Türk milletinin, Türkiye'de yaşayan tüm halkların, Müslümanların, Filistin mücadelesinin bir bağımsızlık mücadelesi ve Türkiye'nin de bağımsızlaşması yolundaki en önemli basamak olduğunun bilinciyle hareket etmesi gerektiğini düşünüyorum.
Üzerinden bir sene geçen Aksa Tufanı'nı genel olarak değerlendirmek isteseniz neler söylersiniz? Bu operasyonun ana gayesi sizce tam olarak neydi?
Aksa Tufanı harekatının birinci sebebi Arap dünyasında İsrail'le olan yakınlaşma girişimlerini sekteye uğratmaktı ve bunda da başarılı oldu. En önemli gerekçesi buydu. Biliyorsunuz Suudi Arabistan ve Körfez ülkeleri Filistin meselesini neredeyse unutmuş bir haldeydiler. 7 Ekim öncesinde İsrail'le barış süreci başlamıştı. Hatta Türkiye-İsrail ilişkileri de iyileşme noktasına gelmişti. Türkiye'nin rezervleri de kalkmıştı. Cumhurbaşkanı New York'ta Netanyahu'yla görüşmüştü. İslâm dünyasındaki bu süreç, Filistin mücadelesinin bütünüyle neredeyse unutulma noktasına geldiği ve Gazze'deki bu ablukanın artık dünyanın gündeminden tamamen düştüğü anlamına geliyordu. 7 Ekim harekatıyla beraber aslına bakarsanız birinci şey bu oldu ve bu başarılı oldu. Bütün dünyanın özellikle İslâm dünyasının gündemine bunu getirmeyi başardılar. Arap rejimlerinin İsrail'le yakınlaşma teşebbüsü tamamıyla ortadan kaldırılmış oldu. Hatta Suudi Arabistan daha da ileri gitti ve Filistin'deki bu soykırım bitirilmeden asla bir daha masaya dönülmeyeceğini açık ve net bir şekilde söyledi.
Özellikle ilk başlarda sanki her şey bu operasyonla başlamış gibi bir algı oluşturulmaya çalışıldı. Meselenin evveliyâtı ve Aksa Tufanı’nın en önemli etkisi hakkında neler söylemek istersiniz?
Elbette, bu işgal 1948'de başladı. Yeni bir işgalden bahsetmiyoruz. Zaten İsrail, Gazze'yi daha önce de işgal altında tutuyordu ve bir direniş neticesinde geri püskürtülmüştü. Bugün itibariyle İsrail'in Gazze'de gerçekleştirdiği soykırım 7 Ekim'de başlamadı; 1948'de, hatta 1928'de başlamış oldu. O açıdan yeni bir şey yok. Sadece değişen şey, Filistin mücadele tarihi açısından 7 Ekim'in, belki de ikinci önemli hususu, hatta birinci hususu, Arap-İsrail arasındaki müzakerelerin bitirilmesi. Normalleşme çabalarının ortadan kaldırılmasıdır. İkincisi ise çok daha önemli bir husus. Filistin mücadele tarihinde ilk defa Filistinliler bir aktör olarak sahneye çıkmış oldular. Bugüne kadar bütün savaşlar aslında Arap ülkeleriyle İsrail arasındaydı; yani Ürdün, Mısır, Suriye, Irak gibi Arap rejimlerinin kendi iç siyasi politikalarını tahkim etmek amacıyla kullandıkları bir argümandı Filistin mücadelesi. 7 Ekim'den itibaren Filistin mücadelesi, Filistin halkının ve onun silahlı kuvvetlerinin doğrudan bir mücadelesi haline dönüşmüş oldu. Filistinli mücahitler ilk defa tarihte bir aktör olarak şu anda Filistin mücadelesi içerisinde yer alıyorlar. Ve bu saatten sonra, daha önce başlarına gelenler, Ürdün'e, Lübnan'a sürülmeleri ya da Tunus'a gönderilmeleri gibi pek çok olay, 1970'lerden bugüne kadar yaşananlar, artık gerçekleşmeyecek. Çünkü artık hiçbir devletin, Mısır'ın, Ürdün'ün, Suriye'nin ya da Irak'ın kontrolü altında değil, doğrudan kendi kendilerine, bağımsız olarak mücadele eden bir savaşa dönmüş durumdalar. Bu da bence Filistin mücadele tarihi açısından en önemli ve kritik bir eşikti ve bu eşik aşılmış oldu.
Ayrıca Aksa Tufanı, İsrail'le ancak savaşarak mücadele edilebileceğini, hiçbir şekilde barış müzakerelerinin bir işe yaramadığını, son 76 yıllık hadiseler ve tecrübeler gösterdi. İsrail, ancak savaşarak yok edilebilir ve İsrail'in varlığını kabul eden ve onu meşrulaştıran herhangi bir anlayışı yok etmek de ancak savaşla mümkündür. Kısacası, İsrail denen bir Siyonist varlığın Müslüman toprakları üzerinde artık yaşayamayacağını bize Aksa Tufanı net bir şekilde gösterdi.
Gazze'nin şu andaki durumu hakkında genel olarak neler söyleniyor, nasıl bir bilgi vermek istersiniz? Kamuoyuna gerektiği kadar yansımayan veya üzerinde pek de durulmayan şeyler var mı sizce?
Şunu unutmamak lazım: Filistinlilerin toplam nüfusunun yarısı kadarı, Filistin'de yaşayan işgal altındaki topraklarda yaşayanlar kadar, şu anda dünyada mülteci olarak yaşıyor. Yani bu, 7 Ekim'e kadar, mücadeleler ne kadar ağır koşullar altında verilmiş olursa olsun, Filistinliler mülteci durumuna düşmüşler. Fakat 7 Ekim'den bugüne kadar, yani yaklaşık bir yıl geçecek ve hiçbir Filistinli mülteci durumuna düşmüş değil. Bu belki de en büyük kazanımdır. Filistinliler kendi topraklarında şehit olsalar da orada yaşamaya devam ediyorlar. 40.000'den fazla şehit vermiş durumdalar. Ama bu tabii ki, yani diğer bölgedeki durumlarla mukayese edildiğinde, mesela Suriye'deki Nusayri rejimine karşı verilen mücadelede 1 milyon şehit var, milyonlarca mülteci var. Yani bu son 11 yılıyla mukayese edildiğinde, Filistin mücadelesi, hiçbir şekilde son bir yılda karşılığında çıkan şeye bir tek bile mülteci verilmiş değil. Filistinliler topraklarını terk etmiyorlar. Bu, İsrail'in asla kabul edemeyeceği bir şeydi. Çünkü İsrail'in bütün savaş stratejisi Filistinlilerin Filistin toprakları dışına sürülmesi üzerine kurulmuştu.
Batılı iktidarların ve toplumun Filistin'e bakışında ne gibi değişiklikler oldu? Orada yapılan eylemleri nasıl değerlendiriyorsunuz?
İktidarlar açısından bir kırılma söz konusu çünkü bütün toplumlar, Müslüman olsun ya da olmasın, güçlü olanın arkasında dururlar ve eğer siz kendi mücadelenizle kararlılık gösterir ve vaat ederseniz, toplumlar ya sizin mücadelenizi takdir eder ya da en azından arkanızda dururlar. 15 Temmuz'da da bunu gördük. Ya da şöyle olabilir; karşınızda durmazlar. Bugün Batı toplumlarındaki rejimler açısından bir kırılma söz konusu. Amerika'yı dışarıda tutuyorum çünkü o zaten İsrail’in bir parçasıdır; fakat diğer Avrupa ülkeleri ve Amerika, Güney Amerika ülkelerinde Venezuela, Portekiz ve İtalya'da pek çok ülkede Filistin mücadelesinin haklılığını kabul eden ve İsrail'i gayrimeşru görmeye başlayan rejimlerin ortaya çıkması, Filistin mücadelesinin ve mücahitlerin kararlı tutumundan kaynaklanmıştır. Bunu Gazzeli insanların katledilmesi ve ölmesinin toplumları harekete geçirdiğini düşünmüyorum. Toplumları harekete geçiren şey vicdan sahibi insanların dünyanın her yerinde, yani sonuçta hepimizi yaratan Rabbimiz ve hepimizin temiz fıtratı vardır. Doğal olarak Gazze'deki insanların yanında yer almak isteyen ve İsrail'e karşı bir tavır sergilemek isteyen insanlar dünyanın her yerinde olacaktır. Bunu bir kenara koyuyorum. Bu, insan olmanın gerektirdiği bir şeydir ve temiz fıtratla alakalı bir şeydir.
Batı dünyasının İslâm’a olan bakış açılarında bir değişiklik gözlemliyor musunuz?
Elbette, onlarda da bir değişiklik olduğunu görüyoruz ama bu şundan kaynaklanıyor: çok sebat eden ve bu zulme karşı ne olursa olsun teslim olmayacak bir iman karşısında herkes muhakkak surette etkilenir. Ama bu, tekrar ediyorum, Gazze'de 40 bin insanın katledilmiş olmasından dolayı insanların, toplumların harekete geçtiği büyük bir vicdanî şey olduğunu düşünmüyorum. Eğer öyle olmuş olsaydı, Suriye'de bir milyon insan öldü; 200'den fazla kimyasal saldırı düzenlendi ve çoğu İran rejimi tarafından gerçekleştirildi. Üstelik, güya Batı rejimlerinin de düşmanı olduğunu düşündüğümüz İran'daki Molla rejimi tarafından. Buna rağmen Batı kamuoyunda herhangi bir harekete geçme söz konusu olmadı. Irak'ta bir milyon Müslüman katledildi, yine bir tepki olmadı. Afganistan'da da gözümüzün önünde milyonlarca insan katledildi, yine bir tepki olmadı. Ben bütün bunlardaki temel dönüşümün ve Gazze konusundaki duyarlılığın artmasının temel sebebini, Gazze'deki direnişin, mücadelenin çok ciddi, halkıyla bütünleşmiş, aykırı seslerin çıkmadığı, bir tek yerden hareket eden, halkıyla birlikte, savaşçıların birlikte hareket etmesi ve bunun da çok sebatkar olmalarından kaynaklandığını düşünüyorum. Ayrıca İsrail'in eskisi kadar güçlü olmadığını ve yenilebilir olduğunu 7 Ekim'in gösterdiği için bu da büyük bir kırılma yaşattı. Çünkü insanlar genellikle güç karşısında teslim olurlar. Fakat Filistinli mücahitlerin, eğer silahlandıklarında, İsrail karşısında hiç de öyle zayıf olmayabileceklerini görmeleri insanlarda ciddi bir etki uyandırdı.
Amerika, Çin ve Rusya gibi ülkelerin mesele hakkındaki tavırlarını nasıl değerlendirirsiniz?
Amerika ile İsrail arasındaki ilişki, kurulduğu günden beri tamamen bütünleşik bir ilişki. Orada hiçbir şey söz konusu değil. Yalnızca Amerika'daki Yahudi sermayesinin zarar görmesi halinde Amerikan siyasetinde bir İsrail politikasında değişiklik olabilir. Amerikan sermayesinin el değiştirmesi ya da zarara uğraması durumunda değişebilir. Bunun dışında, kim iktidara gelirse gelsin, Amerikan siyasetinde İsrail'e bakışın değişmeyeceği kanaatindeyim. Rusya ise tamamen pragmatik bir ilişki kurabilir. Bugüne kadar Filistin mücadelesine hep bu pragmatik duruşla karşılık verdi. Arap dünyasındaki rejimlerin bir kısmı, söz gelimi Suriye ve Irak gibi, Soğuk Savaş döneminde kendisine yakın durduğu için Rusya, Filistin mücadelesini Orta Doğu'da biraz daha güç kazanabilmek için bir araç olarak kullandı. Son olarak Çin, Çin de Rusya ile benzer bir tutum içerisinde. İkisi de pragmatik olarak yaklaşıyor.
Filistin mücadelesi karşısında İslâm dünyasının rolünü nasıl değerlendiriyorsunuz? Ayrıca Türkiye’nin meseleye olan tavrını nasıl buluyorsunuz? Neler yapıldı, neler yapılmadı ve neler yapılabilir?
İslâm dünyasında bağımsız, kendi ayakları üzerinde durabilen rejimler ancak Filistin mücadelesine katkıda bulunabilir. Kendi mücadelelerinde bağımsız olmayan bir rejimin İsrail işgaline karşı bir tavır sergileyebilme ihtimali yoktur. İşte bu açıdan Türkiye'de, Türk Devleti'nden ses çıkmasının sebebi, son bir yıldır gündeme gelen bağımsızlaşma siyasetinden kaynaklanıyor. Başka bir sebebi yok.
Türkiye, İslâm dünyasında İsrail'i tanıyan ilk devlet olmuştur. Doğal olarak İsrail'i dünyada tanıyan ve onu meşru gören bir rejimin, bir ülkenin, 1948'den bu yana izlediği gelişim çizgisi gerçekten çok ciddidir. Türkiye'de İsrail karşıtlığının devlet düzeyinde bir devlet politikası haline gelmiş olması, Filistin mücadelesinin bir bağımsızlık mücadelesi ve kurtuluş savaşı olarak değerlendirilmesi, hatta Kuvva-i Millîye ile benzer bir nitelik taşıdığının devlet tarafından ifade edilmesi büyük bir gelişmedir. Meseleyi kendi çizgisi içerisinde değerlendirmek lazım. Yani mesela Mısır’la ilişkisini, Mısır-Filistin ilişkisi bağlamında değerlendirilemez. Çünkü Mısır, başından beri İsrail'e düşman olan, aynı topraklar üzerinde mücadele eden ve iki defa savaş vermiş bir ülkenin bugün geldiği noktayla, İsrail'i başından beri tanıyan ve ona en dostane ilişkileri kurmuş olan, 28 Şubat darbesinde, ki bu Kemalist iktidarların iktidar oldukları bütün dönemlerde en güçlü Siyonist lobiyle ilişki kurulmuş olan bir ülkede, bugün İsrail’e neredeyse düşman olacak bir noktaya gelmesi, Türkiye'nin geldiği noktanın çok ileri bir nokta olduğunu gösteriyor.
Filistin için milletin tutumunu ve desteğini nasıl görüyorsunuz?
Milletin tutumunda bir yetersizlik görüyorum açıkçası. Türkiye'de millet Filistin meselesine daha fazla sahip çıkan bir tavır sergilemiş olsaydı, devlet de bu konuda daha önceden tedbirler alabilirdi. Ticaret, ikili çıkarlar vs. konuşulurdu. Bütün bunlar, zaman içerisinde, yani bu noktada halkın tepkisi çok daha yüksek olsaydı, o zaman daha ileri bir şeyler yapılabilirdi. Bugün Türkiye'nin İsrail'e doğrudan savaş açması beklentisi ham hayal ve gerçek dışı bir şey. Ama sürekli bu teyakkuzda kalınması ve İsrail karşıtlığının, yani Cumhurbaşkanı'nın tabiriyle, “Gazze Türkiye'nin ön savunma hattıdır” diyecek bir noktaya gelmesi, Türkiye'nin güvenlik noktasında İsrail'le dostane bir ilişki değil, düşmanlık ilişkisine dönüşmüş olması, Müslümanlar açısından bugün itibariyle ulaşılabilecek en ileri nokta olduğunu düşünüyorum.
Filistin meselesinin çözümüne dair neler söylemek istersiniz?
Filistin'in özgür olabilmesi, İslâm dünyasının özgürlüğü ile ilişkilidir. Mısır özgür olmadan, Suriye'deki Nusayri rejimi yıkılmadan, İran'daki Molla rejimi yıkılmadan ve İsrail'in destekçisi olan bütün bu rejimler ortadan kalkmadan, İslâm dünyası huzura ermeyecektir. Bu dönüşümler gerçekleşmeden, Filistin mücadelesi basit bir hal alır, yani İsrail'le mücadele. İsrail'i ayakta tutan Hizbullah gibi, İran'daki Molla rejimi gibi, ya da Mısır'daki diktatör rejimleri gibi ve Suriye'deki Nusayri rejim gibi işbirlikçi rejimlerdir. Bu işbirlikçi rejimler, İsrail'i güçlü kılan, sadece seküler, laik, krallık rejimleri değil, aynı zamanda sözde şeriatçı olduğunu iddia eden İran ve etrafındaki onun desteklediği rejimlerdir.
Yani Filistin mücadelesi, Türkiye'nin bağımsızlaşma yolundaki önemli bir mücadelesi olduğunu düşünüyorum. İslâm dünyasının kalbi olarak Türkiye'yi görüyorum. Çünkü daima böyle oldu. O açıdan, Türk milletinin, Türkiye'de yaşayan tüm halkların, Müslümanların, Filistin mücadelesinin bir bağımsızlık mücadelesi ve Türkiye'nin de bağımsızlaşması yolundaki en önemli basamak olduğunun bilinciyle hareket etmesi gerektiğini düşünüyorum.
Teşekkür ederim.
Rica ederim.
Aylık Baran Dergisi 32. Sayı, Ekim 2024