Bundan bir ay önce TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu'na yakınları tarafından bırakılan hayli hacimli dava dosyasını okumaya başladıkça, her aşamada hukuk ihlalleriyle karşılaşacağımı doğrusu tahmin etmiyor değildim.

Nitekim beklediğim gibi oldu.

Yakalanma sürecinden başlayarak yargılama süreçlerinin sonuna kadar tam bir hukuk faciasıyla karşılaştım.

Savcılık iddianamesini okuduğumda şoke olmuştum; sadece iddialar var, hukukun esas alacağı somut belge ve delilden eser yok. Ortada bir örgüt (İBDA-C) var. O örgütün lideri olarak gösterilen Salih İzzet Erdiş (Mirzabeyoğlu) var, kimi örgüt mensuplarının eylemleri var. O eylemler de kurulu düzeni sarsacak ve yıkacak boyutlarda hiç değil. Mirzabeyoğlu'nun bu eylemler için talimat verdiğini gösterir bir tek objektif delil yok. Sadece istihbarat örgütlerinden geldiği belirtilen notlar var. O notlarda Mirzabeyoğlu'nun örgütün lideri/kumandanı olduğu belirtiliyor.

Mahkeme kararını okuyorum. Üzülmemek elde değil. İdam cezası kaldırıldığı için bir insana verilebilecek en ağır ceza veriliyor. Yargıtay'ın ilgili dairesi bu kararı aynen onaylıyor. Yargıya duyduğum güvenin çatırdadığını hissediyorum. Elbette bir hukukçu değilim ama mevcut dosya üzerinden Mirzabeyoğlu'na nasıl ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasının verilebildiğini aklım bir türlü almıyor.

Buradan ünlü hukukçularımıza sesleniyorum: Lütfen bu dosyayı alıp okuyunuz. Orada istihbarat notu dışında Mirzabeyoğlu'nun ölümden bin beter bir cezaya çarptırılmasını haklı kılacak somut bir delil veya belge bulabilecek misiniz?

Okurken vicdanım kanadı.

Mirzabeyoğlu eşiyle beraber çocuğunu okuldan almaya gitmişken yakalanıyor. Bu nasıl bir terör örgütü (!) lideridir ki normal bir aile hayatı sürüyor? Eşini yanına alıp okula gidiyor ve orada derdest ediliyor. Sonrasında Kafka'nın Dava'sını aratmayacak yargılama süreçleri ve o gün bugündür tek kişilik hücrede devam eden bir yaşam öyküsü. Mezalim demek en doğrusu.

Mirzabeyoğlu'nun ardında bıraktığı çocuklar büyümüşler. Eşinin gözyaşları hâlâ devam ediyor. Kendisini seven dostlarının yürek sızısı ise günden güne artıyor.

Yanlış anlaşılsın istemem, İBDA-C örgütü adına işlenen eylemleri hiç bir şekilde tasvip etmiyorum. O eylemler birer terör suçu. Ama gördüğüm kadarıyla o eylemler için verilen cezalar da pek orantılı değil.

Benim derdim; çok iyi bir mütefekkir, filozof ve şair olan Mirzabeyoğlu'yla ilgili. İBDA fikriyatının kurucusu olarak bilinen Mirzabeyoğlu'nun ortada hiçbir somut delil olmadan örgüt yöneticisi sıfatıyla sanki bu eylemlerin talimatını vermiş gibi değerlendirilerek cezalandırılmış olması tam bir hukuk faciası. Sahiden hukuktan ve adaletten yana olan hiç kimsenin bunu içine sindirebileceğini zannetmiyorum.

Belli ki 28 Şubat sürecinde malum yargı sistemimiz Mirzabeyoğlu olayında da hukukun canına ot tıkamış. Hukuku ideolojiye kurban etmiş. Dönemin malum güç odakları kimlerin ne şekilde cezalandırılmasını istemişlerse militan yargı sisteminin unsurları da o şekilde kararlar vermişler. Bunun başka bir izahı olamaz.

Evet, büyük bir hukuk gaspıyla karşı karşıya bulunuyoruz.

28 Şubat sürecinde bunlar yapılabilmişse 12 Eylül askeri darbesinden sonra nelerin mahkemeler marifetiyle yapılmış olabileceğine varın siz karar veriniz.

O yüzden bu darbeler süreciyle topyekûn hesaplaşmak gerekiyor.

Bu hukuksuzlukların defterini dürmek gerekiyor.

Toplumun vicdanı başka türlüsünü kabul etmez.

Adalet anlayışının tesisi için bu tür yargısal işlemlerin yeniden görülmesi acil bir gerekliliktir.

Bir yanda içerde cezaevi koşullarında, tek kişilik hücrelerde nahak yere yatan/yatırılan insanlar, öbür yanda onların yürekleri paramparça aileleri ve yakınları.... Babalarını görmeden büyüyen evlatlar... Fiilen dul kalmış kadınlar... Gözü yaşlı anneler ve babalar...

Hangi vicdan kabul eder bunu?

* * *

Türkiye vakit geçirilmeden bu ayıptan kurtarılmalıdır.

TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu'nun bir üyesi olarak bu konuyu bir kaç kez Komisyondaki arkadaşlarımın dikkatine sundum.

Başta Komisyon Başkanımız Ayhan Sefer Üstün olmak üzere Komisyon üyesi arkadaşlarımız bu tür hukuksal facialar karşısında ziyadesiyle duyarlı davrandılar.

Darbeleri Araştırma Komisyonu Başkanımız da darbe dönemlerine ait bu tür yargısal işlemlerin masaya yatırılması konusunda nasıl bir duyarlılığa sahip olduklarını apaçık beyan ettiler.

Darbeler dönemi kapansın isteniyorsa, bu davalar yeniden görülmelidir.

İçerideki mezalim de, dışarıda ki dram da sona erdirilmelidir.

Darbeleri Araştırma Komisyonu Başkanı Nimet Baş'ın bir televizyon kanalında, Adalet Bakanlığından darbe dönemlerine ait Mirzabeyoğlu vb. davaların yeniden açılması, yani iade-i muhakeme talebinin isteneceği şeklindeki beyanları demokrasi ve hukuk tarihimiz açısından bir dönüm noktasını oluşturacaktır.

İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu'nun da eminim ki bu yönde bir talebi olacaktır.

Meclisin açılmasıyla beraber her iki Komisyonumuzun Adalet Bakanlığı'na sunacağı bu yöndeki öneriler haksız ve adaletsiz bir dönemi sonlandıracak yeni yasal düzenlemeleri de inşaallah beraberinde getirecektir.

Darbeler dönemi her boyutuyla sonlandırılmalıdır.

Aksi takdirde darbe dönemlerinin sona erdiği iddiası inandırıcı olmaz.

* * *

2 Temmuz 2012 tarihinde İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Başkanımız ile ben Mirzabeyoğlu'nu yattığı Bolu F Tipi Yüksek Güvenlikli Cezaevinde ziyarete gittik.

Kendisini yattığı tek kişilik hücrede ziyaret ettik. Bizzat ben hücresine girerek gözlemlerde bulundum. Allah kimseyi düşürmesin. Adalet Bakanımızdan bu vesileyle bir ricada bulunacağım: Lütfen tek kişilik hücrede kalan mahkumların avlu kapıları sürekli açık tutulsun. Bu kadar özgürlüğü çok görmemek lazım.

Mirzabeyoğlu ile cezaevi yönetiminin sağladığı ferah bir odada saatlerce konuştuk. Gözyaşlarımızı içimize akıtarak dinledik kendisini. Ömründen çalınan yıllara yazık. Çalınacak yılları engellemek bizim elimizde. Başbakanımızın bu konudaki hassasiyeti biliniyor. Adalet Bakanımızın da... İnşaallah adalet tecelli eder.

 Yenişafak
24.07.2012