Hicrî 1443’e girdik. 1442 yılı hareketli geçti. ABD’nin Kongre’sine baskın oldu. Kovid-19 salgını tüm dünyayı tesiri altına aldı. Tabiî hâdiseler vuku buldu; yangınlar, seller, depremler… Afganistan, Libya ve Doğu Akdeniz’deki hareketlilik daha da arttı. Hülâsa hâdiseler hızlandı. Siz bu hususta neler söylemek istersiniz?
Gelişen teknolojiyle beraber, izafi olarak zamanın hızlı aktığı ve insanların bu hızlı akışa ayak uydurma gayretleri malum… Bununla beraber, dünyaya farklı şekil ve yön vererek yönetmeye çalışan zümreler var. Bu zümreler belki Covid-19 ile belki de daha başka tertiplerle kendilerini tam olarak göstermeyerek ya da ancak görmek isteyenlerin görebileceği şekilde çeşitli komplo teorilerinin üzerinde çalışıyorlar.
Teorilerin tam olarak aslını-astarını bilemesek dahi dönen dolaplara ve oyunlara yani buzdağının görünen kısmından bakarak göz ardı edilemeyecek gerçeklerle karşı karşıya olduğumuzu kestirebiliyoruz.
Kumandan Salih Mirzabeyoğlu da “1440 Gergini” diyerek 1440’lı yılların yeni bir düzenin doğuşuna gebe olduğunu işaret etmişti.
Mirzabeyoğlu, 29 Kasım 2014’te Haliç Kongre Merkezi’ndeki Adalet Mutlak’a isimli konferansında şöyle bir şey söylemişti: “Teknolojinin gelişmesi için de meselâ “uzaktan haber alma” diyelim. Özellikle şamanlarda falan da bu tip şeyleri görüyorsunuz; uzaktan haber verme, bir insanın meselâ aklından geçeni anlayabilme, duyabilme vesaire falan gibi şeyler… Bunun yerini teknoloji almıştır; teknoloji Şamanlıktaki hadiselerin ve İslam’daki o küçük keramet denilen hadiselerin yerini almıştır. Bugün teknoloji o tip şeyleri kaldırmıştır. Fakat burada İslâm için bir şans doğuyor… Bu, teknolojinin zaferi gibi empoze edilmeye çalışılırken; ruhun intikamı ortaya çıkıyor ve gerçek ruhçuluğa yer açılmış oluyor. Yâni sahteyi teknoloji kaldırdı, gerçek ruhçulara da yol açıldı; buyurun, ne yapacaksanız gösterin!”
Yâni burada İslâm’ı yaşayıp, yaşatmak isteyenler için bir fırsat var. Müslüman ahlâkın ve ruhçuluğunu yaşatma... Müslümanlar gayretli olursa, ortaya atılan çok değişik ve çok çeşitli komplo teorileri, tabi afetler, orman yangınları gibi üstesinden gelemeyecekleri şey yoktur. Allah çalışana verir, dua gayrete tabidir ve Müslüman için bilim de bir dua şeklidir. Bütün iş maddi ve manevi oluş sırrına sabitlenebilmekte…
Ulus devletler büyük düşüş yaşıyor. Bir çıkmaza doğru sürükleniyor tabir yerindeyse.
Ulus devletleri zaten çıkmazdaydı. Ulus devletlerin insanlığa selamet getirmek gibi bir hedefleri başlangıçta yoktu, şimdi hiç olamaz. 1916’da Sykes-Picot Anlaşmasıyla Orta Doğu’yu ve Afrika’yı parçalara ayırırlarken tek düşünceleri Osmanlı topraklarını daha kolay yönetmek ve daha kolay sömürmekti. Bu sınırlar, sosyal ve ekonomik olarak Müslümanlar rahat nefes alamasınlar diye, fıtrata dar gelecek şekilde dizayn edilmişti.
Bu sınırlar, sosyo-ekonomik olarak Müslümanları zora soktuğu gibi ‘İnananlar kardeştir’ prensibini de unutturuyor.
Nihaî olarak ulus devletlerin tıkanmışlığı İslami bakış açısının yani ümmetçiliğin yeniden gözden geçirilmesi gerektiğini ortaya koyuyor. Hadiseleri algılama ve çözümleme biçimlerimizi ve bu dar haritalardan, bu zincirlerden kurtulmamız gerektiğini…
İslâm’a muhatap anlayış… Bir hatırlatmada bulunmak istiyoruz… Kumandan, “Şartlar Türkiye’yi tarihî misyonunu üstlenmeye zorluyor!” demişti. Yeni bir fikir ve yaşanmaya değer hayata muhtaç olduğumuz da ortada.
Evet, İslâm inkılabı kendini dayatıyor. Zannediyorum burada Üstad Necip Fazıl’ın “Dünya Bir İnkılap Bekliyor” çıkışı bizim için bir hayli ehemmiyetli.
Orada, inkılabın kodlarının ve oluş şartlarının var olduğunu söyleyebiliriz.
Ulus devletler nereye kadar? İşte nihayeti buraya kadar... Ümmet olarak, arayış içerisinde olmalı, yaşananları bir istinad noktasıyla çözümlemeliyiz. Müslümanların meseleleri değerlendirebilme, çözüm üretebilme noktasında zorluk yaşadığını görüyoruz.
Kendi camiamız içinde bile bir birliktelik sağlayabilmiş değiliz. Bir bölünmüşlük var. Şucular, bucular diye, değil mi?.. Ortada pasta yok ama tuhaf bir şekilde pasta paylaşımı var. Baş sıkıntılarımızdan birisi, biz bir araya gelemeyecek şekilde kardeşlik hissimizi kaybediyoruz.
Türkiye’de yaşanan birçok problemin temelinde rejim sıkıntısı olduğunu görüyoruz. En çok da hukukî alanda buhran yaşıyoruz sanki.
Müslümanlar, dünyada ve ülkemizdeki çürüyen ve çürüten gidişata dur diyebilecek kapasiteye yaklaşabilmiş değil. Allah inşallah bize kuvvet verir de İslâm inkılabının oluş şartlarına bu yeni yılda malik olabilecek şuura erebiliriz.
Salgın, yangınlar ve seller bir şeylerin sonuna yaklaştığımızı göstermiyor mu sizce de?
Bütün bu olan bitenler dünyayı sevk ve idare etmeye çalışan zümrenin hadiselere nasıl bir pencereden baktığıyla alakalı… Şöyle düşünelim; bir tarafta bir zenginlik, bir bolluk ve sefahat yaşanıyorken diğer tarafta insanlar açlık ve sefaletten ölüyor. Yâni buna bakarak bile bu düzenin yaşanılmaz ve dayanılmaz olduğunu söyleyebiliriz. LGBT’lilere verilen “özgürlük” imkânı, başörtüsüne verilmiyor.
Böyle saçma bir kurgulanış olabilir mi? Müslümanlar kendi hak ve hürriyetlerini genişletebilmenin yollarını aramalı ve bulmalı… Kazanılmış ve elde edilmiş hiçbir hakkından taviz vermemeli ve bunun maddi, manevi ve hukuki olarak gerekli şart ve imkânını oluşturabilmelidir.
LGBT’ye bu kadar imkân ve “hak” niçin tanılıyor?
Tabi ki Müslümanca, insan gibi yaşamanın önüne geçebilmek ve insanlara İslami bir hayat tarzının daha emin ve daha güvenli olduğunu hatırlatmamak için.
Müslümanların hayat tarzı olan Makâsıdü’ş Şerîa’nın vaaz ettiği teklifler benimsenmesin de, ne olursa olsun istiyorlar.
LGBT meselesinde birkaç yazı kaleme aldım, beni mahkemeye verdiler. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Avrupa Sözleşmesi, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi, İstanbul Sözleşmesi falan… Bir görsen nasıl saldırıyorlar. Allah’tan buradaki savcı aklıselim, insaflı ve hukuk bilir birisiydi de süreci ‘kovuşturmaya yer yoktur’da sonlandırdı. Bir görseniz, nasıl organize olup saldırıyorlar. Avrupa’dan destek alıyorlar.
Yaşananlar nezdinde Türkiye’nin ne yapması lâzım?
Türkiye kültür ve eğitim alanlarında bir an önce Avrupa’nın gölgesinden kurtulmaması lazım.
Bunu da kim nasıl yapacak bilemiyorum yani.
Recep Tayyip Erdoğan, “70 milyon hep beraber Büyük Doğu’yu kuracağız.” demişti.
Olduk 80 milyon, Erdoğan’ın etrafına bakın, Büyük Doğucu var mı?
Olsaydı ortada Büyük Doğu’yu, bu çürümüş sistemin karşısına dikebilmek için; sosyal, ekonomik, hukuki, kültürel ve daha pek çok alanda hazırlıklar yapıldığını görüyor olurduk.
Hukuk Reformu için bile Avrupa Birliği projesi hazırlamak zorunda kalmazdık.
Burada Büyük Doğu pratiğini kavramış kadroların özellikle dışlandığını düşünüyorum. Yoksa ‘kuracağız’ demekle kurulmuyor ki; bu iş kadro işi, ekip işi, ilim, irfan, tefekkür… İslâm’a muhatap bir dünya görüşünün Türkiye’de ve elbet dünyada hayata geçirilmesinin şartlarının hazırlanması, çetin iş…
Büyük Doğu fikriyatına dair herhangi bir çalışma da mevcut değil. “Kültürel iktidar olamadık” demişti Erdoğan. Hâlbuki kültürel iktidarın kodları da Büyük Doğu’da.
Aynen öyle…
Az çok yetişmiş Büyük Doğu kadrosu var. Çabalayan, külliyata ve fikriyata nispetle iş yapan, İslam’a muhatap bir dünya görüşüne sahip kadrolar kritik yerlere yerleştirilebilseydi karıncanın Haz. İbrahim’in ateşine su taşıması misali bir yol alınmış olurdu.
Büyük Doğu’ya nisbet etmiş insan çalmaz, çırpmaz, haramdan uzak durur, gözünü budaktan esirgemez ki 15 Temmuz şehitlerimiz bunun misali…
İslâm’a muhatap bir hayat tarzı için çabalar, Anadolu insanının, Müslümanların refahını düşünür. E daha ne istiyorsun? Gerisi de yavaş yavaş gelirdi.
Başkanlık sistemine de geçildi fakat sistemin şubelerinden tam istifade edilmedi…
Sistem oturmadı, bunun için elbette zaman gerekliydi. Muhalefetin de aşırı tepkisi var. Sistem belki oturabilir ama bu sistemle beraber hala kültür ile turizmi birbirinden ayıramayacaksak sistem otursa ne olur oturmasa ne olur. Turizmden para kazanılacak diye, kültürü turizme boğduruyorsak bu olmaz, hiçbir iş olmaz. Para bir şekilde bulunur…
Hatta para bulunmasa da olur da ilim, irfan, kültür sanat; bir gençlik için bunlar paradan daha kıymetli değil midir? Bunu neden ve nasıl anlayamıyorlar, ben de bunu anlayamıyorum…
Gelinen noktayı tespit için söylüyorum; Millî Eğitim Bakanı Ziya Selçuk istifa etti. Bunu biz Milli Eğitim politikaları iflas etti diye pekâlâ okuyabiliriz değil mi?
Bunları defalarca yazdım. Yeni gelen Bakan İmam Hatip kökenliymiş, o halde soralım ona da; neden kültür ile eğitim, turizm ile spor birbirine bağlanmıyor, ayrı ayrı iki bakanlık oluşturulmuyor? Kültür ile turizmin ne alakası var; turistlere kılıç kalkan gösterisi yapmak dışında…
Palyatif çözümlerle meseleleri halletmeye çalışıyoruz. Günü kurtardıktan sonra da bu “çözümler” de probleme dönüşüyor.
Aynen öyle. Böyle devam edilirse önümüzdeki yıllar daha büyük sıkıntılar, daha büyük meseleler çıkacak önümüze. Gençlik telafisi imkânsız bir boşluğa sürükleniyor ve ben bunu görmediklerinden, gösteremediğimizden mustaribim.
Yalnızca kötü şeyler olmuyor, dünyada Müslüman nüfusu çoğalıyor. İnkılap sesleri de çoğalıyor. “Gong” çalıyor gibi.
Aslında herkes her şeyin farkında da, bakmayın işte. Dünyada olup bitenler, Avrupa yüzyıllar boyu Batıya ilk seferleri yapan Hulefâyi Râşidîn döneminden, 1900’lü yılların başına kadar Müslümanların tehdidi ve tehlikesi altında yaşadığı için Haç ile Hilalin sonu gelmez bir kavgası var. İslam’ın bir fetih dini olması Batı’nın en büyük korkusudur.
Bunun için ılımlı İslam falan filan sürüyorlar piyasaya sürekli. Hâlbuki en evvela bir medeniyet tasavvurundan da önce, fütuhat dini olan İslam’ı yeniden idrak etmeye başladığımızda ve bunun oluş şartlarını idrak ettiğimizde, Batı istese de istemese de İslâm yeniden dünyaya hâkim olacak. Bunu biliyorlar, bundan korkuyorlar.