Geçtiğimiz hafta Dokuz Eylül Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dekan Yardımcısı Cihat Kısa’nın ortaya çıkan iftiraları hakkında neler söylemek istersiniz?

Cihat Kısa bir akademisyen, ilahiyat fakültesinde hoca. Evvela ilahiyat fakültesinin yeri doğru konumlandırılmalı. Devletin ilahiyat fakültelerine biçtiği rol nedir ve ilahiyat fakülteleri denilince ne anlaşılıyor halkın gözünde. İlahiyat fakültelerinin kuruluş amacı, işleyişi, müfredatı ve ilahiyatların kendi mecrasında yaptığı işler ile halkın anladığı ilahiyat çok farklı. Bunun bir kere ayrıştırılması gerekiyor. Şimdi ilahiyat fakülteleri Avrupa’daki teolojiye karşılık geliyor bizde. Teoloji nedir; din meselesini konuşurken sınır tanımayan, pozitivist bir anlayışla dini ele alan, “özgür bilim” anlayışına göre hareket eden bir dal. Teolojinin kuruluş felsefesi de budur. Bizim halkımız ise ilahiyatı imam, hatip, vaiz, âlim yetiştirme kurumu olarak görüyorlar. Türkiye’deki bütün problemlerde olduğu gibi burada da bir tanımlama problemi mevcut. Yani ilahiyat fakülteleri yeri geldiğinde “biz teolojiyiz” diyor, tepki geldiği zaman da “biz Ehli Sünnet’e hizmet eden kişileriz” diyor. Aynı yeri gelince demokratız yeri gelince İslamcıyız denilmesi gibi. Çünkü Cihat Kısa, Mustafa Öztürk gibi kişilerin kendi cephelerinden baktığımız zaman kendilerini savunuş usulleri haklı. Adam diyor ki “biz meseleleri teolojik olarak ele alırız, biz teolojiyiz.” Fakat bizim zannettiğimiz, daha doğrusu bizim ilahiyat fakültelerini sevmemiz için bizi ikna etmek için kullanılan argümanlara baktığımızda, ilahiyat fakülteleri İslam’a hizmet eden kurumlardır. En başta bunun bir kararının verilmesi lazım. Devletin ve diyanetin ilahiyata biçtiği rol nedir bunu açıkça söyleyecekler. Bu ilahiyatlar “teolojidir” denilirse o halde ilahiyatlardan imam, müezzin, hoca atamayın. O yüzden tarifi ve tanımını hakkıyla yapacak. İlahiyat fakülteleri İslam’a hizmet edecek, Ehli Sünnet’e bağlı kalacak, bu daire içerisinde olacaksa bu şartlara riayet etmek zorunda. Bunu da deklare edecek. Bizler de Ehli Sünnet’in dışında söylenen sözlere karşı rahat biçimde tepkilerimizi dile getirebiliriz. Çünkü tepkilerimize karşı “Biz ilim yapıyoruz, özgür, çağdaş düşünceye ket vuruluyor.” demeyecekler. Ki bununla karşılaştık; sözde İslâmî dernek ve STK’lar “Burada verilen tepkiler yanlış.” dedi. Şöyle yanlış olabilir; “ilahiyat fakülteleri imam, vaiz, âlim yetiştirmez, burası sadece dinin felsefi, sosyolojik, psikolojik alt yapısını irdeleyen, Ehli Sünnet’e bağlı olmayan bir kurum” denilse anlaşılır. Bunu da kabul etmeyiz; ama tepkimizi de buna göre ortaya koyarız. Fakat Cihat Kısa’ya bütün Müslümanların yapması gerektiği gibi tepkimizi en şiddetli biçimde göstermek zorundayız. Çünkü yarın hoca ve imam olacak, bize Kur’an öğretecek kişilere karşı lakayt bir ortamda Kur’an’da tertemiz kılınan Meryem anamıza İslam’a yakışmaz sözler söyleniyor. Bunu Müslüman bir kimsenin söylemesi zaten mümkün değildir. “Bunda montaj var” dediler, tamamı yayınlandı montajla alakası yok. Cidden Meryem anamızla dalga geçtiği, iftira attığı ortaya çıktı. Demokrasiyi kabul etsem demokratik tepki gösteririm doğru, aslında tepkilerde de bir şey yok. İnsanların üniversite önünde basın açıklaması yapması “demokrasi”nin de bir gereği değil mi? Cihat Kısa’nın evini basıp tekme tokat dövdüler mi? Bana sorsan ben başka şeyler söylerim; ama demokrasinin de dışına çıkılmış bir durum yok şu anda. Zaten ilahiyat da Müslümanların elini kolunu bağlayacak şekilde dizayn edilmiş. Müslümanların kafası karışsın istiyorlar.

İlahiyat fakültelerinin müfredatına nasıl bakıyorsunuz. Diğer üniversitelere nazaran daha fazla sapık yetiştiriyor ilahiyatlar?

İlahiyatların müfredatı çok sıkıntılı. Oryantalistler eliyle hazırlanmış bir müfredat. Bakara Sûresinde meâlen Allah şöyle buyuruyor: “Şüphe yok ki, Allah herhangi bir şeyi, bir sivrisineği, hatta onun da ötesindekini misal vermekten utanıp çekinmez. Bunun karşısında iman edenler onun, Allah’tan gelen gerçek olduğunu bilirler, inkâr edenler ise “Allah misal olarak bununla neyi kastediyor?” derler. Allah birçok kimseyi onunla saptırır, birçok kimseyi de onunla doğru yola iletir; onunla başkalarını değil, ancak emrine karşı gelenleri saptırır.”

Kur’an’ı Kerim ve içindeki kıssalar, müminler için ibret verici bir hadisedir. Kâfirler içinse dalga geçici bir mevzudur. Şimdi diğer fakülteleri ele alalım; din adına konuşmayı kendisine vazife görmüyor, oraya giden talebeler ve hocalar da din adına konuşma gibi bir vazife belirlemediği için inanmasa bile bunu konuşmaktan çekiniyor, imtina ediyor. Fakat ilahiyat fakülteleri İslâm hakkında diledikleri her şeyi söylemekle görevli addediyorlar kendilerini. Meryem validemiz bir sûrenin mevzusu. Onunla alakalı konuşurken Allah bunu nasıl yapabilir ki diye dalga geçer şekilde soruyor. Direkt ayete muhatap olduğu halde bunu yapıyorlar. Bir müfredat ve bu üniversitelerin kuruluş amacı, bu ayeti kerimeyle izah edilebilir. Müslümansan Allah’tan gelen her şeyi hak olarak kabul edersin. Aklın almasa bile “bunda bir hikmet var” dersin; ama kâfirler gibi dalga geçerek konuşursan ayetteki kâfirlerle aynı zihniyette olursun.

Bu sapkın kişiler Kur’an’ı ve İslam’ı değerlendirirken dinî bir bağ değil de, sözde pozitivist bilimin bağlarına karşı bir sorumluluk hissediyor. Zaten başlı başına bu müfredat problemli bir müfredat. İmâm-ı Azam, İmam Gazali gibi zatlardan ziyade Godzier gibi, Schacht gibi oryantalistlerin kitaplarının önemsendiği, dikkate alındığı bir müfredat.

Bundan dolayı İslami İlimler Fakültesi ortaya çıktı. İlahiyatla ayırma açısından güzel bir teşebbüs oldu. Fakat hâlâ bir karmaşa hâkim, bu eğitimin müfredatından geçenler sapkın oluyorlar.

Materyalistçe bir eğitimden geçtikleri için Hazreti Meryem’in durumunu ve mucizeleri idrak edemiyorlar. Haliyle deist ve İslam’ın ruhundan uzak insanlar ortaya çıkıyor değil mi?

Evet. Bu teselsül halinde devam eden bir durum. Adam ilk önce mucizeyi tartışmaya açıyor. Mucizeyi tartışmaya açtıktan sonra geriye ne kalıyor ki? Mucize yoksa Cihat Kısa’nın dediği haşa haklı oluyor. Cihat Kısa’yı haklı görenlerin de burada mucizeye dair itikadî problemlerinin olduğu ortaya çıkıyor. Zaten mucizenin tanımı nedir, ontolojinin, fıtratın tabiîliğinin üstüne çıkan bir durum. Bunun önünü kestikten sonra bu durumu aklen izah etmek için de bir zamanlar Yahudilerin dediği gibi haşa “Meryem iffetsizlik yapmıştır!” diyecek.

Mustafa Öztürk birçok kimseden daha iyi Kur’an okur. Ama sen Kur’an’ı nasıl ele alıyorsun önemli olan bu. Ele aldığın usul seni cennete veya cehenneme götürecek. Kur’an’ın kendisi mubindir dalalete götürür, mehdidir hidayete götürür. Buradaki farkı ortaya çıkaran şey Kur’an’a nasıl yaklaştığındır. Kısa ve Öztürk gibi kişiler Kur’an’ı Batının teolojik esasları üzerinden ele alıyor. Bizim ise ilahiyatlardan beklediğimiz sistem, talim ve terbiyeye, Ehli Sünnet akidesine uygun bir kurum olmasıdır.

Cihat Kısa neden görevden alınmıyor, görevden alınması çare mi?

Diğer sapıkların hangisi görevden alındı ki bu da alınsın. Görevden alacaklar da ne olacak ki, bunlar yine maaşlarını almaya devam edecek. Hiçbir şey yapılmıyor. Daha meşhur olacak, sapkınlıklarını da artırarak sürdürecekler. Ayrıca görevden alamazsın çünkü teolojinin aleyhine bir şey söylemiş değil. Müfredatın dışına da çıkmış değil. Pozitivist bir ilmin gereği olarak bunu yapıyor. Bu sebeple ilahiyatın, ondan da öte ilahiyatı besleyen rejimin değişmesi gerekmektedir. Çünkü buradaki mesele şahıs değil sistem. Biz Müslümanlar olarak Kemalist sistemi tartışmaya açmadığımız sürece sapıkların ardı arkası kesilmeyecek. Biz bataklığı kurutmadan sinekleri temizleyemeyiz.

Teşekkür ederiz.

Ben de teşekkür ederim.

Baran Dergisi 783. sayı