Kendinden zuhur Kendinden zuhur

PEŞİN FİKRİMİZ BÜYÜK DOĞU

"Kurtuluş Yolu"nun BÜYÜK DOĞU olduğuna ve İslâmî bir dünya görüşü ölçü, ölçülendirme ve tahassüsü halinde bütün insânî verim şubelerinin, hepsinin, kendi öz hüviyetlerinin beyanı halinde ancak burada "topluluk hakikatine" kavuşacağına inanıyoruz. Topluluk hakikati: "Sünnet ve cemaat ehli" diye ifadelendirilen ve bütün sapık, çarpık ve salak itikad oluşumlarını dışta bırakan yol.

Allah Resûlü'nün devrinden sonra, yeni zaman ve mekan tecellilerinin ihtiyaçları çerçevesinde veya vazife taksimi veya "iş ve amel" veya "imân ve itikad" veya "bâtın" ve "üstün Sünnet ve Cemaat Ehli fikirciler tarafından menfiye sed” şeklinde görünen, bütün bu görünüşleri boyunca tafsiline gireceğimiz "zamanüstü topluluk hakikati"nin fert veya cemaat meselelerine nisbetle zuhurunu temsil eden... Muayyen bir tarih içinde görünürken, "topluluk hakikati"nin gereği olarak her birinde her birinin vasıflan bulunan, zamanı bütünleyen... Kısaca: Pürüzsüz olarak "İslâm'a muhatap anlayış"ı sürdüren çizgi... KURTULUŞ YOLU!

Peki, bize "Kurtuluş Yolu"nun muhasebesini, murakabesini ve maliyet hesabını yaptıran, derinliğine ve genişliğine doğru zahiri olduğumuz Büyük Doğu'nun hüviyeti ne? Daha önce de işaretlediğimiz veçhile, işte İBDA'nın bâtını:

"Büyük Doğu, İslâmiyetin emir subaylığı... Büyük Doğu, İslâm içinde ne yeni bir mezhep, ne de yeni bir içtihat kapısı. Sadece 'Sünnet ve Cemaat Ehli” tabirinin ifadelendirdiği mutlak ve pazarlıksız çerçeve içinde, olanca saffet ve aslîyetiyle İslâm'a yol açma geçidi; ve çoktan beri kaybedilmiş bulunan bu saffet ve aslîyeti bu yüzyıl içinde eşya ve hadislere tatbik etmek işi... Galiba işlerin de en değerli ve pahalısı!"

İki kişinin bile bir yola giderken birinin diğerine imâm olmasını söyleyen İslâm, işin işe ve adamın adama bağlılığı içinde cemiyet plânını şekillendirir ve ferde sonsuzluk yolunu açarken, elbetteki eşsiz ve mutlak bir NİZÂM ifâdesi; en ulvî ve esasî "bütün"den, en süflî ve "cüz'i-parça"ya kadar her şey, merkezde düğümlü bir nakış gibi iç içe, çelişkisiz ve eksiksiz...

NİZÂM deyince umumiyetle eşya tertibi cinsi, sıra ve hizâ anlaşılır; ve bunun da içinde bulunduğu "nizâm"ın, FİKİR demek olduğu bilinmez... Oysa diyalektik, metod, şekil, biçim, form ve estetik gibi kavramlarla üst üste gelen "nizâm", yerinde "fikri temin eden kalıp", yerinde ise fikrin kendisidir. Fikir olmadan neyin olacağı veya olamayacağı, topyekûn salak adam faaliyetlerinin yekûnunu gösterir, ayrı bir .

Büyük bir tarih muhasebesi içinde günümüzün fotoğrafını seyredersek, güyâ fikir ve fikirciyle, onların peşine takılanıyla, ensesini kaşıyıp curcunayı seyredeniyle beraber manzara, eski İran şâhlarından birine Batı ülkelerinden birinde verilen konser hikâyesinden farklı değildir... Dinletilen eserlerden hangisini beğendiği sorulunca, Şâh şu cevabı vermiş:

-  "Eli değnekli adam, yerine çıkmadan çalınan parçayı..."

Meğer her sazın ayrı ayrı akordundan çıkan başıboş ve nizâmsız sesleri sevmiş Şâh!

İşte güyâ fikircisi, uyduruk ulema ve parti güdücüleri, bunların peşine takılanlar ve seyirciler, hepsi, bu başıboşluğa bayılırlar: Çünkü burası, rastgeleciliğin ve ahmaklığın zeminidir. Birinin "neye göre, nasıl, niçin?" tasası ve inzibatı; öbürünün "kurtuluş yolunda mıyım?" kaygısı; sonucunun ise, esasen İslâm'a saygısı yoktur. Evet burası, hakikat kaygısıyla çırpınmanın değil, boynunu hakikate teslim edemeyen köpekçe hasedin; hakikat sevgisine dayanmayan sahte dostlukların; "o da iyi bu da iyi; oh oh! O da çalışıyor, bu da çalışıyor, şu da!" cinsinden zift vicdanı yellemeye mahsus Şeytanî tesellilerin zeminidir. Yobaz da, sapık da, ahmak da, nemelazımcı da, işte bu iklimi sever... Büyük veli ne güzel söylemiş:

-  "Allah herkese tesellisini başka türlü verir!"

Kafir de kendi tesellisi içinde... Demek ki iş, tesellide, hele kabak çekirdeği keyfiyetiyle doyan tesellide hiç değil... Nerede olduğu şu ölçüde:

-  "Ölmeden önce nefsinizi hesaba çekiniz!"

Fikir pazarında "mevcut olmayan cevherini" satanı ve alanı, piyangodan bilet alır gibi rastgele şuna veya buna bağlananı ve her türlü vasıf dışı başıboş olanı bir yana, her şeyden önce "Mutlak Fikrin Gerekliliği" hakikatine çatan "ben doğru olduğumu nereden bileyim" idrakinin muhasebe ve murakabe çilesi adresinden pay almak lâzım!

"Peşin fikrimiz Büyük Doğu" demiştik... Buraya kadar gösterdiğimiz ve esasen eserler boyu açıkladığımız veçhile, "İslâm'a muhatap anlayış", BÜYÜK DOĞU'dur; yâni "Kurtuluş Yolu" ve "topluluk hakikati" buradadır... Ve Büyük Doğu'nun "topluluk hakikati" de, onun aynı hâlinde İBDA'da... İBDA, Büyük Doğu'nun derinliğine ve genişliğine doğru "zâhiri" olduğuna göre, onun reddi -isterse sümük mizaçlar reddi demek olduğunu bilmesin- Büyük Doğu'nun reddidir; Büyük Doğu'nun reddi de İBDA'nın…

Ve tabiî ki “kurtuluş yolu'na bakış" çizgisini ölçülendirirken, BÜYÜK DOĞU'nun muhasebesini yapmış, muhasebeyi yapan İBDA'yı ölçülendirmiş, İBDA'ya nasıl bakılması gerektiğini de belirtmiş oluyoruz. Bu bir tebliğdir!.. Bunu açıkça belirtmemek, dinin inceliklerini bilenlerce malûmdur ki, bağlanılan nefesin kemâline tereddüdü icap ettirir... Haşa!

O hâlde, "topluluk hakikati"ni ölçülendirmeye devam edebilir, yobazı, satıhçıyı, sahtekârı, gerçeği, istismarcıyı ve samimiyi keşfetme yoluna devam edebiliriz.

İBDA Diyalektiği-Kurtuluş Yolu- S. 115-120.