Son yıllarda Siyaset üzerinde, çok ciddi bir yoğunlaşma olduğunu görüyoruz. Aslında bugünkü yönelişe, siyaset yerine, “partileşme” demek daha doğru olur. Parti, maalesef; günümüzde bir fikir ve dava halini almış durumda.
Batılı Siyasetin Bizdeki Hali
Batı dünyası, Rönesans’tan sonra, din ve değerler sistemini, hayatın sınırlı bir parçası ve ferdi bir olayı haline getirdi ve sosyal hayattan uzaklaştırdı. Aslında din ve ahlak, insanın en temel değerleri iken, Kilise’nin yanlış ve istismarcı tutumu sebebiyle, böyle bir aşırı noktaya ulaştı.
Siyaset, diğer iktisat ve hukuk gibi önemli hayat alanları gibi değerlerin dışında geliştiğinde, eski sınıf tabakaları gibi, belli grupların ideolojisi haline geldi. Zaten batı’da ideolojiler, bir manada toplumların kültürleri ve dinleri gibi bir rol oynamaktaydılar. Her siyasi hareketin partisi, kendi toplumsal tabanının temsilcisi olarak; emokrat, Muhafazakar ve İşçi partisi olarak birbirinden ayrıldı.
Said Halim Paşa, Osmanlı’da yenilikçilerin Batı’da gelişmeleri sürdürmek için Anayasa ve Siyasi Partiler konusuna bakarak, Parlemento sisteminin Türkiye’ye getirilerek, aslında birbirinden ayrı olmayan kitleleri, birbirlerinden ayıran ve kavgalı hale getiren bir sistemi oluşturduklarını söyler.
Türkiye’de yönetim, batılı bir model olarak siyasi partilerin eliyle geliştiği için, her görüş kendi felsefesini ve programını yürütmek için siyasi parti kurma yoluna girme mecburiyetindeydi. Fakat, gözlerden uzak tutulan konu, siyasi partilerin; ahlak, samimiyet ve değerler gibi konuları, batıcı bir model üzerine kurabilmeleri mümkün olamıyordu. Bu durum da, Müslüman Türk Milleti gibi, diğer Müslüman toplumlarda da siyasetin, ahlak ve kültürel anlayışlarla yürüyememesine sebep oluyordu.
Bir yaşama hakikati ve düzeni olarak Kültür
Toplumlar, kendi hakikatlerini; değerler sistemi ile ortaya koyar ve varlık sebebi olarak, bu kültürel dünyayı gerçekleştirmeye çalışırlar. Fakat, Batıcı siyaset anlayışı, her türlü mücadeleyi mubah gören, ahlak kurallarını hiçe sayan ve hedefe ulaşmak için her vasıtayı kullanmayı alışkanlık haline getiren bir siyasi anlayışı hakim kılmaktadır.
Bu yüzden, Müslüman toplumlardaki her siyasi hareket, çeşitli menfaat ve hedeflerin elde edilmesi hırsı ile, ahlak ve fikir değerlerinin terkedilmesine sebep olmuştur. Ayrıca, siyasi sistemde, toplumun değer ve fikrine yönelik bir değişim yapılmasına da, müsaade edilmemiş, batılı anlayışlar siyasi sisteme otomatikman yerleşmiştir.
Bu durum, özellikle Müslüman kitlede, ciddi bir yozlaşma ve sapma meydana getirerek, hakikatin aranması yerine, siyasi partinin kutsallaştırılması noktasına gelinmiştir. Burada, gaye yerine; vasıtanın öne geçirilmesi tercih edilerek, asıl hedeften sapma durumuna düşülmüştür.
Parti ve onun lideri, öyle bir seviyeye gelmektedir ki, zaman içerisinde; söylediği her söz, yaptığı her hareket, doğru olmakta ve sebep ve neticeleri hesabedilmeden savunulmaktadır. Böyle bir durumda da, neyin doğru, neyin yanlış olduğu ortaya çıkmayıp, körü körüne bir destek sunulmaktadır. Bu durum, aynı kültür ve inanç içinde olan insanlar arasında da, farklı siyasi anlayışları benimserken, ciddi bir çatışma ve yok sayma tavrına yol açmaktadır.
Çünkü bir hedef, hiçbir zaman vasıtaya alet edilemez. Ancak vasıtalar, hedeflere ulaşmak için kullanılan vasıtalardır. Hakikat, bir hedef ise; onu elde etmek için takip edilecek her yol, metottur. Siyasi parti de, bu vasıtalardan biridir.
Fakat, şu husus unutulmamalıdır ki, metotlar; hedef ve gayelerin ruhuna ve mantığına uymak durumundadır. Yani, inanç, ahlak ve kültür değerleri; bizim için hakikat değeri ise, siyasi partilerin de kural ve davranışları, bu hakikat değerlerine uymak zorundadırlar.
Ama, ne acıdır ki; insanımız, hakikat değerlerine sahip olduğunu söylerken; bu değerlere uymayan lider davranışlarını ve parti politikalarını da, benimseyerek, aslında hakikat değerlerine ters düşmektedirler. Umarım, bu hatalardan dönülür.
Prof. Dr. Sami Şener, Mirat Haber