Putin’in dünkü Dışişleri kolezyumundaki konuşmasından...
Putin: Avrupa’da yöneticiler kendi halklarının güvenini kaybetmekten çok Washington’un gözünden düşmekten korkuyor
… Tekrar ediyorum: dünya hızla değişiyor. Ne küresel siyaset, ne ekonomi, ne teknolojik rekabet eskisi gibi olacak. Giderek daha çok sayıda ülke egemenliğini, kendine yeterliliğini, milli ve kültürel benliğini korumaya yöneliyor. Sahnenin önüne küresel güneyin, doğunun ülkeleri çıkıyor; Afrika ve Latin Amerika’nın rolü artıyor. Biz her zaman, daha Sovyet zamanından beri, dünyanın bu bölgelerinin önemini söylüyorduk; ama bugün dinamik tamamen başka, giderek belirginleşiyor. Bir dizi entegrasyon projesinin hızla hayata geçmekte olduğu Avrasya’da da dönüşüm temposunun hızlandığı görülüyor.
Bugün çok kutuplu ve çok yönlü dünya düzeninin ana çizgileri yeni siyasi, iktisadi gerçeklik üzerinde şekilleniyor ve bu objektif bir süreçtir. Bu, bütün yapay birleştirme çabalarına rağmen organik olarak insana has olan kültürel-uygarlıksal çeşitliliği yansıtıyor.
Bu gelecek imgesi dünya ülkelerinin mutlak çoğunluğunun özlemleriyle kesinlikle uyumludur. Bunu, diğer hususların yanı sıra, güvene dayalı diyalog, katılımcıların egemen eşitliği ve birbirine saygı gibi özel bir kültüre dayanan BRICS gibi evrensel bir birliğin çalışmalarına yönelik artan ilgide de görüyoruz. …
Genel olarak, BRICS’in potansiyelinin onun zamanla çokkutuplu dünya düzeninin başlıca düzenleyici kurumlarından biri haline gelmesine imkan vereceğini düşünüyorum.
… Bağımsız Devletler Topluluğu’ndaki meslektaşlarımızla anlaşmaya vardık ve çokkutuplu bir dünyada uluslararası ilişkilerle ilgili ortak bir belgeyi kabul ettik. Ortaklarımızı ŞİÖ ve BRICS başta olmak üzere başka uluslararası platformlarda da bu konuda görüşmeye davet ettik.
Bu diyaloğun BM duvarları içinde de ciddi bir gelişme göstermesini istiyoruz; bu çerçevede bölünmez bir güvenlik sisteminin kurulması gibi temel, herkes için hayati önem taşıyan bir konudaki diyalog da dahil.
Bu bağlamda hatırlatırım: 20’nci yüzyılın sonunda, sert bir askeri-ideolojik cepheleşmenin sona ermesinin ardından uluslararası toplumda güvenlik alanında güvenilir, adil bir düzen kurulması için benzersiz bir şans ortaya çıkmıştı. Bunun için fazla bir şey de gerekmiyordu — sadece bütün ilgili tarafların görüşlerini dinleme becerisi, bunları dikkate almaya karşılıklı hazır oluş. …
… Başında ABD’nin bulunduğu batılı ülkeler soğuk savaşta kazandıklarını ve dünyanın nasıl düzenleneceğine tek başlarına karar verme hakları olduğunu düşündüler. Bu dünya görüşünün pratik ifadesi, her ne kadar Avrupa’da güvenliğin nasıl sağlanacağıyla ilgili başka fikirler mevcut idiyse de, Kuzey Atlantik bloğunun zaman ve mekana sınırsız yayılması projesi oldu. …
Biz hem 90’larda hem de daha sonrasında daima batılı elitlerin seçtiği yolun yanlışlığını gösterdik; sadece eleştirmek ve uyarmakla da kalmadık, seçenekleri ve yapıcı çözümleri önerdik, Avrupa ve dünya güvenliğinde herkesi, altını çizmek istiyorum, herkesi memnun edecek bir mekanizma geliştirilmesinin önemini vurguladık. …
En azından daha 2008’de önerdiğimiz Avrupa güvenlik anlaşması fikrini hatırlayalım. Aynı konular Rusya Dışişleri Bakanlığının 2021 aralığında ABD ve NATO’ya verdiği memorandumda da gündeme gelmişti. …
Bu arada, Avrupa’da ve dünyada güvenliğin ve refahın sağlanması için biricik doğru formül diye ilan edilen batı formülünün aslında işlemediği de yeterince hızlı bir şekilde anlaşılmıştı. Balkanlardaki trajediyi hatırlayalım. Eski Yugoslavya’da biriken iç problemler (elbette, vardı bunlar) kaba dış müdahale yüzünden hızla keskinleşti. NATO tarzı diplomasinin başlıca prensibi daha o zaman kendini bütün ihtişamıyla gösterdi — karmaşık iç ihtilafların çözümünde son derece kısır ve verimsiz bir prensip: taraflardan herhangi bir nedenle pek hoşlarına gitmeyen birini bütün günahlardan ötürü suçlamak ve bütün siyasi, enformatif ve askeri gücü, ekonomik yaptırımları ve kısıtlamaları onun üzerine salmak.
Daha sonra aynı yaklaşımlar yeryüzünün farklı yerlerinde de kullanıldı, siz ve ben çok iyi biliyoruz bunu: Irak, Suriye, Libya, Afganistan ve diğerleri; ve onlar, mevcut problemlerin derinleşmesinden, milyonlarca insanın kaderinin yerle bir edilmesinden, koca koca devletlerin yıkılmasından, beşeri ve sosyal felaket odaklarının, terörist anklavlarının genişlemesinden başka bir şey getirmediler.
Batı şimdi de küstahça Yakındoğu işlerine sızmaya çalışıyor Bu alanı bir zamanlar kendi tekellerine almışlardı ve bunun sonucu bugün herkes tarafından biliniyor, apaçık.
Güney Kafkasya, Orta Asya. İki yıl önce Madrid’deki NATO zirvesinde ittifakın artık sadece Avrupa-Atlantik’te değil Asya-Pasifik bölgesinde de güvenlik meseleleriyle uğraşacağını ilan ettiler. Oralarda yaşayanlar da bunlar olmadan yapamazmış. Belli ki bunun arkasında, kalkınmalarını engelleme kararı aldıkları bölge ülkeleri üzerinde baskıyı artırma çabası var. Bilindiği gibi bu listedeki baş sıralardan birinde ülkemiz, Rusya bulunuyor.
Füze savunma anlaşmasından, orta ve uzun menzilli füzelerin tasfiyesi anlaşmasından, açık hava sahası anlaşmasından tek taraflı çıktığını açıklayarak stratejik istikrarı baltalayanın ve NATO’daki uydularıyla birlikte Avrupa coğrafyasında onlarca yılda yaratılmış olan güven ve silahlanma üzerinde kontrol tedbirleri sistemini yıkanın Washington’un ta kendisi olduğunu da hatırlatırım.
Nihayetinde batılı devletlerin bencilliği ve kibri bugünkü son derece tehlikeli duruma yol açtı. Geri dönüşsüzlük noktasına kabul edilemeyecek kadar yaklaşmış bulunuyoruz. Büyük bir nükleer cephaneliği bulunan Rusya’yı stratejik yenilgiye uğratma çabaları batılı siyasetçilerin bütün sınırları aşmış maceracılığını gösteriyor. Ya kendi ortaya koydukları tehdidin büyüklüğünü anlamıyorlar ya da kendilerinin cezalandırılmazlığı ve münhasırlığına dair obsesif bir inanca saplanmışlar. Bunların her ikisi de trajediyle son bulabilir.
Açıktır ki Avrupa-Atlantik güvenlik sisteminin çöküşüne tanık oluyoruz. Bugün artık bu sistem yoktur. Bunu fiilen yeni baştan kurmak gerekiyor. Bütün bunlar bizim ortaklarımızla, bütün ilgili ülkelerle birlikte (bunlar hiç de az değil) Avrasya’da güvenliğin sağlanması için kendi seçeneklerimizi geliştirmemizi ve bunları daha sonra geniş bir uluslararası tartışmaya açmamızı gerektiriyor. …
Bunun için hangi temeller üzerinde ne yapmak gerek?
Birincisi, gelecekteki böyle bir güvenlik sisteminin bütün potansiyel katılımcılarıyla diyalog geliştirmek gerekli. Sizden, başlangıç için, Rusya ile yapıcı bir karşılıklı etkileşime açık devletlerle zaruri meseleleri ele almanızı rica ediyorum.
Geçtiğimiz günlerde Çin Halk Cumhuriyeti ziyareti sırasında bu problematiği ÇHC Başkanı Si Tsinpin ile de görüştük. Rusya’nın teklifinin, Çin’in küresel güvenlik alanındaki temel ilkeleriyle çelişmediği gibi tersine bunları geliştirdiğini ve tam bir uyum içinde olduğunu ifade ettik.
İkincisi, gelecekteki güvenlik mimarisinin, bunun kuruluşunda yer almayı arzu eden bütün Avrasya ülkeleri için açık olması ilkesinden yola çıkmak önem taşıyor. “Herkes için” kuşkusuz hem Avrupa hem NATO ülkelerini de kapsıyor.
… Avrupa’daki epey yüksek siyasetçilerin de katıldığı Rusya karşıtı propaganda kampanyasına Rusya’nın güya Avrupa’ya saldırmaya hazırlandığı spekülasyonları eşlik ediyor. Bu konuda defalarca konuştum… bu tam bir hezeyandır, sadece silahlanma bahanesidir.
… Avrupa için tehlike Rusya’dan gelmiyor. Avrupalılar için başlıca tehdit ABD’ye olan kritik ve sürekli artan, fiilen mutlak bağımlılıktır: askeri, siyasi, teknolojik, ideolojik ve enformasyon alanlarında. Avrupa küresel iktisadi kalkınmanın şarampolüne gitgide daha fazla kayıyor, göçmen ve diğer yakıcı problemlerin kaosuna yuvarlanıyor, uluslararası özne kimliğini ve kültürel benliğini kaybediyor.
Bazen, Avrupa’da yönetimdeki siyasetçilerin ve Avrupa bürokrasisinin temsilcilerinin kendi halklarının, kendi yurttaşlarının güvenini kaybetmekten çok Washington’un gözünden düşmekten korktuğu izlenimi hasıl oluyor. Son Avrupa Parlamentosu seçimleri de bunu gösteriyor. Avrupalı siyasetçiler aşağılanmayı, hoyratça davranılmayı ve Avrupalı liderlerin dinlenmesine ilişkin skandalları sineye çekerken, ABD onları sadece kendi menfaatleri için kullanıyor: ya onları kendi pahalı gazını almaya zorluyor (yeri gelmişken, gaz Avrupa’da ABD’dekinden üç ya da dört kat daha pahalı) ya da şimdi olduğu gibi Avrupa ülkelerinin Ukrayna’ya silah sevkiyatını arttırmasını talep ediyor. Bu arada, taleplerin zaten ardı arkası kesilmiyor. Ve onlara karşı da, Avrupa’daki iktisadi girişimcilere karşı da yaptırımlar getiriyorlar.
… ABD’nin kendisine gelince, askeri teknolojilere ve yarının teknolojilerine yatırım yapıyor: uzaya, modern dronlara, yeni fiziksel ilkelere dayalı saldırı sistemlerine, yani gelecekte silahlı mücadelenin doğasını ve dolayısıyla güçlerin askeri ve siyasi potansiyelini ve dünyadaki konumlarını tayin edecek olan alanlara. Şimdi bunlara öyle bir rol veriliyor: paracıkları bizim için gereken yerlere yatırın. Ama bu, Avrupa potansiyelini filan artırmıyor.
Eğer Avrupa dünyanın gelişmesinde bağımsız merkezlerden ve gezegenin kültür ve uygarlık kutuplarından biri olma niteliğini korumak istiyorsa kesinlikle Rusya’yla iyi ilişkilere ihtiyacı var ve en önemlisi biz de buna hazırız.
Bu aslında basit ve aşikar gerçeği kulağı başkalarının iradesi ve fısıltılarında değil ama gerçekten Avrupa ve dünya ölçeğindeki siyasetçiler, bu ülkelerin ve halkların tarihi kategorilerle düşünen yurtseverleri kavramıştı. Savaş sonrası yıllarda Charles de Gaulle birçok defa söylemişti bunu. İyi hatırlıyorum: 1991’de, o zaman benim de katılma şansı bulduğum bir görüşme sırasında Almanya şansöliyesi Helmuth Kohl Avrupa ile Rusya’nın ortaklığının altını çizmişti. Avrupalı siyasetçilerin yeni kuşağının bu mirasa er ya da geç döneceğine inanıyorum.
ABD’ye gelince, orada bugün hakim liberal-globalist elitlerin kendi ideolojilerini bütün dünyaya ne yoldan olursa olsun yayma, kendi imparatorluk statülerini, hakimiyetlerini koruma yönünde sonu gelmeyen girişimleri ülkeyi de tüketiyor, onu çözülmeye götürüyor, Amerikan halkının gerçek menfaatleriyle apaçık bir tezat teşkil ediyor. Eğer bu çıkmaz yol, kendi seçilmişliğine ve münhasırlığına inançla karışık saldırgan mesihçilik olmasaydı uluslararası ilişkiler çoktan istikrara kavuşmuş olurdu.
Üçüncüsü, Avrasya güvenlik sistemi fikrini öne sürmek için Avrasya’da halihazırda faaliyet göstermekte olan çoktaraflı örgütler arasındaki diyalog sürecini büyük ölçüde hızlandırmak gerek. Burada mevzu olan öncelikle Birlik Devleti, Kolektif Güvenlik Anlaşması Örgütü, Avrasya Ekonomik Birliği, Birleşik Devletler Topluluğu, Şanghay İşbirliği Örgütü’dür. …
Dördüncüsü, Avrasya’da yeni bir ikili ve çoktaraflı kolektif güvenlik garantileri sistemi için geniş bir tartışmaya başlamanın zamanı geldiğini düşünüyoruz. Bu bağlamda perspektif olarak Avrasya bölgesindeki dış güçlerin askeri varlığını da tedricen azaltmak gerekiyor.
Elbette bugünkü durumda bu tezin gerçekçi görünmeyebileceğini anlıyoruz, ama bu bugün için. Eğer gelecekte güvenilir bir güvenlik sistemi inşa edersek bölge dışı askeri varlık bulundurulması zarureti olmayacaktır. Doğrusunu söylemek gerekirse esasen bugün de bu zaruret yok, bu sadece işgal demek, hepsi o. …
Bu bağlamda Belarus dostlarımızın programatik bir belge, 21’inci yüzyılda çokkutupluluk ve çoğulculuk şartı üzerine çalışılması inisiyatifini destekliyoruz. Bu şartta sadece uluslararası hukukun temel ilkelerine yaslanan çerçeve ilkeler değil daha geniş bir planda batı merkezli bir dünyanın yerini almakta olan bir uluslararası ilişkiler sistemi olarak çokkutupluluğun ve çoktaraflılığın muhtevası, tabiatına dair stratejik vizyon formüle edilebilir. …
Beşincisi, Avrasya güvenlik ve kalkınma sisteminin en önemli parçası, kuşkusuz, ekonomi, sosyal refah, entegrasyon ve karşılıklı yarara dayanan işbirliği meseleleri; yoksulluğun, eşitsizliğin üstesinden gelinmesi gibi genel problemlerin çözümü, iklim, ekoloji; pandemi ve küresel ekonomide kriz tehditlerine karşı acil tepki mekanizmalarının kurulması olmalı — hepsi de önemli.
Batı, eylemleriyle sadece dünyada askeri-siyasi istikrarı baltalamakla kalmadı; yaptırımlarla, ticaret savaşlarıyla da kilit önem taşıyan pazar kuruluşlarını itibarsızlaştırdı ve zayıflattı. IMF ve Dünya Bankası’nı kullanarak, ikim gündemini çarpıtarak küresel güneyin kalkınmasını engelliyor. Batı, kendi yazdığı kurallarla bile rekabette kaybediyor ve yasak bariyerlerini, her türden korumacılığı uygulamaya koyuyor. ABD fiilen Dünya Ticaret Örgütü’nün uluslararası ticaretin düzenleyicisi rolünü reddetti. Her şey bloke edildi. Üstelik sadece rakiplerine değil kendi uydularına da baskı uyguluyor. Bugün resesyonun kıyısında sallanan Avrupa ekonomilerinin özsuyunu nasıl emdiğini izlemek yeterli.
Batı ülkeleri Rusya’nın varlıklarının ve döviz rezervlerinin bir kısmını dondurdu. Şimdi de bunları tamamen mülk edinmek için nasıl bir hukuki zemin oluşturacaklarını düşünüyorlar. Ama bütün bu sahtekarlığa rağmen hiç kuşkusuz hırsızlık hırsızlık olarak kalacak ve diğer taraftan cezasız da kalmayacaktır.
Mesele daha derin. Rusya’nın varlıklarını çalarak kendi kurdukları ve onlarca yıldır kendilerine refah getiren, kazandıklarından fazlasını tüketmelerine, borçlar ve yükümlülükler yoluyla bütün dünyadan para sızdırmalarına imkan veren sistemin yıkımına yönelik bir adım daha atacaklar. Artık bütün ülkeler ve şirketler, varlık fonları için, uzaklardaki varlık ve rezervlerinin hem hukuki hem de iktisadi anlamda güvende olmadığı aşikar hale geliyor. ABD ve batı tarafından mülksüzleştirilme sırasında bir sonraki, herhangi bir başkası olabilir — işte bu yabancı devletlerin fonları, onlar olabilir. …
Etkili ve güvenli, batının kontrol ettiklerine alternatif, ikili ve çoktaraflı dış iktisadi mekanizmaların kurulmasını ciddi bir şekilde hızlandırmamız gerektiğini düşünüyorum. Bu ayrıca, milli paralarla hesapların genişletilmesini, bağımsız ödeme sistemlerinin kurulmasını ve batı tarafından bloke edilmiş veya sınırlanmış kanalların etrafından dolanacak üretim ve piyasa zincirlerinin oluşturulmasını öngörüyor.
Elbette, Avrasya’da, yani doğal coğrafi çekirdeğini Rusya’nın teşkil ettiği bu kıtada uluslararası ulaştırma koridorlarının geliştirilmesi çabalarına devam etmek de zaruridir.
Harici.com.tr