Aylık Baran Dergisi'nin "" başlıklı soruşturmasında seküler hayat tarzıyla toplumun nereye sürüklendiğine dair kısa bir açıklama yapan siyasetçi yazar Muzaffer Doğan şunları söyledi:

Bizde sekülerleşme ve geldiği nokta: Sekülerizm (sekülarizm), Batı’da ortaya çıkmış ve zamanla Müslüman dünyaya ve diğer doğu toplumlarına da yayılmış bir anlayıştır.

Çağımız buhranı derinleştikçe her türlü illet bünyeyi sarıyor Çağımız buhranı derinleştikçe her türlü illet bünyeyi sarıyor

Dinî, uhrevî, ruhanî hayatı dışlayan, yok sayan; dünya hayatına odaklanan, zaman içinde hayatın her alanını kuşatan bir akımdır. Din merkezli hayat tarzına karşı bir tepki hareketidir. Hayatın her alanında, dini, dinin mukaddes değerlerini, emir ve yasaklarını tanımlayıcı, yok sayıcı, dışlayıcı bir anlayış olarak gelişmiş ve yerleşmiştir. Her alanda, dünya hayatının yalın gerçeklerini, pratik hayatın ihtiyaçlarını, hiçbir sınır tanımadan yaşamak arzusundan kaynaklanmıştır. Latincede, “çağ” anlamına gelen “saecuim” kelimesinden, İngiliz dili için türetilen “secularism” (sekülerizm), Türkçeye de, “laiklik, çağdaşlık, çağdaşlaşma, dünyevîleşme” olarak çevrilmiştir. “Fransız sekülerizmi” olarak da anılan “laiklik” kavramı, daha kapsamlı olan sekülerizm hareketinin bir parçasıdır. Türk eğitim tarihinde, “nasıl bir insan istiyoruz?” sorusu ve bir insanda bulunması öngörülen değerlerin, özelliklerin “hangi eğitim-öğretim muhtevası ile kazandırılacağı” konusunda, yoğun tartışmalar yaşanmıştır.

Bu tartışmaların odak noktasında, “dinî eğitim ve “laik eğitim” ikilemi ortaya çıkmıştır. Bu tartışmalarda, sistemli olarak, daima sekülerizm(dünyevîleşme) öne çıkarılmıştır. Cumhuriyetin ilânı ile, bu tartışmalar netleşmiş; dinî değerler rafa kaldırılmış, “Tevhid-i Tedrisât” (eğitim birliği) kanunlaş(tırıl)mıştır. Bu yeni anlayışla, İslâmî eğitim kurumları (mektep-medrese-tekke-dergâh) kapatılmış/yasaklanmıştır.

Sekülerizm, bizim gibi, yüzyıllarca ilâhî ölçülerle, İslâmî değerlerle yaşamış ve yoğrulmuş bir toplumda, büyük bir travmaya, kırılmaya, sapmaya, yozlaşmaya, kargaşaya yol açmıştır.

Yeni nesiller, ahiretten, ruhanî hayattan, ahlâkî sorumluluklardan uzak; tamamen dünya hayatına odaklı, hiçbir ölçü, hiçbir sınır tanımadan, dünyevî, bedenî, behimî, şehevî hazların tatmini yönünde bir yol tutmuştur.

Laiklik veya sekülerleşme, insanı, bedeni ile değerlendiren, ruhî hayatını ve bu hayatın ihtiyaçlarını yok sayan; zamanla, insanı körelten, dumura uğratan, din dışı(profan) bir varlık durumuna dönüştürmüştür. Laikleşme veya sekülerleşme, gitgide insanı, hayvanî duygularının esiri olma durumuna düşürmüş ve bütün insanî değerler terkedilmiş; insan, hayvanlaşma, hatta İslâmî anlayışa göre, “hayvandan daha aşağı” bir yere düşürülme/düşme tehlikesiyle karşı karşıya getirilmiştir. Bizdeki bu gelişmeler, Tanzimat’la başladı, Meşrutiyet’le gelişti, Cumhuriyet’le de hayatın her alanına sirâyet etti.

Üstad Necip Fazıl Kısakürek, bu dönemleri, “üç katil çığır” diye isimlendiriyor “İdeolocya Örgüsü” isimli meşhur eserinde. Yüz yıllık sekülerleşme, Batılılaşma maceramız; cemiyetimizi, insanımızı, tarihine, mazisine, mukaddeslerine ve kendisine yabancılaştırdı. Beklenen; silkiniş, öze dönüş, hayatın mânâsını, yaratılış sebebini kavrayış ve diriliştir.

Aylık Baran Dergisi 18. Sayı, Ağustos 2023