partinin tepe yöneticisiydi kimileri.

Kimileri de bakandı, milletvekiliydi ilahir…

Hemen hepsi de Reis bir yere gittiğinde yanında boy gösteren insanlardı.

Reis sayesinde hak etmedikleri o büyük makamlara getirilen kimselerdi.

Ama o gece yoktular.

Reis’in kendi muhterem eşiyle, evlatlarıyla ve torunlarıyla ölüm çemberinden geçtiği o gece yoktular.

Reis İstanbul Havaalanı’na indiğinde yoktular.

Reis’in üstünde ölüm kusan savaş uçakları uçarken yoktular.

Çoklarının telefonları kapalıydı.

Ve kim bilir hangi mahzene sığınmışlardı o korkak kavga kaçkınları.

Gün ışıdığında birer birer sığındıkları yerlerden çıktılar.

16 Temmuz’da onların üzerine güneş doğmuştu.

Koşup geldiler hiçbir şey olmamış gibi.

Tekrar Reis’in etrafına kümelendiler.

Çünkü o darbecilerin milletin yiğit evlatları tarafından yenildiklerini görmüşlerdi.

Onları gördükçe tiksindim.

O ikiyüzlülükleri.

O korkaklıkları…

Siyasette doğru sözü dosdoğru söylemek de, hele sözü eğip bükmeden konuşmak da pek kabul edilebilir bir şey değildir bilirim.

Çünkü köşe başlarını tutmuş olanlar o sözlerinizin doğrudan muhataplarıdırlar.

Ve günü geldiğinde onlar ipinizi çekerler.

Arkanızda Reis bile olsa yalan-dolanla ve türlü algı operasyonuyla sizi sahanın dışına sürerler.

Fakülte yıllarından tanıdığım, aynı koridorları yıllar yılı birlikte adımladığımız değerli kardeşim Erol Olçok’un ve sevgili oğlunun cenaze namazına gittiğimde o makam sahiplerinin sayıca ne kadar çoğaldıklarını gördüm.

Reis’in etrafı kuşatılmıştı.

O gece olmayan ve nerde oldukları da bilinmeyen herkes oradaydı.

Ve hepsi de Reis’in etrafında pervaneydi.

Bir o geceki yalnızlığı düşündüm bir de o anki tabloyu.

İşte o an aktif siyaseti bırakma kararı aldım.

TBMM’nin bahçesinde düzenlenen anma toplantısına ailemle ve torumla katıldığımda gördüm ki kripto unsurlar ve o gece derin suskunluğa bürünenler, hatta ve hatta darbe başarılı olsaydı belki başbakan ve bakan olabilecekler en ön safta protokolün en itibarlı yerlerinde oturuyorlardı.

“Onların olduğu yerde asla olmam, hele de en ön saflarda ağırlandığı yerde zinhar olmam!” deyip anma toplantısından ayrılıp evime gittim.

O kripto siyasi unsurlar baş tacı edildiler.

FETÖ ile mücadele sürecinde Reis’e meydan okuyanlar bugün de okuyorlar.

Dün dediklerinin aynısını farklı giysiler giydirerek demeye devam ediyorlar.

Taktik değiştirdiler sadece.

Reisçilik kisvesine bürünerek diyorlar diyeceklerini.

Reis’e herkesten çok ne kadar yakın olduklarını her seferinde suratımıza şamar gibi indirircesine diyorlar.

Partinin asıl sahiplerinin kendileri olduğunu hatırlatarak diyorlar.

Hâlâ Kızılcahamam kamplarında en önde oturtulduklarını görenler haliyle gördükleri bu itibar dolayısıyla tırsıyorlar.

Lafı uzatmayayım…

15 Temmuz’un ruhu 15 Temmuz gecesinde kaldı.

15 Temmuz ruhu siyasetimizin eksenine oturtulamadı.

Millete rağmen siyaset yapıldı ve milletin adamları birer birer küstürülerek saha dışına itildi.

16 Temmuzcular galip geldi.

Bugün FETÖ bitirilemediyse/bitirilemiyorsa bunun sebebini doğru yerde aramak lazım.

Çünkü FETÖ’nün siyasi ayağıyla hesaplaşılmadı.

Çünkü araya giren hayırlılar sayesinde affedilenler hâlâ siyasetin de bürokrasinin de devletin önemli katmanlarında da varlıklarını sürdürüyorlar.

Sadece kılık değiştirdiler.

Biz de inandık.

Ömrü hayatında Reis’e ve partisine oy vermediğini övünç vesilesi gibi anlatanlar, dahası ve en fenası 15 Temmuz ruhunun hasmı bî-ananı olanlar, her devrin en güçlülerinin safında bulunarak bize düşmanlıkta sınır tanımayanlar bile siyasetimizde başköşeye oturtuldular.

Ve onlar ne yazık ki partimizin ve Reis’imizin gücünü ömrünü davasına adayanlara ve bedenini Reis’i için ölüme yatıranlara karşı kullanmaktan kaçınmadılar.

Hâlâ o birileri kıymetli görülebiliyorsa bilmem ki ne demeli!

15 Temmuz’u analım, eyvallah.

Sadece anmakla yetinmeyelim.

"İsrail'in Gazze saldırıları 'Batı'nın kötücül doğasını' insanlara gösterdi" "İsrail'in Gazze saldırıları 'Batı'nın kötücül doğasını' insanlara gösterdi"

15 Temmuz’dan gerekli dersi çıkartalım.

15 Temmuz ruhunu siyasetimizin merkezine oturtalım.

O şanlı direnişin kahramanı olan milletimizle ve milletin adamlarıyla yol yürüyelim.

16 Temmuzcuların baş, milletin yiğit ve sadık evlatlarını da gövde olarak görmeye devam edersek korkarım ki 15 Temmuz ruhu bunun bedelini bize milletin eliyle fena halde ödetir.

Millete tepeden bakan kibir budalalarını, milletimizin değerlerini üstünde taşımayan kifayetsiz muhterisleri, siyaseti sadece güç elde etmek için yapan ve nerede bir güçlü varsa ona yanaşanları, 15 Temmuz’da olduğu gibi canını her şeyden aziz bilenleri bir kenara koyarak yola yeniden başlarsak işte o vakit hem 15 Temmuz’u ruhuna uygun biçimde anmış oluruz, hem de özümüze dönmüş oluruz, biline!

Mehmet Metiner, Yeni Şafak