Cemil Meriç şöyle der; “bir adamı tanımak için, düşüncelerini, acılarını, heyecanlarını bilmek lazım hiç değilse. Hayatın maddi olaylarıyla ancak kronoloji yapılabilir. Kronoloji aptalların tarihi…” Bize bir yazarın hayatını kronolojik olarak incelemek yerine, kitaplarını derin bir tecessüs ile okuyup, değerlendirmemizi öğütler. Çünkü kitaplar yazarların düşüncelerinin, acılarının ve heyecanlarının bir izdüşümü gibidir. Satırlar arasında kaybolup, o satırların izini sürerek yazarın gerçek kimliğine ulaşabiliriz ancak. İki kapak arasına sıkıştırılmış somut sayfalar yazarın zihnindeki soyut dünyanın bir anahtarıdır adeta.

Biz de bu kurgusal röportajımızda hemen her yapıtıyla edebiyat dünyasına damgasını vurmuş olan büyük yazar Stefan Zweig’i kitapları üzerinden tanımaya çalıştık. Zweig, ikinci dünya savaşının ürpertici rüzgârında yetişmiş, Avrupa’nın hızlı değişimine tanıklık etmiş, savaşlar ve devrimlerle çalkalanan bir dünyada pek çok eser bırakabilmiş önemli bir yazar. İşlediği konular, derin karakter incelemeleri, sade kurgularla yaptığı klâs finaller ve insana değer veren radikal hümanist düşünceleriyle nazarımızda büyük bir öneme sahip.

Bizim için son derece önemli olan bu büyük yazar ile kitapları üzerinden konuşmak istedik. Röportajı hazırlarken biz oldukça hoş vakit geçirdik. Umarız siz de okurken eğlenir ve size on yıllar ötesinden seslenen bu büyük yazarla hoş vakit geçirirsiniz.

Merhaba Sayın Zweig, nasılsınız?

Gerginim, huzursuzum, hoş olmayan bir his içimi kemiriyor, zira dünya üzerinde, sırf dostluk duygularıyla beni burada ziyaret edecek bir tanıdığım yok.

Sanırım bu cevapla bize de bir göndermede bulundunuz. Ama biz sizi sevdiğimiz için buradayız ve röportaj yapmak istiyoruz.

Hayır, hayır çocuğum, elbette sizin bir kabahatiniz yok. Artık her şeyde bir düşmanlık ve beni yaralamak isteyen inatçı bir kasıt görüyorum. İçinde yaşadığım dünyayı, binlerce gizli işkence aletiyle dolu ve ışığın girmesini engelleyen körleştirici aynaların gizlendiği büyük ve karanlık bir hapishane gibi algılıyorum.

Yani bozulan insan ilişkilerini ve bu durumun sizi üzdüğünü mü kast ediyorsunuz?

Son zamanlarda… Özellikle de en son zamanlarda… Evet…

Peki, madem insanlar diyerek başladık, yine insanlarla devam edelim. Nedir insanın görevi ya da sorumlulukları?

İnsan olmak ve çalışmak…

Bir çerçevesi, sınırı yok mudur bunun?

Sadece diğerine karşı görevi yoktur insanın, kendine karşı da vardır, devlete karşı da, bilime karşı da… Ama sorumluluğun da bir sınırı var… İnsanın artık daha fazlasını yapamadığı yer… İşte siz, yabancı bir insan, ben de yabancıyım ve sizden beni burada gördüğünüz konusunda suskun kalmanızı rica ediyorum… Tamam, siz de suskun kalıyorsunuz, bu görevi yerine getiriyorsunuz… Sizden benimle konuşmanızı rica ediyorum, çünkü kendi suskunluğumda boğulmak üzereyim… Beni dinlemeye hazırsınız… Tamam… Ama bu çok kolay ki… Peki ya sizden beni tutup bir geminin küpeştesinden denize atmanızı rica etsem… O zaman iyilikseverliğiniz, yardımseverliğiniz o noktada biter. Bir yerde biter işte…  Kişinin kendi yaşamıyla kendi sorumluluklarıyla karşı karşıya kaldığı yerde… Bir yerlerde bitmek zorunda…

Gerçekten çok açıklayıcı ve uzun bir cevap oldu.

Kusura bakmayın… Birden çok heyecanlandım… Bu cehennemi yalnızlık içinde sık sık başıma gelir bu, bunu size rahatlıkla itiraf edebilirim. İnsan yalnız olunca sanki konuşmayı unutuyor. Bir başladı mı da gerisi sel gibi geliyor.

Bizim için problem değil. Peki güven?

Güvenin şartı samimiyettir, kayıtsız şartsız samimiyet.

İlişkide çıkar, hesapçılık?

Katı esnaf ve tüccar hesapçılığı beni serseme çevirir. Buz gibi olurum.

Niçin?

Çıkarcının şeytaniliğinin içime sızdığını hissederim.

Yardımseverlik?

Daha önce hiç iyi bir insan ya da ona benzer bir şey oldum mu bilmiyorum, ama… Galiba her zaman yardımsever biriydim.

Daha önce hiç kimseyle büyük bir sorun yaşadınız mı ya da kendinizi nasıl hissettiniz?

İstemsizce arkasından gitmek istedim… Özür dilemek… Ona yalvarmak… Ama bütün gücüm tükenmişti.

Sonra?

Arkasını döndü, kapıyı çarpıp çıktı. Ben de olduğum yerde kıpırdamadan durdum. Adeta hipnotize olmuştum. Onun merdivenlerden indiğini duydum, sonra binanın kapısını kapattığını. Her şeyi duydum. Ve bütün iradem peşinden gitmeye zorluyordu beni. Ama yapamadım.

Özgürlük?

Özgür! Bugün kim özgürdür?

Kim?

Özgür olmak isteyen herkes…

Niçin?

Belki de şu sıralar dünyadaki çılgınlık akıldan daha güçlü olduğu içindir.

Peki, binlerce masum insanın ölümüne sebep olan savaşlar? Savaşlar hakkındaki düşünceniz nedir?

Hiçbir savaş adil değildir. Bir makineye karşı gelinemez. İnsana karşı koyulabilir. Fakat bu bir makine bir kasap makinesi, vicdanı ve aklı olmayan ruhsuz bir alet… Ona karşı koyulamaz.

Savaş vatanı korumak için yapılıyorsa?

İnsanın etrafını saran, beynini uyuşturan vatan, görev kahramanlık gibi sözcükler, kan kokan, sıcak, canlı insan kanı kokan boş laflardır.

“Vatan” boş bir kelime midir?

Genel manada. Benim için vatan, insanlıktır mesela. İnsanlıktan öte vatanım yok benim.

Peki, güçleriyle bizi alt etmek ve özgürlüğümüzü ele geçirmek isteyenlere karşı koymayacak mıyız?

Dünya onlara izin verdiği sürece güçlüler. Tek bir birey herhangi bir kavramdan daha güçlüdür, fakat kendisine inanmalı, iradesine sahip çıkmalıdır. İnsan olduğunu ve insan kalmak istediğini unutmamalıdır.

Pek tatmin edici bir cevap olmadı sanırım.

Dürüst ol! Vatan hayatın kadar önemli mi senin için? Soylu hükümdarlarına bile kalmayan taşrayı resim yaptığın bir sağ elin kadar seviyor musun? Düşüncelerimizle, kanımızla içimizde oluşturduğumuz görünmez adalet dışında başka bir adalet olduğuna inanıyor musun? Hayır, cevabını ben vereyim, hayır! Bu sebeple vatanın için savaşırsan kendini kandırmış olacaksın.

Geçmişin İzinde Hat Sergisi ziyaretçilerini bekliyor Geçmişin İzinde Hat Sergisi ziyaretçilerini bekliyor

Şimdi sizi daha iyi anlayabildiğimi söyleyebilirim.

Onların yaşayan hiç bir insan üzerinde hakları yok. Buna kendini inandırmalısın.

Yani savaş olması ve insanların savaşması için hiçbir nedenin olmadığını mı söylüyorsunuz?

Tüm bu savaşlar, insanlığın korkunç dediği şeyler, dünyadaki on insanın iradesinden ibaret ve o on insan bu düzeni yıkıp yok edebilir.

Bahsettiğiniz on kişi dünyaya yön verebilecek bu gücü nereden buluyor?

Bu gücü onlara siz veriyorsunuz. Siz korkak olduğunuz müddetçe onlar hep güçlü kalacak. Bir insan, yaşayan tek bir insan onlara karşı koyarak bu gücü yerle bir edebilir. Fakat sizler boyun eğdiğiniz müddetçe, onları can evinden vurmak yerine boyun eğdikçe, sizler birer kölesiniz ve bunu da hak ediyorsunuz demektir.

Anlıyorum.

Hissetmen lazım, sen özgürsün. Özgür olmalısın. Bir insana yaraşır biçimde özgür olmalısın, ölüme koşan bir asker olarak değil.

 Konuyu biraz değiştirip şöyle bir soru sormak istiyorum; kadere inanır mısınız?

Kaderi içinde barındıran boş, anlamsız saatler vardır. Bunlar hemencecik kaybolmak üzere gelen karanlık, kayıtsız bulutlar gibi yükselirler, ama gitmezler, inatla ve ısrarla orada dururlar. Ve kara bir duman gibi yükselir, dağılıp uzaklaşarak yayılırlar, sonra donuk, kasvetli bir grilikle hayatın üzerine kapanıp kalırlar, yaşadığınız ana kıskançlıkla ve kaçınılmaz biçimde yapışarak, bir gölge gibi durmadan tehditkâr yumruklar sallarlar.

Yani o kaderi içinde barındıran anlara karşı koyulamaz mı?

Elbette karşı koyabilirsin, mecbur kalırsan. Ama yine onlar tehditkâr yumruklar sallamaya devam ederler. Alt edemezsin.

Sizi de daha fazla meşgul edip, yormamak adına sohbetimizi burada sonlandırsak iyi olacak. Bize vakit ayırdığınız için çok teşekkür ederiz.

Ben teşekkür ederim evladım, bu hayırsever ziyaretiniz için.

İbrahim Türkan, Aylık Dergisi 175. Sayı Nisan 2019