Esselâmü Aleyküm.

Sizi bu kadar geç aradığım için kusura bakmayın, daha erken arayamadım.

(Av. Güven Yılmaz, mesele teşkil etmediğini söylüyor Carlos’a.)

Herşey nasıl orada?

(Av. Yılmaz, herşeyin iyi olduğunu, herhangi bir problem olmadığını söylüyor.)

Yeni bir haber var mı?

(Av. Yılmaz, yeni bir haber olmadığını, Kumandan Mirzabeyoğlu’nu “dün” ziyaret ettiğini, O’nun da iyi olduğunu, devrimci selâmlarını ve Carlos için dualarını gönderdiğini söylüyor.)

Allah yardımcısı olsun.

Bu arada, Erdoğan o CIA ajanı olan “hoca”yla olan çatışma çerçevesinde gerekli tedbirleri almalıdır bence. Tüm o iyi Türkleri, iyi müslümanları, iyi Nakşibendîleri, en başta da Kumandan Mirzabeyoğlu’nu hapisten çıkartmalıdır. Böylece onlar da, hür bir Türkiye için oluşturulacak millî harekete destek vermek üzere, bu mücadeleye katılabilecektir. 

Aynı zamanda, şimdi hapiste olan Kemalistleri, dürüst Kemalistleri de serbest bırakmalıdır Erdoğan. Bunların vatansever, yabancıların ajanı olmayanları da serbest bırakılmalıdır. Bu şekilde, dindar olsun olmasın herkes, bir diğerinin ideolojisine saygı göstererek ortak bir proje çerçevesinde bir araya gelmeli, gerçek bir Türk devleti kurulmasına destek vermelidir.

(Av. Yılmaz, eski genelkurmay başkanı İlker Başbuğ’un “dün” cezaevinden tahliye edildiğini söylüyor.)

İlginç. Kötü bir işarete benzemiyor.

Diğer yandan, Kırım’la ve Kırım’daki Tatarlarla ilgili birşeyi farkettim. Erdoğan, sanıyorum pragmatik bir tutum sergiliyor. Türkiye hükümeti, yâni Erdoğan, tüm diğer NATO ülkeleri gibi saldırgan bir tavır takınmıyor.

Tatarlar, tarihî bir adaletsizliğin acısını çekmişlerdir. Böyle mi değil mi diye tartışmaya gerek yok, çünkü tarihî hakikatlerdir bunlar. Rusların Kırım’ı ele geçirdiği günden bu yana acı çekmiş ve sayıca azaltılmışlardır. II. Dünya Savaşı’ndan sonra ise, topluca Sibirya’ya veya Sovyetler Birliği’nin doğusuna, Kazakistan’a ve diğer yerlere sürülmüşlerdir. Niçin olmuştur bu? Savaşta Almanlarla, Nazilerle ittifak yapmışlardır çünkü. Naziler savaşta yenildi, Tatarlar da yaptıkları ittifağın bedelini ödedi. Üzücü ancak hâdise böyle.

O dönem Nazilerle ittifak kuran Tatarlar, ideolojik olarak da Nazi miydi gerçekten? Hayır, normal, kendi hâlinde müslüman ailelerdi bunlar, iyi müslümanlardı. Halkın kendisi de Nazi müttefiği değildi zaten. Ne var ki liderleri, o dindar liderler, Kırım’ın o hocaları, her zaman yanlış tarafı seçen o liderler, Nazileri seçmişti o gün. Sözkonusu dönemde Nazileri seçenler, bugün de yanlış tarafı, yâni Amerikalıları seçiyorlar. Bu bir “zihniyet”; anlıyorsunuz, değil mi? Bu yüzden, sun’i çatışmalar çıkartıyorlar her zaman.

Ukraynalı katolik hıristiyanlar, müslümanları sevmezler. Bu yeni birşey de değil üstelik. Fakat Kırım’daki kimi liderler, hepsi değil de Batı taraftarı olan ve daima yanlış tarafta yer alan bazıları, kendi tarihî düşmanlarıyla ittifak yapmak istiyorlar bugün.

Unutmayınız ki, Sovyet döneminden bugüne, özerk bir Tataristan Cumhuriyeti mevcuttur Rusya’da. Tatardır bu insanlar. Kendi devlet başkanları vardır. Bu bakımdan, Rusya’yla ve Rusya içinde gayet güzel yaşayabilir Tatarlar. 

Hem zaten Kırım’daki Tatar nüfusun bugünkü yüzdesi de, orada iktidara gelmelerine yetecek seviyede değildir, çok azdır nüfusları. Bu durumdayken, kalkıp da Ukrayna’nın batısındaki müslüman karşıtı katolik Ukraynalılarla mı ittifak yapacaklar? “Absürd”tür bu, aptalcadır. Oysa doğudaki veya batıdaki -çoğu Rus olan- ortodokslarla birlikte yaşayabilir, başka her vatandaşın sahib olduğu haklara onlar da sahib olabilirler. Pragmatik olsunlar bence.

Evet, Erdoğan’ın bu te Ruslara karşı aldığı pozisyon saldırganca değil ve bu da çok akıllıca. 

Daha önce de birçok kez dile getirdiğim gibi, bugün Türkiye Cumhuriyeti’nin mevcudiyeti, çokça eleştirilen ama tarihte bu bakımdan olumlu rol oynayan iki büyük adam sayesindedir; tarihî bir gerçektir bu: Kemal Atatürk ve Stalin!

Şayet Kemal Atatürk olmasaydı, Türkiye Cumhuriyeti de var olmaz ve on farklı ülkeye bölünmüş olurdu bugün. Türklerse, sayıları azaltılarak Anadolu’nun içlerindeki küçük bir toprağa sıkıştırılmış küçük bir grub olurdu. 

Mustafa Kemal Atatürk, işte buna karşı savaştı ve sonunda kazandı. Tüm Batılı güçler tarafından imzalanmış uluslararası anlaşmalara karşı çıktı ve bundan galibiyetle çıkmayı başardı. Bunu teslim etmek zorundayız. Gerçekler böyle; ki bu da onun hanesine yazılması gereken bir şeref. Hayat tarzı, başka bir mesele. Ancak tarihî bakış açısından önemli olan, onun geride ne bıraktığıdır. İşte geriye, belki daha küçük yüzölçümü olan ama büyük bağımsız bir cumhuriyet bırakmıştır.

Stalin’e gelince... Şayet Stalin savaşa girseydi, Türkler kesinlikle yenilirdi. Her cebhede savaşın devam ettiği, bir yandan Fransızların bir yandan da –İngilizler adına aristokrat Alman aileler tarafından yönetilip yönlendirilen ve Türklerle savaşmak gibi aptalca bir işe sevkedilen- Yunanlıların saldırdığı o dönemde, Stalin’e karşı koyamazlardı. 

(Carlos, Yunanlıların Batı kültür ve medeniyetinin atası olduğunu, ancak pek telaffuz edilmese dahi fetihten sonra Türklerle Yunanlıların zaten DNA olarak bile birbirine karıştığını ve neredeyse aynı insanlar olduklarını, Venezüellalı  general ve subayların da I. Dünya Savaşı’nda Türk tarafında savaştıklarını, çünkü Latin Amerikalıların düşmanının Türkler olmadığını, tam tersine kendilerini sömüren diğer Batılılar olduğunu söylüyor.)

Tekrar Kırım meselesine dönersek; Tataristan devlet başkanı bir çözüm arayışı çerçevesinde Kırım’a geliyor şimdi. İşte böyle çözülmeli bu meseleler. Kendi çıkarlarını savunmalıdırlar. Yoksa mahvedilirler. Fakir Tatar halkı da, pozisyonlarını güçlendirmek şöyle dursun, sahib oldukları zaten az şeyleri bile kaybederler. Eğer Tatarlar Rus vatandaşı olurlarsa ve o tarafı seçerlerse, kaybettikleri toprakları ve mülkleri taleb etme hakları da olur. Onca yıldan sonra belki herşeyi elde edemezler ama günden güne daha fazla imkâna sahib olurlar. En azından, eşit haklara sahib birer vatandaş olacaklardır. Objektif bir gerçektir bu. 

Kaldı ki, yeni birşey de icad etmiyorum ben. Tataristan’daki hayat standardı, Rusya’dan bile daha yüksektir meselâ. Onlar için kötü birşey değil yâni tüm bu söylediklerim.

(Carlos, bundan sonra, kısaca Venezüella’daki “karmaşık” durumdan bahsediyor, bu konuda BARAN için daha önce söylediklerini özetliyor, otoritesizliğin devam ettiğini, orada alt ve üst sınıflar arasında bir çatışmanın sürdüğünü, bürokrasinin çürüdüğünü, bu arada Venezüella’nın Panama’yla ilişkilerini kopardığını ve bu hâdisenin arkasında tam olarak nelerin bulunduğunu bilmediğini ama bunun arkasında mutlaka ciddi bir sebeb bulunması gerektiğini söylüyor.)

İnşallah Kırım Tatarları Türkiye Cumhuriyeti’ne, Rusya Cumhuriyeti’ne ve Özerk Tataristan Cumhuriyeti’ne daha yakın olurlar bundan böyle. O İslâm düşmanı Ukraynalı katolik fanatiklerle birleşmemeliyiz çünkü.

(Carlos, Ukrayna’nın ortadan kalkacak “sun’i” bir devlet olduğunu, Ukrayna halkı ve millî hakları bakımından değil ama “devlet” olarak böyle olduğunu ve her parçasının şimdi mevcut –Polonya, Macaristan, Romanya, Rusya gibi- bir başka devlete ait olduğunu söylüyor, bu bölgeleri tek tek sayıyor, Ukrayna dili ve Rusça’nın zaten aynı dilin farklı birer lehçesi olduğunu ve birbirlerini oldukça rahat anladıklarını, kan bakımından da akraba olduklarını söylüyor.)

Neyse; Türkiye’deki mahpuslara hürriyet ve Türkiye’ye bir “devrim” diliyorum. Devrim derken, dış politikada köklü değişiklikleri ve Türkiye’deki mevcut hükümetin daha da iyileşmesini kastediyorum.

Allahü Ekber.


     Baran Dergisi 374. Sayı

8 Mart 2014