Aksa Tufanı'nın üzerinden tam bir yıl geçti. Bu süreçte dünyadaki değişimleri nasıl görüyorsunuz?
Tabii, Siyonist zihniyete sahip İsrail'in, kendine göre muharref de olsa bir inancı var. Bu inanca baktığınızda, zulümden başka bir düşünceleri olmadığını görürsünüz. Malumunuz, peygamberlerini bile katleden bir kavimdir. Bu kavmin icraatlarına baktığımızda, Babil döneminde dağıldıklarını görürüz; 2500 yıl önce dünyanın çeşitli coğrafyalarına yayıldılar. Ancak ticarette oldukça başarılılardır. Sanatkâr insanlar, ticarî anlamda becerikli insanlardır. İkinci Dünya Savaşı’nda Hitler’in yaptıklarını da bir proje olarak görüyorum. Teodor Herzl, cennetmekân Abdülhamid döneminde Filistin topraklarında yer edinmek için girişimlerde bulunmuş, ancak bu talep reddedilmişti. Hepinizin bildiği gibi, İsrail'in kurulmasının arka planında bu tür girişimler yatmaktadır. Ancak inançları gereği doğdukları topraklara geri dönmeleri gerekiyordu. Bu inanç, bizim açımızdan sağlıksız, sıkıntılı ve kanlıdır. O dönemde Türkiye, tek partili bir yönetimle, İsmet İnönü'nün başkanlığında, 1 milyon Yahudi’ye Türk kimliği vererek Filistin'e geçmelerini sağladı. Bugün Siyonist İsrail’in Filistin’e ve Gazze’ye yaptığı barbarlığın temelleri, geçmişin kirli devlet aklına dayanmaktadır.
Hedefleri nedir?
Nasıl ki Sykes-Picot Antlaşması ile cetvelle Osmanlı'nın toprakları bölündü, aynı şekilde bugünkü coğrafyamız da yeniden dizayn edilmek isteniyor. "Ortadoğu" kavramı İngilizlere aittir, ben "Önasya" coğrafyası demeyi tercih ediyorum. Bu coğrafyada küçük Arap devletleri kurulurken, suyun önemi göz ardı edilmemiştir. Çünkü su hayattır. Bilim insanları, dünyadaki tüm nehirler kuruyabilir ama Dicle ve Fırat’ın akmaya devam edeceğini söylüyorlar. Siyonist İsrail de buna inanıyor. Hazreti İbrahim Aleyhisselam’ın bu topraklara geldiğine dair bir inançları var ve bu yüzden yerleşme girişimleri de var. İngilizler bu süreçte yerleşmelerine yardımcı oldu. 1949'da İsrail kurulduğunda, Müslüman coğrafyasında bu devleti tanıyan ilk ülke Türkiye oldu.
Bugünkü haritayı, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda yıllar önce gösterdiği haritayla hatırlıyoruz. Hedef sadece Filistin toprakları değil; bizim topraklarımızı da içine alan yeni bir harita dizayn edilmek isteniyor. İş oraya gidiyor. Filistin bitecek ardından Lübnan’a girecekler. Asıl hedefleri de Suriye ve ardından Türkiye…
Bu biraz da Arap devletlerinin basiretsizliğinden, liderlerinin ABD ve İsrail’e olan bağlılıklarından mı kaynaklanıyor?
Elbette. İsrail bakıyor ki, ne yapsa hiçbir şey olmuyor. Müslümanların ümmet bilinci de maalesef yok. Bu sebepten İsrail, Müslümanların birleşemeyeceğini, bir arada hareket etmeyeceğini de iyi biliyor. Çünkü, Mescid-i Aksa'ya yönelik ilk büyük saldırı, Altı Gün Savaşları'ndan iki yıl sonra, 21 Ağustos 1969'da Denis Ruhan isimli bir Yahudi tarafından olmuştu. Bu saldırıda Mescid-i Aksa'nın büyük bir kısmı zarar gördü. Birçok yer yandı. O zaman dönemin İsrail Başbakanı Golda Meir, şunu söylemişti: “O gece sabaha kadar korkudan uyuyamadım. Zannettim ki, Müslümanlar dört taraftan İsrail'e girecekler. Ama korkulan olmadı. O zaman idrak ettim ki: Biz dilediğimizi yapabiliriz, zira Müslüman ümmeti uyuyan bir ümmettir.”
Yani bizi gördüler, denediler, sınadılar ve öyle hareket ettiler. Çok az kaldı, İsrail Suriye’ye girdiği an Türkiye de büyük bir savaşa girecek.
Bakıldığı zaman Arap rejimlerinin hemen hemen hepsi İsrail’e bir yerden bağımlı. Mısır, Ürdün vs. Bir diğer tarafta da savaşıyormuş gibi gözüken Hizbullah… Fakat Türkiye’ye baktığımız zaman, her ne kadar savaşabilecek kabiliyet ve güçte olsa da Kemalist rejim itibariyle Yahudiye bağımlı. Türkiye’nin de bu zincirleri koparması gerekmiyor mu?
Elbette, Kemalistlerin Yahudileri desteklemesi, Hamas’a terör örgütü demeleri de bunun tezahürü. Ayrıca Türkiye'nin savaşa katılması memleketin kurtuluşu olacaktır. Bizim bir savaşa ihtiyacımız var. Bizim İsrail'le mutlaka bir savaşa ihtiyacımız var. Bizim kan dökmemiz lazım. Yani kanımızın dökülmesi lazım. Çünkü düşünce alanında, söz söyleme alanında tükendik. Refah seviyemiz yükseldikçe kendi öz kültürümüzden, öz benliğimizden uzaklaştık. Birkaç gündür İstanbul'dayım. Burada yiyecek ve içecek mekanlarına bakıyorum. Her şey yabancılaşmış. Kültürel istilaya altındayız. Hâliyle bu benim inancıma da zevâl getiriyor. Her yönüyle kendisine yabancılaşan insanımız bu savaşla da diriliş bulacak. Savaş bizi diriltecek. Savaş bizi birleştirecek.
Birkaç sene önce bir televizyon programında “Yakın tarihte esasında dinler arası bir savaş yaşayacağız” demiştim. Bizim şu andaki bütün mücadelemiz esasında inançla alakalıdır. Yani bütün bu kültür değişimine baktığımız zaman, aslında bir savaş içerisindeyiz. Sadece fiilî olarak bir savaşa ihtiyacımız var. Savaşı arzu eden biri olarak söylemiyorum, ama biz ancak kültürel yenilgimizi kanımız dökülmek suretiyle lehimize döndürebiliriz. Çünkü bölünmüş durumdayız. Kemalist zihniyetin zaten en büyük sarmalı bu. Ankara Hukuk Fakültesi'nde Teoman Duralı, 1940'lı yıllarda Lozan'da İslâmiyetin bu millete tamamıyla unutturulacağı sözünün verildiğini dile getiriyor. İçimizdeki bu bölünmüşlüğün ve uyumamızın sebebi de bu…
Teşekkür ederim.
Ben teşekkür ederim.
Aylık Baran Dergisi 32. Sayı, Ekim 2024