Her milletin kendine has olan ve fakat içtimai temaslarla zenginleştirilmiş bir kültür ve medeniyeti vardır.

"Tekâmülcü sosyologlara" göre, herhangi bir insan grubu, diğer insan grupları ile hiç bir temasta bulunmasa dahi yine kendine mahsus bir kültür geliştirir. Yani, iptidai de qisa, her insan grubunun bir dili, bir sayı sistemi, kaba saba da olsa, bir tekniği ve dünya görüşü vardır. Nitekim, büyük keşifler esnasında yeni kıt'alar, yeni topraklar ve her türlü temasa kapalı birçok adalar bulundu. Buralarda yaşayan bütün insan gruplarının hepsinin de kendi şartlarına uygun birer kültürleri ve kendi seviyelerine uygun birer medeniyetleri bulunduğu müşahede edildi.

Zaten insanı, hayvandan ayıran en önemli özelliklerden biri de insanın "tabiatı değiştirerek kültüre ulaşabilmesi"dir. Daha önceden de ısraria belirttiğimiz üzere, insan, tabiatla yetinmez, kültüre ihtiyaç duyar, madde ile yeţinmez manaya yönelir, yaratıkla yetinmez. Yaradan'ı özler ve arar. Bu insanın tabiatıdır. İnsan, bu tabiatı ile kainatın en güçlü ve başarılı canlısı durumuna gelmiş, bu sayede kültür ve medeniyetler kurmuş bulunmaktadır.

Bir insan grubunun, yahut milletlerin gücü ise gerçekleştirebildiği kültür ve medeniyet seviyesine göre değişik olmuştur. Güçlü ve başarılı milletler, zengin ve orijinal bir kültüre ve yüksek seviyede bir terkib ifade eden ve înce ince işlenmiş bir medeniyete sahip olabilenleridir.

İnsanlık âleminin, çeşitli "kültür dairelerine" ayrıldığını biliyoruz. Bu durum, kültürlerin "milli" karakterinin ihmal ve inkâr edilemiyeceğini isbat eder. Bütün bunlarla birlikte, bütün tarih boyunca, komşu kültürler ve medeniyetler arasında, karşılıklı ve karmaşık bir medeniyetler arasında, karşılıklı ve karmaşık bir "etkileşim" müşahede edilmiştir. Günümüzdeki teknik gelişmeler, bu etkileşimin boyutlarını giderek büyütmektedir. Böylece istense de, istenmese de milletler arasında korkunç bir "kültür mübadelesi" yaşanmaya başlanmıştır. Zamanımızda, milletlerarası mücadele, mahiyet değiştirerek plânlı ve sistemli bir "kültür savaşına" ve "medeniyet boğuşmasına" dönüşmüş bulunmaktadır. "Yeni sömürgecilik" adı verilen bu savaşta, "kalkınmış devletlerin" ilk hedefi, herşeyden önce genç nesiller ve aydın kadrolardır.

Bir ülkenin yer-altı ve yer-üstü zenginliklerini ele geçirmeden önce, insanlarının 'kafalarını ve gönüllerini fethetmeyi" esas alan bu savaş, çok sinsi ve ustaca yürütülmektedir. Açıkça müşahede edilmektedir ki, sömürgeci devletler, sömürmek istedikleri ülkelerde okul açmaya, o ülke çocuklarını kendi ülkelerine götürüp okutmaya, sömürmek istedikleri ülkelere öğretmen, kitap, film... göndermeye can atıyorlar. Çok defa "beynelmilelci fikirler" aşılayarak vatan çocuklarını, kendi öz tarihlerinden, kendi milli kültür ve medeniyet değerlerinden koparmaya, milli ülkülerine, dillerine, dinlerine, bayraklarına ve milli kahramanlarına yabancılaştırmaya çalışıyorlar.

Sömürgeciler, çeşitli programlar uygulayarak herşeyden önce, ülke çocuklarını "kendi milli kültür ve medeniyetlerine yabancılaştırma" yolunu denerler. Buna mukavemet eden milliyetçi ve vatanperver kişi ve çevreleri, "faşist", "gerici" ve "şöven" olmakla lekeler, kendilerine bilerek veya bilmeyerek hizmet eden kişi ve çevreleri de "ilerici", "devrimci" ve "insancıl" olarak yüceltip başarı yollarını açarlar ve çeşitli şekillerde "ödüllendirirler.

Direniş ekseni ve demokrasi palavrası! Direniş ekseni ve demokrasi palavrası!

S. Ahmet Arvasi, Medenileşme ve İslamiyet, s. 37-39