Dilsiz filminin kısaca serüveninden bahseder misiniz? Hatta bir konuşmanızda hat sanatıyla meşgul olduktan sonra senaryoyu yazmaya başladığınızı ifade etmiştiniz. Bunu sizden dinlemek isteriz.
Hat sanatı ile alakalı bir şey yapmaya niyet ettiğimizde tabii uzunca okumalar, hattatlarla görüşmeler gerçekleşti. Fakat senaryo bir noktada tıkandı, ilerleyemedi pek. Yani bunun sebebini bilmiyorum ama sonuçta bir tıkanma söz konusuydu. Bunun üzerine ben de şöyle bir şey düşündüm, hani bu kadar çok şey okuduk, bu kadar çok insanla görüştük ki o dönem bazı hattatlardan daha fazla malumat sahibi bile oldum ama ilerlemedi bir türlü. O zaman dedim ki, acaba sorun hat sanatına yeteri kadar nüfuz etmememden kaynaklanıyor olabilir mi? Akabinde bir hat hocasından meşk izni istedim ve takriben 1-2 sene kadar da hat meşk ettim. Oldukça da ilerledim sayılır. “Rabbi yessir”leri vesaire geçtim. Tabii bu sürecin içerisine girdiğimde senaryo serüveni de çok daha hızlı ve suhuletle tamamlandı.
Aslında bizim musiki kültürümüzü, adab-ı muaşeretimizi sinemaya yediriyorsunuz diyebilir miyiz?
Bu iddiaya “yapıyorum ya da yapamıyorum” demem biraz beni aşan bir cevap olur. Çünkü bunlar seyircinin takdirine kalmış şeyler. Ama şuna inandım: Var olan kültürel herhangi bir detayın ve unsurun, siz adab-ı muaşeret diyebilirsiniz ya da başka bir şey diyebilirsiniz, perdede sahici var olması benim açımdan kritik bir şey. Hassas olduğum bir alan burası. Herhangi bir detayı kaçırmak istemem. Daha doğrusu o detayla beraber onun sahici bir şekilde ekranda, perdede var olması gerektiğine inanıyorum. Bir de öyle ya da böyle sonuçta Osmanlı bakiyesi bir kültürden bahsediyoruz; çok zengin ve çok derin. Bu beni şaşırtıyor, zevk veriyor ve büyülüyor ama bazen de anlayamamanın getirdiği bir korku ve ürperme haline de sürüklüyor.
Röportajın tamamını okumak için TIKLAYINIZ