Maârifin (eğitim kelimesi yetmiyor) temel unsûru muallim-hocadır. (Öğretmen kelimesi yetmiyor). Bugüne kadar yapılan eğitim reformları bu gerçeği yeteri kadar kaale almadı, ya teğet geçti ya da tamâmen ihmâl etti. 

Eğitim meseleleri arasında öğretmen mevzûu umûmiyetle öğretmenin özlük hakları ve maaşları zâviyesinden masaya getirildi. Oysa bizim dikkat çektiğimiz öğretmen meselesi bu değildir. “Öğretmenin meselesi” ayrı, eğitim sistemimizin “öğretmen meselesi” ayrıdır. Birincisi de mühimdir ama ikincisi, yani “öğretmen meselesi” bekâ meselemizdir. Necip Fazıl merhûmun “Hayat mayat diyorlar/Benim gözüm mayatta” dediği gibi biz, dünyâperestlerin gözüyle görünenin ötesine bakıyoruz. Eğitim, bir milletin en mühim bekâ meselesi, öğretmen eğitimin en mühim unsûru olduğuna göre öğretmen meselesi aslında milletin bekâ meselesidir. 

Öğretmen rol modeldir. Dijital dünyânın ve ona bağlı olarak sosyal medyanın gücüne rağmen öğretmen hâlâ çocuklar üzerinde büyük tesîr gücüne sâhiptir ve yıllarca süren bir münâsebet mutlaka çocukta izler bırakmaktadır. Bu izler öğretmene bağlı olarak müspet de menfî de olabilmektedir. Devlet, yeni nesillerin karşısına milletin dînini, ahlâkını, dilini, kültürünü, kimliğini tam olarak temsîl edebilecek rol modeller çıkarmalıdır. Ateist, deist, seküler hayat tarzına esîr olmuş, âhiretsiz, mâneviyâtsız… rol modellerle yeni nesillerin Müslüman ve Türk kalabilmesi mümkün değildir. Öyleyse iç dünyâsı beyaz bir sayfa gibi tertemiz çocuklarımızın karşısına mümkün olan en mükemmel kişilikleri çıkarmamız şarttır. Dolayısıyla öğretmen seçimi eğitimin baş meselesidir. Kişilikleri hakkında hiçbir bilgiye sâhip olunmadan KPSS gibi test sınavları başarı sıralaması ile öğretmen seçilemez. Bu şekilde seçilen bir öğretmen kadrosundan yeni nesilleri millî ve mânevî değerlerine bağlı olarak geleceğe hazırlamasını bekleyemeyiz. Hiçbir millet, yeni nesillerini kendi millî-mânevî değerlerine lâkayt veyâ düşman eğitim kadrolarına teslîm etmiyor. Bu garâbet sâdece bizde görülen bir şey. Bir ân evvel bu meseleyi halletmezsek istikbâl ve istiklâlimiz tehlikede demektir. 

Bu sancımızı dile getirmeye çalıştığımız birçok yazı yazdık. Nerelere ulaşır, kimler duyar ve gereğini yapar bilmiyoruz tabiî. Bir ümitle âvâzımızı bu âleme salmaya devâm edeceğiz. Elbette birileri duyacaktır. 

Yunus Emre Altuntaş kardeşimiz geçen gün yüreklerimize su serpen bir yazı yazdı: Diriliş Postası, “Yusuf Tekin ve Millî Eğitimde paradigma değişimi”… Yunus Emre Hocamız da öğretmenin eğitimin en mühim unsûru olduğunun farkında. “28 Şubat platformu adına hazırlanan Millî Eğitim Şûrası öneriler metninde de gözlemlerini maddeler halinde” yazmış Yunus Hocam. “Tüm bu yazılarımızın ortak vurgusu eğitimde öğretmenin önemi üzerineydi” diyor. Yeni Millî Eğitim Bakanımız Yusuf Tekin’den çok ümitli. Onun bir paradigma değişimi yapacağını söylüyor. Paradigma değişimi devrim demektir. İnşâallah dediği gibidir. Birkaç iktibâs yapmak istiyorum: 

Millî Eğitim Bakanımız Sayın Yusuf Tekin’in görevi devralmasının üzerinden yaklaşık üç ay geçti. Daha ilk açıklamasında öğretmen vurgusu yapması bir tesadüf değildi. Sayın Bakanın yeni görevine sıkı bir hazırlık yaptığı ve sistemli bir ajanda dahilinde hareket ettiği üç aylık sürede daha iyi anlaşıldı. Tekin’in gittiği her yerde eğitimde belirleyici unsur olarak öğretmenin önemini dile getirmesi ve pek çok şehirde düzenlenen ‘Öğretmenler Odası Buluşmaları’ bu konudaki kararlılığını gösteriyor.


(…)

Kendimize soralım: Millet olarak en çok neye ihtiyacımız var? İçinde bulunduğumuz ahlaki çöküşten, dünyevileşmeden, her türlü sığlıktan kurtulmanın yolu nedir? Bu soruların cevabı, bizim eğitim sistemimizin amacını da şekillendirecektir. Sayın Tekin’in yapmaya çalıştığı da budur.

Sevincimi anlatamam. Endîşem şudur: Öğretmen meselesinin yine “öğretmenin meselesi” olarak görülmesi ve bu çerçevede çalışmalar yapılması. Tekrâr edelim: Bekâ meselemiz dediğimiz şey “öğretmenin meselesi” değil eğitim hayatımızın “öğretmen meselesi”dir. Öğretmen meselemizin aslı da “öğretmen seçimi meselesi”dir. Yeni nesillerin karşısına ateist, deist, âhiret inancı olmayan, ahlâksız, mâneviyâtsız, İslâm düşmanı tipleri rol model olarak çıkarmayacaksınız. Bu meseleyi halletmeden yapacağınız bütün iyi niyetli çalışmalar bu tip öğretmenler eliyle boşa çıkarılacaktır. Bugüne kadar olan budur. Feryâdımızı duyun artık! Mevlânâ’dan ders alın: “Ambarda fâre yoksa ibâdet buğdayı nerede?” Bugüne kadar yaptığınız bütün iyi niyetli çalışmaların meyvesi nerede? Yok, değil mi? Çünkü o çalışmaları sizin niyetiniz istikâmetinde yürütecek öğretmen kadrosu yoktu. Millî-mânevî değerlere bağlı bir miktâr öğretmen varsa da bunlar hiçbir zaman eğitimin başat unsûru olamadılar. Eğitim hayâtında hâkim zihniyet hep inançsız, solcu, kemalist zihniyet oldu. Bütün “Dindâr nesil, Hz. Ömer nesli yetiştireceğiz” nutuklarına rağmen sistemin durmadan ateist, deist, solcu, kemalist, İslâm düşmanı yetiştirmesinin sebebi budur. Eğitimde solcu, kemalist zihniyet kırılamamıştır. Hattâ daha da güçlenmiştir. Öğretmen seçimi Mehmet Âkif’in, “Muallimim” diyen olmak gerektir îmanlı;/Edebli, sonra liyâkatli, sonra vicdanlı. (Fatih Kürsüsünde) ölçüsüyle yapılamazsa millî eğitimde paradigma (yani zihniyet) değişimi tatlı bir hayâl olarak kalmaya mahkûmdur. 

Büyük şevk ve neş'e Büyük şevk ve neş'e

Yunus Emre kardeşimizin ümîdi bizi de heyecânlandırmıştır. Yusuf Tekin Hoca’mıza bu yolda muvaffakiyetler diliyoruz. Allah yardımcısı olsun.

Ahmet Talip Çelen, Yeni Akit