Geçtiğimiz haftanın en alaka çekici hadiselerinden birisi de, Mahmud Efendi Hazretleri’nin Rus yanlısı ve Çeçen mücahidlerin düşmanı Ramzan Kadirov’u ziyaret edeceği haberiydi. Ajanslara yansıyan ilk haberlerde Kadirov’un Kafkasyalı bazı din adamları ile yaptığı toplantıda “İslâm dünyasınca yakından tanınan Mahmud Efendi, Çeçenistan’ı ziyaret etmeye karar verdi” beyanatı referans gösterildi bu haber için. Kadirov’un beyanatının ardından yaklaşık beş gün sonra Mahmud Efendi’nin böyle bir ziyaret gerçekleştirmeyeceği haberi yayımlandı yine medyada…

Bu haberin ayrıntıları bir yana, kamuoyunda ve basında dile getiriliş biçimi günümüz insanının ne türlü bir kafa karışıklığı içinde olduğunu bir kez daha gösterdi.

Çok satan bir gazeteye göre “cemaat rahatsız”dı Mahmud Efendi’nin ziyaret kararından! Normal bir vücut ve kafa yapısına sahip herkesin tepesini attırıcı bir haber…

Eğer cemaat kendi şeyhinin yaptığı bir işten “rahatsız” ise bu nasıl cemaat?

Eğer çok satan gazete yalan bir haber yapmış ise niçin bu terbiyesizliğin hesabı sorulmaz?

İşin acâib tarafı, bu mevzuda Mahmud Efendi’den başka herkesin Mahmud Efendi’nin ne yapacağına dâir bir fikri, görüşü ve “yapılması zaruri” sayılan bir tavrı vardı. Ziyarete gidecek yahut gitmeyecek Mahmud Efendi’ydi ama ondan başka herkes beyanat üstüne beyanat, poz üstüne poz verdi.

Kaç türlü aptallık, binbir türlü haddini bilmezlik haberleri ve yorumları havada uçuştu, uçuştu uçuştu.

Kimi, hak suretinden görünerek “gitmesi” gerektiğinin “mâkul” olduğunu, kendinin de izâh edemediği tuhaf politik duruş(!)unun gaz yağı niyetine kullanarak lambasını yakma çabasının peşine düşerken, kimileri de, yine hak suretinden gözükerek “gitmemesi” gerektiğinin izahlarını kendi yobaz dünyasının meşalesi yapma gayretine soyundu.

İsmailağa’ya intisâb ile övünen bazıları da “açıklama yapmalı” diye direterek aslında İsmailağa ile uzaktan-yakından bir alakalarının olmadığını belli ettiler.

Balzac’ın “Allah’ın sırf kalabalık etsin diye yarattığı insanlar vardır” sözünü az da olsa abartılı bulanlar şu hâdise karşısında ne der acaba? Hayır, “kalabalık etsin” diye yaratılmış olanlar da vardır ve bunda da bir hikmet kim bilir! Biz, sadece yaratılışlarının gereği üzerinde durmayıp üstüne de bir de böylesine kabalaşmalarının sebebi ne olabilirin derdindeyiz.

Medya, “sosyal” ve yazılı tarafı ile bu mevzuyu böylesine kanırtırken şuur bakımından her türlü salaklığa açık “kalabalıklar” boş durur mu?

Sadece Facebook çukurunda ömür süren ve bütün ömrü bir başka “profil”in kendini beğenmesi üzerine kurulu şahsiyetciği ile varoluşunu tamamlamaya çalışan bütün “mühim” zevat hemen yaygarayı kopardı: “Gidemeez!”

Sana ne?

Bir Allah dostunun ne yapıp ne yapmayacağının kararı, hatta onun ne yapıp ne yapmayacağının böyle "gerizekâlılar" yüzünden bir yazının mevzuu olması normal mi?

Hepsi içinde, tümden, bütün ağızlarda, o pis, ne diş fırçası ne misvak görmemiş o bütün pis ağızlarda Kadirov’un ne kadar yavşak olduğuna dâir mühim(!) tesbitler, gün yüzü görmemiş analiz(!)ler, falanlar, filanlar…

Bir ecnebi, gâvur, memleketimize gelse ve bu haberler kendisine tercüme edilse, o bile havaya girecek, Mahmud Efendi’yi Kadirov’un “kaka” olduğuna ikna etmek için var gücüyle elinden ne gelirse yapmaya çalışacak. Böyle bir hava esiyor… Sanki şehrin su şebekesine gerizekâlılık ilacı karıştırmışlar da bilmeden içen herkes bu amansız hastalığın pençesine düşmüş gibi bir ortam!

“Gidecek!” haberine kendi pis zihniyetlerinin meşrûiyeti adına yaveler düzenler ile Mahmud Efendi adına karar alıp “gitmemeli!” diyen eblehler beş gün içerisinde hop oturup hop kalkarak Mahmud Efendi’yi (haşa) kurtarıverdiler(!)

Sonra?

Sonrası öncesinden daha “ilginç” değil;

Mahmud Efendi’nin Çeçenistan’a gitmeyeceği haberi yayımlanınca da aynı dallamalıklar tekrardan zuhur etti Facebook, Twitter ve gazetelerde… Mekân tutmuşlar, önce Mahmud Efendi’yi sonra da dünyayı kurtaracaklar(!) ya!

Bu seferde, gitmemesinin “isabet” olduğuna dâir binbir türlü hezeyanları alt alta sıralayıp zafer kazanmış komutan edâları ile derin bir “ohhhh” çektiler!

“Edeb” görünümü altında o türlü rezil ifadelerle bu mevzuyu dillendirdiler ki, bu kafaların yaşadığı mahzenleri görebilmek için onlar ne içiyorsa aynısından içmek gerektiğini anladık sonunda; kim olduğu ve ne iş yaptığı belli olmayan bir sürü ahmağın bu kadar yavşaklığın üstüne bir de “aferin iyi oldu gitmediğin!” demediği kaldı! Onu da diyecekler de, ilk önce arazi şartlarını bu vesilelerle müsâid hâle getirmeye çalışıyorlar.

Neymiş efendim, “Mahmud Efendi’nin ziyareti iptal etmesi iyi olmuş”muş.

Hayatı boyunca başkalarının kurduğu cümlelerden hâriç kendi başına bütün bir cümle kuramamış eblehlerin hepsi önce Facebook, sonra Twitter, ardından internetteki haber sitelerinde ve en sonunda da gazetelerde boy boy cüceliklerini sergilediler.

Bütün bu manzaraya bakıp ne demeli?

Neleri, dememeli? “Sükût altındır!” deyip susmalı mı, ibret mi almalı, yoksa bu “kalabalıklar”a mı katılmalı?

Bu gördüğümüz, duyduğumuzdan, “kıssadan hisse” hesâbı bizlere ne düşer?

2013’te ölen arabeskçi Müslüm Gürses kadar olsun iz’an:

“Bu benim meselem derin meselem Ezelden ebede giden meselem”
 

Baran Dergisi 387. Sayı