Çankırı Belediye Başkanı’nın şapka inkılabını yere göğe koyamadığı konuşmasında üniformalı polis ve zabıta memurlarından başka bizzat başkan dahil şapkalı kimsenin bulunmaması başlı başına bir garabetti. Aklıma hemen ilk Kemalist olmayan CHP lideri (öyleydi hakikaten) Bülent Ecevit’in 12 Kasım 1969 tarihinde CHP’nin resmi sesi Ulus gazetesine yazdığı o çarpıcı 3 cümle geldi. Şöyle diyordu:

“Kastamonu’da şapka devriminin yıldönümünde uzun uzadıya şapka devrimini anlatıyorum ama halk ilgisiz. İdrak ettim ki koca meydanda beni dinleyen bir tek şapkalı insan yok. Hepsi kasketliydi.”

1950’lerden sonra önemini kaybeden ama kâğıt üstünde kalmaya devam eden Şapka İktisasına Dair Kanun hâlâ yürürlüktedir ama Avrupa Birliği müzakereleri sırasında (2014) bizatihi Avrupalıların “Hat Revolution”ın ne menem bir şey olduğunu ağızları açık dinlemeleri üzerine sadece yaptırımı, yani cezası kalkmıştır. Üniformalı memurlar dışında kimsenin şapka giymediği ama bayramını kutladığı bir ülkede yaşıyoruz vesselam.

Esasen ortada “devrim” veya “inkılap” adını hak edecek bir enteresanlık yoktu eski başlıkları devirmek dışında. Yapılan şey açıkça bir transferdi: Şapka transferi. 

Sadede gelirsek TCK 222 nolu kanun 25 Kasım 1925’te şu şekilde çıkmıştı:

“TBMM azaları ile idare-i umumiye ve hususiye ve mahalliyeye ve bilumum müessesâta mensup memurîn ve müstahdemîn Türk milletinin iktisâ etmiş olduğu şapkayı giymek mecburiyetindedir. Türkiye halkının da umumi serpuşu şapka olup buna münâfi bir itiyadın devamını hükümet meneder.”

Bugünkü Türkçeyle şöyle özetleyelim: 

TBMM üyeleri ile memurlar ve özel veya kamusal bütün hizmet verenler ile bütün olarak Türk halkı şapka giymek zorundadır. Giymeyenleri hükümet engeller.

Kanunun çıkması ve yasakların başlaması üzerine 1925 sonlarından 1926 ortalarına kadar ne gibi olaylar yaşandığını devrin gazetelerinden teker teker çıkarıp birazdan önünüze koyacağız. Aşağıdaki notları rahmetli Yavuz Bahadıroğlu’nun tabiriyle bir tür “kayıtdışı tarih”i kayda geçirme çabası olarak okumanızı rica edeceğim. Ancak Kemalist Falih Rıfkı Atay’ın 20. Asır dergisinde çıkan şu cümlelerini kaydetmeden geçmeyelim:

Eski dünyanın yankısı Eski dünyanın yankısı

“Halbuki yalnız kafamızın içinde garplileşebiliriz. Şapka, bizi Tanzimat’ın setre pantolonundan daha fazla Batıya yaklaştırmaz.” (4 Şubat 1954)

Kafamızın içini değil de dışını değiştirmek için idam dahil her türlü cezaya başvuranların silahşoru Falih Rıfkı’dan çeyrek asır sonra gelen bu şaşırtıcı ifade, kafanın dışıyla uğraşırken içini nasıl boş bıraktıklarının da hazin bir itirafıdır.
ÖNE ÇIKAN VİDEO

Analizi başka zamana bırakmak şartıyla Şapka Kanunu çıktıktan bazı Anadolu şehirlerindeki itirazları ve itiraz edenlerin uğradıkları akıbeti günbegün görmeye çalışalım:

Şapkaya itiraz edenlerin akıbeti

10 Ekim 1925: Gazi Mustafa Kemal’in Balıkesir’i ziyaret ettiği gün şehirde bulunan Balıkesir mebuslarından Vehbi (Bolak) ve Haydar Adil beyler (Mehmet Ali Haydar Müstecaplıoğlu) ile Bursa mebuslarından Sakallı Nureddin Paşa ile Osman Nuri (Özpay) Bey şapka giymemek için şehri terketmişlerdir. (Cumhuriyet). 

14 Kasım 1925: Sivas’ta hükümete hakaret eden beyannameler duvarlara yapıştırıldı.

22 Kasım 1925: Kayseri’de Mekkeli Ahmed Hamdi halkı ayaklandırmak istedi.   

25 Kasım 1925: Herkesi şapka giymeye mecbur eden kanun Mecliste kabul edildi. Erzurum’da halk çarşıyı kapatıp Vali’nin evinin önünde “Biz gâvur memur istemiyoruz” diye bağırarak şapkayı protesto etti. Şehirde derhal sıkıyönetim ilan edildi. 

26 Kasım 1925: Erzurum’da şapka aleyhine gösteri yapan 80 kişi tutuklandı. Aynı gün Sultan Abdülhamid’in Yıldız Sarayı kumarhane yapıldı.

29 Kasım 1925: Maraş’taki hükümet binası önünde toplanan bir kısım halk “Şapka istemeyiz” diye bağırdı. 

30 Kasım 1925: Erzurum’daki şapka protestocularından 6’sı idam edildi. (Hapis cezaları da verildi.) Sivas’ta 1 idam var.

1 Aralık 1925: Bursa mebusu Sakallı Nureddin Paşa Mecliste şapka kanunu aleyhine bir önerge verdi. Kanunun Anayasaya ve insan haklarına aykırı olduğunu ileri sürdü. Kanuna itiraz eden tek vekil Paşa’ydı. Cumhuriyet başta olmak üzere devrin gazeteleri Kutul Amare kahramanı olan Nureddin Paşa’nın Mecliste ne işi olduğunu sorarak hücum başlattı.

2 Aralık 1925: Eski Maraş mebuslarından Hasib Efendi son irtica vakaları ile ilişiği görülerek tutuklandı. 

2 Aralık 1925: Giresun’da ayaklanma çıktı.

7 Aralık 1925: Erzurum’da vuku bulan son irtica hareketinde rolü olan 4 kişi Divan-ı Harb tarafından idama mahkûm edildi.

10 Aralık 1925: Maraş mebusu Tahsin Bey Ankara’da tutuklandı. 

11 Aralık 1925: Rize’ye giden İstiklal Mahkemesi 83 kişiyi tutukladı.

12 Aralık 1925: Maraş mürtecilerine dahil 27 kişilik bir grup Ankara’ya gönderildi.

15 Aralık 1925: Rize’deki yargılamalarda 8 kişiye idam, 20 kişiye 10’ar yıl ağır hapis cezası verildi.

18 Aralık 1925: Aralarında Hasib Efendi’nin de bulunduğu 16 kişilik bir mürteci kafilesi İstiklal Mahkemesinde yargılanmak üzere Maraş’tan Ankara’ya gönderildi.

29 Aralık 1925: Rize’deki isyan hareketi tamamen bastırıldı. İsyan bölgesindeki halk elindeki bütün silahları teslim etti. 

18 Ocak 1926: Maraş’ta 5 idam ve hapis cezaları.

31 Ocak 1926: Ankara İstiklal Mahkemesi Erzurum mürtecilerini yargılamaya başladı. 

3 Şubat 1926: Şapka Kanununa muhalefet eden 40 mürteci Ankara İstiklal Mahkemesi tarafından mahkûm edildi. Bunlar arasında bulunan İskilipli Atıf ve Ali Rıza hocalar idama mahkûm edildi.

4 Şubat 1926: İskilipli Atıf ve Ali Rıza hocaların idam cezası Ulucanlar Cezaevi’nde infaz edildi.

Biz milleti böyle görmek istiyoruz!

İdam veya hapis cezası alanların suçları görünüşte şapkaya itiraz etmekti ve altı üstü bir başlığa itiraz etmenin en ağır suç sayıldığı dönemlerdi. 

Bizzat Mason üstadı olup Cumhuriyet devrinde uzun süre İçişleri Bakanlığı yapmış olan Şükrü Kaya şapka kanunu çıkarken Meclisteki konuşmasında niyetlerini ayan etmişti zaten:

“Millet, bağımsızlığını 6.-7. yüzyılların (Asr-ı Saadet’i kastediyor-MA) köhne fikirlerine bağlayamaz. Biz vicdanlarda milliyet aşkını uyandırmak istiyoruz. Milli kıyafet ancak müzelerde bulunur. (…) Biz Türk milletini böyle görmek istiyoruz.”

Benedict Anderson’ın tabiriyle Türkiye’nin ‘hayalî cemaati’ (imagined community) bu kafanın eseri olduğu için bir türlü ayakları üzerinde duramadı.

Mustafa Armağan, Yeni Akit