Necip Fazıl’a çamur atıp onun fikriyatını ezmeye, yok etmeye çalışıyorlar. Fakat Allah’a şükür son derece sert bir kayaya çarpıyorlar. Hiçbir şekilde, hiçbir şey elde edemiyorlar.
Sizi Büyük Doğu’nun evladı olarak biliyoruz. Ama sizden kısaca kendinizi tanıtmanızı istiyoruz…
Ben 1940 Düzce doğumluyum. İlkokulu Düzce'de bitirdikten sonra 1954 senesinde İstanbul İmam Hatip Okulu'na geldim. İstanbul İmam Hatip Okulu'nda okudum, oradan mezun oldum. Tahsil hayatım bu kadardı. Bu müddet zarfında çeşitli iş yerlerinde çalıştım. Askere gidene dek iki sene noter veznedarlığı yaptım. Daha sonra oradan ayrılıp askere gittim. Askerden geldikten sonra da iki sene kadar İlim Yayma Cemiyeti'nde çalıştım. Türk Hava Yolları'nda 27 sene çalıştıktan sonra 1992 senesinde emekli oldum. Ama bu müddet zarfında her vakit bizim İslâmî Cephe'nin her konudaki toplantılarına, çalışmalarına katıldım. Ayhan Songar'la beraber Yeşilay'da çalıştım. Dünya Yeşilay Teşkilatı'nın kongresini burada İstanbul'da yaptık. Tabii hem çalışıyordum Türk Hava Yolları'nda, hem de bu gidilecek yerlere gidiyordum. Ama en muntazam gittiğim yer Üstad’ın yanı oluyordu.
Üstad’ı ne zaman tanıdınız, beraberliklerinizden bahsedebilir misiniz?
Üstad’ı 1960'tan önce Seyhan Talebe Yurdu'nda tanıdım. Ama orada o kadar samimi olamadık. Esas tanışıklığım 1960'tan sonra oldu. Ahbaplığım, dostluğum, görüşmelerimiz 60'dan sonra başladı. Ve 60'dan sonra Necip Fazıl Bey'in nerede toplantısı, konferansı, sohbeti varsa her yere beraber gittik. Tabii yalnız Necip Fazıl Bey'le değildi, ben Nurettin Topçu'nun da yanına giderdim. Ama bizim için asıl olan Necip Fazıl Bey.
Necip Fazıl ile Nurettin Topçu farkını söyler misiniz?
Necip Fazıl'la Nurettin Topçu arasında çok fark var. Nurettin Topçu daha içine kapanık, akademisyen olarak, sosyal ve siyasî kavga içerisinde değildi ve aksiyona uzak bir insandı. Ama tabii son derece muntazam ve bilgi sahibiydi. İslâmî havası mükemmel bir insandı. Fakat birazcık sosyalizme yakındı. Ama tabii bu bildiğimiz Marksist sosyalizm değil. Sosyalizmi biraz benimsemişti Nurettin Topçu.
Zaten Ahlâk Nizamı isimli kitabında Ne İçin Sosyalizm bahsinde “İslâm Sosyalizmi” diyor ve bunu öneriyor?
Necip Fazıl Bey'e bir gün “o, ruhçu sosyalist” dedim. Bana “Nereden çıkarıyorsunuz ruhçu sosyalizmi? Sosyalizm sosyalizmdir!” diyerek kızdı. “Benim nazarımda sosyalist bir adamdır Topçu” derdi Üstad. Ama yine karşılaştıklarında birbirlerine saygılılardı. Hatta biraz araları limoni oldu. Sonradan bir arkadaşımız onları Nurettin Topçu hastayken barıştırdı. Hasta olduğunu duyunca Necip Fazıl, Nurettin Topçu'nun yanına ziyarete gitti. Ondan sonra gördü ki Nurettin Topçu biraz çökmüş, yani durumu kötü. “Nurettin, Nurettin vur tekmeyi içeri gir. Bu kadar hizmetin var. Senin korkacak hiçbir şeyin yok. Vur tekmeyi içeri gir.” dedi. Yani ölüm senin için bir şey değil manasında ifade etti bunları. Böyle de bir araya geldiler en sonunda.
Ancak Bâbıâli kitabında böyle yazmıyor. Hatta bundan dolayı da Dergâh grubu Necip Fazıl'a kin besler. Allah taksiratını affetsin diyelim biz. O tarafını bilemeyiz. Kitapları “İslâm sosyalizmi” meselesi hariç güzel kitaplar.
Bazı kitaplarında aşırılıklar da var, ama şimdi biz onlar hayattayken birbirleriyle araları açılmasın diye pek o konulara girmedik. İkisi de farklı görüşleri olmakla birlikte doğru yolda aşağı yukarı. Bir kere o Abdülaziz Bekkine ile tanıştıktan sonra çok daha değişik bir adam oldu Topçu. Başta dini meselelere daha olumsuz bakıyordu.
Mevzuya katkı olsun diye bildireyim. Büyük Doğu davasını yürüten Salih Mirzabeyoğlu’nun fikir olarak değer görüp tavsiye ettiği isimler arasında Nurettin Topçu da var.
Necip Fazıl’ın 1962-1974 arası Anadolu'yu bir ağ gibi ören 300'den fazla konferansı oldu. O dönem bir kısmında yanındaydınız. 1962 Bursa Konferansı başlangıç senesine denk geliyor galiba. Orada siz de vardınız. Onu biraz anlatır mısınız?
Bursalılar, 1962 senesinde Milliyetçiler Derneği’ne konferansa çağırmışlar Necip Fazıl'ı. Biz Konferansa Kadir Mısıroğlu, Süleyman Yalçın, Ali Haydar Öztürk ve Hilmi Oflaz ile beraber arabayla gittik. Hatta Necip Fazıl Bey arabanın önünde, yalnız başına otururdu. Öyle giderdi.
Salih Mirzabeyoğlu ve Yalçın Turgut onun korumalığını yaparken Y. Turgut anlatıyor. “Üstad’ım arkada oturun daha güvenli olur.” diye Üstad’ı ikna etmeye çalışmışlar, mâlum 12 Eylül öncesinde anarşi ortamında. Üstad “Yok ben önde oturacağım.” demiş. Onlar da koruma mevzuunda zorlanmışlar…
Beraber gittik Bursa'ya. Vardıktan sonra Bursa'da konferans salonuna vardık. Yemekten sonra Necip Fazıl Bey konferansını verdi orada. Akşam yemeğinden sonra gerçekleşen sohbeti iyi hatırlıyorum. Sohbet çok güzel geçmişti. Bursa'nın zenginlerinden İsmail Mekik Bey, Necip Fazıl Bey'i çağırmıştı. Şimdi Necip Fazıl Bey orada Bursalılara epey iyi hitabede bulundu. Ve sonunda da beni onlara emanet etti, abone yapmak üzere. “Bu Reşat benim hem oğlum hem kardeşim hem arkadaşım” dedi. Ondan sonra Cemal Külahlı'ya dedi ki “Sen yardım edeceksin.” Şerafettin Peker'e de “Reşat Bursa'yı fazla tanımaz sen de yardım edeceksin.” dedi. Şerafettin Peker'i tanıyor musunuz bilmiyorum. Devlet Su İşleri başmühendisi Bursa'da, sonra milletvekili oldu Erbakan'ın partisinde, o da yardım etti. Ben de 5000 liralık abone yaptım, orada. 5000 lirayı Üstad'a takdim ettim. Ondan sonra masraf da gösterdim ona. Çok az masraf yapmışsınız manasında “İnsan evinde bundan fazla masraf yapardı.” dedi. “Adamın birini gönderdik böyle abone yapmaya sakal tıraşı olmuş, bunu da masraf olarak göstermiş. Evinde olsaydı tıraş olmayacak mıydı adam?” dedi.
Üstad'ın konferanslarıyla sohbetleri arasında bir mukayese yapar mısınız?
Konferanslar daha resmi. Çünkü konferansa herkes geliyor. Kayseri'de Taş Sineması diye bir sinema var. Ben askerken Necip Fazıl Bey oraya geldi. Ne yaptım ettim, konferansa geldim. Konferansta arkada adamlardan birisi “Ben bir soru soruyorum, sorumun cevabını kesin olarak istiyorum. Hiç başka tevil istemiyorum.” dedi. Necip Fazıl Bey, “Tabii, buyur.” dedi. “Siz Atatürk'ü seviyor musunuz, sevmiyor musunuz?” dedi adam. Sonradan öğrendik emekli albaymış. Necip Fazıl Bey “Dikkat” dedi “Bu soruya cevap veriyorum.” Taş Sineması'nda böyle bir an yoktur, toplu iğne atsan yere onun sesi bile duyulurdu. O kadar görülmemiş bir sessizlik. Bu sessizlikten sonra Üstad, “Cevabım, bu soruya cevap vermemektir.” dedi. Çünkü o soruya Necip Fazıl olarak cevap verirse hemen enseleyecekler. Suç teşkil etmiş olacak. Sevmiyorum diyecekti belli ki.
Ama çok güzel cevap vermiş. O sessizliği sağlamasındaki sebep, hadis imamlarından İbn Hibban’a ait, “Ahmağa verilecek en iyi cevap susmaktır” mealindeki söz olmalı… Peki Üstadla ilgili unutamadığınız bir hatıra var mı?
1966 senesinde “Sahte Kahramanlar” adlı konferansını veriyor, geziyordu. Ankara'da da Türk Ocağı'nda konferans verecekmiş. Fakat o sırada da “Necip Fazıl öldürülecek” diye bir şayia çıkmış. Kayserili bir ekip, Ali Biraderoğlu ve birkaç kişi koruma amaçlı Necip Fazıl’ın etrafındalar. Beklerlerken bir gün adamın biri gelmiş gayet yakışıklı, uzun boylu, demiş ki “Necip Fazıl Bey'le görüşmek istiyorum.” “Görüşemezsin.” demişler. “İlle görüşeceğim” diye ısrar edince “Beni Başbakanımız Süleyman Demirel gönderdi, onun için ben mutlaka görüşmeliyim.” demiş. Gitmişler Necip Fazıl’a söylemişler, Ankara'da Türk Ocağında oluyor bu olay. Necip Fazıl “Ne yapacakmış, çağırın bakalım.” demiş. Gelmiş adam “Efendim, Başbakanımızın selam ve hürmetleri var. İşlerin yoğunluğu nedeniyle kendisi konferansınıza katılamıyor. Fakat sizden de bir ricası var.” “Buyur” demiş Üstad. “Sahte kahramanlardan bahsederken benim ismimi kullanmasın.” demiş Süleyman Demirel. Adamın yüzüne bakmış bakmış, demiş ki “Demirel, o bile değil yahu.”
Üstad, mücadelesi yanında fikirleriyle de mümtaz biri. Onunla ilgili hatıraları gençlere aktarmak gerekiyor. Fakat hep hâtıralar anlatıldığı zaman Üstad’ın fikri yönü geri planda kalıyor. Büyük Doğu ideolojisi geri planda kalıyor. Dolayısıyla şimdi sorum şu: Büyük Doğu ideolojisinden bahseder misiniz, Üstad neden 100 cilt eser kaleme aldı?
Hâtıralar insanları meraka sevk ediyor. Gençliğe ve millete vermek istediği mesajı elinden geldiği kadar genişleterek aktarmak için, arz etmek için kaleme aldı. Bir parantez açayım; Karar Gazetesi’nde Lozan'ı kendi görüşlerine göre yazıyorlar, Büyük Doğuya, Necip Fazıl’a ve Kadir Mısıroğlu’na aleyhte yazılar yazıyorlar. Ben de elimde olsun diye aldım ve okudum. Dün akşam arkadaşım ile beraber onları da görüştük. Şimdi Necip Fazıl'ın fikriyatını öldürmek için seferber olmuş sağcı ekipler de var maalesef. Biri Taha Akyol. Ben gençliğinden tanıyorum, evvela MHP’liydi, güzel bir arşivi de var. Fakat İbrahim Arvasi var, Van milletvekili CHP devrinde. Oradan başlayarak Necip Fazıl’a, Kadir Mısıroğlu’na, sağa yükleniyor. Allahtan okuyucusu olan bir gazete değil. Fakat tezat şeyler içerdiği için elimden geldiğince bakıyorum bunlara.
O gazetede “ilahiyatsız ilahiyatçı” Mustafa Çağrıcı Üstad aleyhinde bir yazı yazdı.
Alaattin Karaca ve Taha Akyol yazıyorlar. Akif Beki zaten pislik bir adam. Geçen günlerde Üstad’ın 1950 yılında kaleme aldığı Dedektif (X) Bir isimli yazıları ele alarak aleyhinde yazı yazdı. Necip Fazıl’a çamur atıp onun fikriyatını ezmeye, yok etmeye çalışıyorlar. Fakat Allah’a şükür son derece sert bir kayaya çarpıyorlar. Hiçbir şekilde, hiçbir şey elde edemiyorlar. Balçığı duvara vuruyorlar, bir iz kalırsa diye.
Bunlar reformist, modernist kafalar, bundan dolayı Üstad’la sorunları var, Üstad’a vuruyorlar, Üstad’ı yıkarlarsa önlerinde engel kalmayacağını zannediyorlar. Ama kendi çapları belli olup, kendi pislikleri içerisinde kendilerini adam zannediyorlar. Mevlâna anlatıyor, “Bir atın işediği pisliğin üzerine sinek konmuş. Sinek kendini deryada yüzüyor zannetmiş.” Gazetenin adına da “Kararsızlar” demek daha doğrudur. Bunlar İslâm'la Batı arasında kararsız kesim. Nuh Albayrak Star Gazetesinde, “Evet; Ankara, Lozan'da istediğini aldı… Peki, ne istedi?” başlıklı yazısında Lozan’ı gayet güzel yazdı. Lozan’ın “maddede kurtuluş karşılığında manada esaret” olduğunu ispat eden bir yazı. Necip Fazıl’dan da güzel kaynaklar göstererek meseleyi gayet iyi ifade etti. Batı hukuku uygulanması şartı ve Hilafetin de kaldırılması ile İngiltere “Lozan'ı onaylarım, sizin devletinizi onaylarım.” dedi ve İngiltere'nin kurduğu bir devlet oldu Türkiye Cumhuriyeti. Tayyip Erdoğan, bağımsızlığa doğru her adım attığında bu takoz, bu laik Batıcı Cumhuriyetin ilkeleri karşısına çıkıyor. Tayyip Erdoğan bunları aştığı müddetçe Türkiye büyük bir devlet olmaya doğru gidiyor. Bunu da yapan milliyetçi, mukaddesatçı hükümetlerdir. Türkiye'nin yükselmesinin sebebi laiklik gömleğini, Batı gömleğini yırtması olmuştur. Türkiye’nin bu noktaya gelmesinin sebebi Necip Fazıl’ın fikirlerinden beslenen iktidarlar olmuştur diyebiliriz. Necip Fazıl’ın davası İBDA gençliğiyle tutmuştur, bunun nasıl yürütüleceğini de Salih Mirzabeyoğlu 70 eserle sistemli bir şekilde ortaya koymuştur. Yani bunu kimse aşamaz Allah’ın izniyle.
Aşamaz. Şimdi Necip Fazıl öyle ufak tefek fiskelerle ezilecek, yıkılacak bir adam değil. Necip Fazıl’a atom bombası atsan, geri seker. Yani öyle bir şey mümkün değildir. İbrahim Arvas 1950’ye kadar CHP milletvekili olarak Meclisteydi. Çünkü başka parti yoktu. Van halkı onu seçiyor. O görüşlerini hâtırat olarak yazdı. Taha Akyol o hâtırat için “külliyen yalan” diyor! Lozan zırvaları adı altında yazdı. Bunlar Lozan adı altında fikirlerini empoze etmek için uğraşıyorlar. Çünkü, devrimcilerin ve eyyamcıların yanında kendilerini sağlam hissediyorlar. Halbuki dayandıkları grup memlekette özelliğini kaybetmiş bir grup. Allah’ın izniyle onları aştık ve aşacağız. İmkanlar el vermiyor mevcut durumda. Allah razı olsun siz çok güzel hizmet ediyorsunuz.
Teşekkür ederiz. Dünyada Lozan gibi bir rezalet yoktur. Çünkü Batılıların hukukunu alıp, tercüme edip, taklit edip uygulamışız. Böyle bir millet olabilir mi? Lozan’ın özü budur. Adli kapitülasyonlar kaldırılıyor, niye kaldırıyor? Diyorlar ki tutanaklarda zaten var. Biz sizin İsviçre medeni hukukunuzu aynen tercüme edip, alacağız. Niye? Biz kendi hukukumuzu yapamayacak kadar geri zekâlılar mıyız? İtalyan ceza hukukunu, Fransız ticaret hukukunu aynen alacağız. Adli kapitülasyonlarla ilgili tartışmaya Lozan’da gerek kalmadı. Zira onların hukukunu alınca bütün hukukumuz (buna kültür, iktisat, eğitim vs. de dahil) adli kapitülasyona girmiş oldu. Kemalistlerin anlamadığı veya anlamak istemediği husus şudur ki, bir milletin kendi içinde hukuk yapması başka, savaş sonrası galiplerin isteği üzerine onların hukukunu almak başka bir şeydir. Kendi isteğinle mesela Çin kanunlarını bile tercüme et al, bu senin tercihin. Ancak savaştığın ülkelerin, senin bağımsızlığını tanımak için hukuk reformu yapmanı istemesi bambaşka bir şeydir. Lozan’da yazdığı üzere, bu reformları kontrol için 5 yıl yabancı adli müşavirlerin ülkemizde görev yapmasını kabul etmişiz. “Bunda bir şey yoktur!” diyenin ise bağımsızlık diye bir derdi yoktur. Bir milletin bütün hukukunu, kimliğini, ahlakını, değiştirmeyi, işgalcilere taahhüt ediyorsun. Yani bunun neyi kurtuluş?
Bütün gaye ne biliyor musun, Kemalizm biraz zayıflamaya başladı. Kemalizm’in en büyük savunucusu aslında Kılıçdaroğlu olmalı değil mi? Aslında Kılıçdaroğlu bile Kemalizm’in aleyhinde. Ama onun Kemalizm’in aleyhinde oluş şekli ile bizim düşüncemiz farklı tabii. Dersimli onlar biliyorsun. Onlarınki ayrı, bizimki ayrı. Fakat bunlar Kemalizm’i tekrar diriltmek için yapıyorlar. Bütün bu yaptıkları Lozan’ın üstünden, başka kaynaklardan yaptıkları savaş bunun için. Ulan sana mı kalmış terbiyesiz herif, ilahiyat mezunusun, müftülük yapmışsın sen, neden Kemalizm’in savunucusu oluyorsun? Kemalist dolu zaten Türkiye’de, sana mı kaldı? Kemalist kıtlığı yok, keşke bitseler.
İman öfkenizde haklısınız hocam; baştaki soruma döneceğim, Büyük Doğu’yu hâtırat olarak anlatmaktan ibaret kalıp neden ideolojik olarak yerleştiremiyoruz. Halbuki Salih Mirzabeyoğlu, “Toplumun genel fikir çerçevesine Büyük Doğu’yu yerleştirmek.” diyor.
Ben de dahil hâtırat anlatmak, hâtıratları okumak, anlamak kolayımıza geliyor. Fikriyatı insanlara empoze etmek biraz emek istiyor, çalışma istiyor. O çalışma bizde biraz zayıf kalıyor, sizin gibi belki tek tük çalışkan insanlar vardır. Ama bizim toplumda maalesef biraz tembellik var, herhalde siz de gözlemişsinizdir. Yeni tabirle içeriğiyle değil, kabuğundan öğrenmeye, yürümeye çalışıyorlar. Ama esas Necip Fazıl’ın Büyük Doğu fikriyatını herkese empoze edebilmek icap eder. Fakat olduysa, Kadir Mısıroğlu bile birçok konuda ona karşı çıktı. Ona karşı çıkmakla maddî ve manevî pek bir şey kazanmadı.
Kadir Mısıroğlu’nun karşı çıkış sebebi tamamen Üstadlığa soyunmaktan başka bir şey değil. O Üstad’ın dengi de değil, çapı da değil, Üstad’a cevap verecek bir konumda değil. Üstadın sağlığında onun çömezi ol, vefat ettikten sonra arkasından Üstad olmaya çalış. Bir kenarda İslâm’a hizmet ettiklerini ve hizmetlerini kabul ediyoruz, ama Üstad’ın gölgesinde kalma ukdesine söylenecek tek söz, kişiliği oturmamış, zavallı tavırlar. Bunların hiç kıymeti harbiyesi yok.
Bir gün biz Nuruosmaniye kapısından çıktık Yerebatan’a doğru gidiyoruz, Necip Fazıl ile beraber Kadir Mısıroğlu da karşıdan geliyor. Yine bir şeyden dolayı araları limoni. Kadir Mısıroğlu geçerken Necip Fazıl’ı görmezlikten geldi. 4-5 adım yürüdükten sonra Necip Fazıl döndü “Kadir” diye bağırdı. “Bana bak! Dostun dosta ihaneti kadar kötü bir şey yok, aklını başına devşir.” dedi.
Üstad ileriyi görmüş.
Yani orada bir şey yapmadı Üstad, çünkü eski dost. Kadir Mısıroğlu’na konuşma kabiliyeti, yazma kabiliyeti ve fikirlerini söylerken de cesaretle savunma istidadı veren Necip Fazıl’dı. Fakat bunu tam olarak değerlendiremedi. Üniversitede onu linç etmek için toplandılar, mahkeme kurdular, üniversite bahçesinde. Oradan başarıyla çıktı. Denizi aşıp, derede boğulan bir adam. O kadar güzel şeyler yaptı ki, o zaman ben âşıktım ona. Ben İmam Hatip okulunda okuyordum, hukuk fakültesinin, talebe cemiyetinin kongresi vardı sergi sarayında. Okuldan kaçtım, Kadir’i dinlemek için, Kadir de bir grubun lideri. Sırf Kadir Mısıroğlu olduğu için diğer konuşmacıların konuşmalarını beş dakikaya indirmişlerdi. O daha fazla konuşursa muhalif tarafı da sürükler diye.
Necip Fazıl’ın eserleri hakkında neler söylemek istersiniz? En çok sizin okuduğunuz eser hangisi? İdeolocya Örgüsünü okudunuz mu?
Gençliğe Hitabe ve Çile en çok sevdiğim eserleri. İdeolocya Örgüsü’nü 50 sene evvel okudum. Çok fazla hatırlayamıyorum. Gençliğe Hitabe’nin plağı vardı bir de.
Evet bende de var, o dönem Üstad bize hediye etmişti, Akıncı Güç kadrosu olarak Salih Mirzabeyoğlu ile beraber Üstadın yanındaydık. Son beş senesinde hizmetindeydik. O dönem plak çıkmıştı, Salih Mirzabeyoğlu almıştı Üstad’tan. Bize birer tane dağıtmıştı, büyük boy bir plak.
Sen benden daha iyi biliyorsun Üstad’ı.
Estağfurullah. Allah’a şükür o döneme yetiştik.
Siz aşk ile çalışmışsınız, hatta o dönem herkes aşk ile çalıştı, çabaladı ama dağınıklık vardı çeşitli nedenlerden dolayı. Tam istediğimiz şekilde oturmadı. Sadece dediğin gibi Necip Fazıl’ın muhabbetini dinleyip, yanında vakit geçirdik. Canımız sıkılsa, tatsız bir olay olsa hemen onun evine gidiyorduk. Üstad, Mehmet Niyazi Özdemir’i de çok seviyordu. Mehmet Niyazi Özdemir hakikaten sevilecek bir adamdı. Necip Fazıl konusunda kıl kadar taviz vermeyen ve onun fikriyatını A’dan Z'ye herkese aşılamaya çalışan bir adamdı. Necip Fazıl’ı anlayanların başında gelir. Bir de Muzaffer Doğan’ın çok büyük hizmeti var Büyük Doğu’ya.
Bu tesbitlerinize katılıyorum. Muzaffer gönüldaş da sağ olsun, kendisiyle görüşüyoruz, istifade ediyoruz… Kadir Mısıroğlu’na Üstad’ın “Dostun dosta ihaneti kadar kötü bir şey yok!” deyişi hangi yıllarda oldu?
1970 yılları. O zaman da böyle havalara giriyordu, hep mağrur. O gururu ve maddeye fazla bağımlılığı yüzünden erişmesi gereken makam ve mevkiye erişemedi. Şimdi bu Necip Fazıl’a hava atmaya çalışıyor. O sıralarda da Kadir Mısıroğlu’na açılmış davalar var. Bu davalardan kurtulması için Anadolu'nun çeşitli yerlerinden geliyorlar, o zaman Sebil Yayınları diye yayınevi var. Sebil Yayınevine geldiler, ben de oradaydım, bir adam geldi, “Kadir Bey, biz sizi milletvekili yapmayı düşünüyoruz kabul eder misin?” dedi. Bu şimdi şöyle bir silkinerek ayağa kalktı. O sırada Cevdet Sunay'ın reisicumhurluk kavgaları var, kuvvet komutanlarıyla ilgili. Ayağa kalktı “Reisicumhurluğun tartışıldığı bir memlekette bana nasıl milletvekilliği teklif edersin?” diye adamın üzerine yürüdü neredeyse. Hoşuma gitti biraz. Adam sanki suç işlemiş gibi neredeyse kaçacaktı, sonra aradan zaman geçtikten sonra Erbakan'ın partisinden yedinci milletvekili adayı olarak girdi. O adam milletvekilliği teklif ettiği zaman böyle havalara kalkan adam sonradan yedinci sırada milletvekili adaylığını kabul etti. O adama milletvekili görüşmesinde şahsiyet gösterisi yaptı diye çok hoşuma giderken sonra baktım birkaç sene sonra milletvekilliğini yedinci sıradan kabul etti. Böyle tezatlıkları vardı. Hayatında en güzel işlerini üniversite öğrencisiyken yaptı, sonradan kitap yazmış falan, tabii Lozan ile ilgili yazdığı kitap çok güzel, daha başka yazdığı birçok eseri var, fakat ben itibar etmiyorum. Kadir abimi öteki tarafta kurtarsa kurtarsa Mustafa Kemal ve Lozan çalışmaları kurtarır. Ölmüş adamın yanlışlarıyla meşgul olmamız yakışmaz, ama o çalışmaları dışında yanlışı çok…
Şimdi biz kamuoyuna mâl olmuş bir kişi hakkında konuşuyoruz. Ölü hakkında konuşmuyoruz. Allah rahmet eylesin diyoruz. Bu mesele kamuoyuna mâl olmuş, Müslümanların fikriyatına, siyasi duruşuna etki edecek bir mesele olduğu için sonuna kadar inceleyip, tahlil edip, hakikati öğrenmek, boynumuzun borcu. Biz kamuoyunu ilgilendiren tarafını tamamen fikri ve ilmi olarak sonuna kadar incelemek ve okuyucuya aktarmak durumundayız. Kadir Mısıroğlu’nun ahiretteki ahvalini Allah bilir, Lozan'ı ve diğer Osmanoğullarıyla ilgili kitapları ihlas ile yaptıysa karşılığını alır, gururu için liderlik için yaptıysa karşılığını alamaz Allah’ın ölçüleri, böyle. O tarafını biz bilemeyiz.
Tabii ki öyle.
Ben şunu da ilave edeyim. Akıncılar teşkilatlarında faaldim o dönemde. Salih Mirzabeyoğlu Akıncıların isim ve mânâ babasıdır, bu teşkilatı örgütleyen kişidir. Bize o dönemde, “Bu Akıncılara gerek yok!” diye karşı çıkan Kadir Mısıroğlu olmuştur. Ondan sonra Akıncılar tutunca “Akıncı dergisi Sebil” diye reklam edip teşkilatlara kendi dergisini yaymak için böyle bir çabaya girmiştir. Burada bazı meseleler Müslümanların meselesi olduğu için söyleriz, söylemek zorundayız.
Bir gün “ben şairim” dedi, senin her tarafın şiir olsa Necip Fazıl’ın bir mısrası etmezsin be. Hamdullah Suphi diye biri vardı, İstiklal Marşı’nı okuyan. Bu şahsın müsbet tarafları çok. Hamdullah Bey’in bir yeğeni vardı. Mustafa Kemal ile ilgili çok şeyler anlatmış yeğenine. Biz birkaç kişi olursak anlatırdı, “bunları bilcaz, kimseye söylemicaz” derdi. Bazı şeyleri bileceğiz kimseye söylemeyeceğiz!
Çok özelse, mahremiyeti varsa söylenmez. Ama fikir-hakikat açısından söylenebilir. Gerçeği tesbit için söylüyoruz. Hamdullah Suphi’nin yaptığı iyi şeyler var derken neyi kastettiniz?
İstiklal Marşı’nı okuması, milliyetçiliği ve ahlakı dışında pek bir iyi yönü yoktu aslında.
“Bunları bileceğiz de söylemeyeceğiz” sözünde ahlakî zaaf var hocam, “Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır.” Hadis veya kelam-ı kibarı biliyorsunuzdur.
Tabii var, ama korkuyor adam, 1924-1925 yıllarında Mustafa Kemal’in “tek adam” olduğu sıralarda Konya’da gözünün önünde 35 kişiyi asmışlar. İlim adamlarını evlerinden toplamışlar, bir gecede asmışlar. Ömer Nasuhi Bey’i makamında fötr giyerken gördüm ben. Halbuki şapka mecburiyeti var, ama makamında giymesini gerektirecek bir şey yok. Milleti öyle korkutmuşlar ki, yatakta giyenler varmış eskiden.
Lozan’da Batıcı güruha bunları yapmaları karşılığında devlet hediye edildi. Bu güruhun İslâm düşmanlığını bildikleri için Osmanlı’nın yıkılışı ve böyle bir rejimin kuruluşu onaylandı ve teslim edildi. O da İngilizlere verdiği sözü yerine getirdi. Bir gecede Konya’da 35 kişi astı, bütün Anadolu sathını tırpan gibi biçti. Bütün din adamlarını darağacına gönderdi. Nerede âlim var, dini yürütecek biri var tesbit edip astırdı.
Sonra sıra kendi arkadaşlarına geldi. En son olarak Kâzım Karabekir’e mahkemede idam cezası vereceklerdi, fakat subaylar tabancalarıyla mahkeme salonunu doldurunca vazgeçtiler.
Şimdi tekrar Karar Gazetesine gelelim. “Kararsız” Karar Gazetesi’nde Taha Akyol, Akif Beki, Mustafa Çağrıcı vs. biraz önce saydığınız isimlerle Kemalist zulümleri aklamaya çalışıyorlar, laik zâlimlerin yardakçıları oluyorlar.
Akif Beki denen herif, “Dedektif (X) Bir diye yazan Necip Fazıl’ın kendisiydi” diyor. Biz onu biliyoruz zaten. Amacı bu konu üstünden insanları Necip Fazıl’dan soğutmak. Ama Necip Fazıl’ın yolunda olan hiç kimse bunları yutmaz. Necip Fazıl’ın fikrine düşmanlar bunlar.
Evet fikriyatına düşmanlar, İdeolocya Örgüsü’ne düşmanlar. Necip Fazıl’ın tarih olarak söylediği her şey öz olarak doğrudur.
Üstad, “Ahbes konusu hallolmadan bu memlekette hiçbir şey hallolmaz!” diyor. Üstad’ın dediği gibi bu konu hallolmadan hiçbir şey hallolmaz bu memlekette, çünkü siz de biliyorsunuz Erbakan İzmir’e miting yapmaya gitti. O Yahudi kızı, Ahbesi övmeye çıktı Erbakan’ın yanında. O şırfıntı kim, onu çıkaranlar kim? Erbakan’ın karşısına çıkarıyorlar bu kadını.
İslâmî hareketin başlangıcı Necip Fazıl’dır. Bunu İdeolocya ve İhtilal çerçevesinde sistemleştiren de Salih Mirzabeyoğlu olmuştur. Gölge ve Akıncı Güç dergilerinde bunu teşkilatlandıran, sistemleştiren, aksiyon cephesini sistemleştiren, İbda gençliğini oluşturan o olmuştur. Bu çizgi demir bir çekirdektir. Anadolu topraklarında yüzde yüz yerli, milli ana damardır. Diğerleri ise farklı ülkelerden alınma başarısız sentezlerdir. Vehhabilik, reformistlik, modernistlik dışardan gelmedir. İslâmın özünü bulandırmaya yönelik hareketlerdir. Ehl-i Sünnet ve Nakşibendi çizgiyi temsil eden tek hareket Büyük Doğu-İbda’dır. Büyük Doğu-İbda gençliğine neler söylersiniz?
Hiç yılmadan, yorulmadan, en güzel yolda yürüdüklerini unutmadan, canla başla hizmet etmeye devam etsinler, edelim.
Üstadın Büyük Doğu mücadelesi hedefine ulaştı mı?
Tam ulaşamadı ama ulaştı sayılır gene...
Cumhurbaşkanı Erdoğan sık sık Üstad Necip Fazıl’ın şiirlerini okuyor. “Büyük Doğu mücadelesini hedefine ulaştıracağız” diyor. Ancak söyledikleri Ak Parti üst düzey yöneticilerinde bile yankılanmıyor, karşılık bulmuyor. Bu konuda ne dersiniz, nasıl yorumlarsınız?
Ben Tayyip Bey'in bu işi başaracağına inanıyorum.
Ak Parti kadrosunda dahi Büyük Doğu davasını benimsememiş, “dava”nın dahi ne olduğunu bilmeyen insanlar bir hayli var, yani bunun idraki de yok. Sadece Tayyip Erdoğan'ın biraz söyleminde kalıyor bu iş.
Tayyip Erdoğan biraz yalnız sayılır. Ama onun böyle piyasada olmayan arkadaşları var. O arkadaşlar o işi yürütüyorlar. Yani Tayyip Erdoğan Necip Fazıl’ın davasına en çok hizmet etmiş tek devlet adamı. Büyük Doğu’nun her şeyini hiç çekinmeden göğsünü gere gere söylüyor.
Evet, devlet adamları içerisinde en iyisi o. Büyük Doğu davasına en yakın olan diyelim.
En yakını, en iyisi. İçine sindirmiş Büyük Doğu davasını. Çocukluğundan, gençliğinden itibaren içine sindirmiş bir insan. Onu tanıyoruz, ben İmam Hatip Okulu'ndan çıktıktan sonra o girdi.
İdeolojik yönü biraz zayıf gibi görülüyor. Yani Üstad’ın şiirlerinden gidiyor.
Hayır zayıf değil, gayet iyi. Öyle görünmesi icap ediyor. Yani elinden geldiği kadar tedbirli hareket ediyor.
Biraz da bu iş kadro işi tabii.
Kadro işi tabii. Şimdi dedim ya, harici düşmanlar ayrı, dahili düşmanlar ayrı. Şimdi her ikisiyle birden mücadele ediyor. Her ikisiyle birden mücadele etmek hiç kolay değil. Bilhassa ve bilhassa dahili düşmanlar. Harici düşmanlar belli. Ama dahili düşmanların bir kısmı belli değil. Şimdi gördük seçimlerde en güvendiğimiz insanlar menfaat, makam, mevki mevzu olunca her şeyi bıraktılar değil mi?
Salih Mirzabeyoğlu hakkında neler söylemek istersiniz?
Ben Salih Mirzabeyoğlu’nu pek fazla tanımıyorum, ama çok mükemmel, harika bir insan olduğunu biliyorum ve onun bu davada hiçbir taviz vermeden elinden geldiği kadar mükemmel yürüdüğüne inanıyorum.
Son olarak neler tavsiye edersiniz?
Size Allah güç kuvvet versin. Necip Fazıl yolundan ayrılmadan yürüyebilmeniz için Allah'a dua ediyorum. Ondan sonra inşallah yürüyeceksiniz ve başarılı olacaksınız. Size Allah'tan hayırlı başarılar diliyorum.
Teşekkür ederiz.
Ben teşekkür ederim.
Aylık Baran Dergisi 18. Sayı, Ağustos 2023