Küreselleşme çağında var olabilmek
Dünya, uzun süredir belli güçlerin kontrolü ve yönlendirmesi altında bulunuyor. İlim, siyaset, yaşama kültürü ve kurumsal yapılar, iktisaden güçlü devletlerin istediği şekilde gerçekleşiyor. Aslında bu gücün kaynağının da, pek meşru bir çaba ile elde edilmediğini de, sömürgecilik tarihinden biliyoruz.
Küreselleşmenin hedefi
Toplumlar; bilgi sistemleri, medya ve internet ile tek bir anlayış ve davranış tarzına doğru yönlendiriliyor. Bu durum, oldukça cazip bir formül ile sunuluyor:
Dünyanın imkanlarını birlikte paylaşmak ve problemleri birlikte çözmek.
Güzel bir beklenti ve hayal. Ama, bu hayal bir türlü gerçekleşemiyor. Sebebi de, bu hayal’e ulaşmak için, toplumların kendi kimlik ve kültürlerinden uzaklaşıp, tek bir anlayış ve bakışına ulaşması gerekiyor!? Bu durum da, öyle kolay kolay gerçekleşecek bir durum değil. Fakat, batılı güç merkezlerinin fazla acelesi yok. Sadece zamanı beklemeleri gerekiyor. Çünkü, toplumları etkileyen çok yönlü sistem, onların istediği şekilde gerçekleşiyor.
Peki, hani insan hakları, hürriyet ve toplumların kendi kaderlerini belirleme hakkı vardı! Her toplum, kendi kaderini kendisi belirleyecekti? Ne oldu bu üniversel hedef ve değerlere?..
Küreselleşme, Avrupa’nın ve özellikle Amerika’nın yaşama tarzı ve önceliklerine göre bir sistem inşa ediyor. Ve diğer toplumları da bu tarz bir hayata mahkûm ediyor. Bu gerçeği, küresel sistem içerisindeki bazı Avrupalılar bile dile getirerek, bu “tek boyutlu dünyadan rahatsız oluyorlar.
Siyaset, hukuk, ahlak ve kültür, artık toplumları kendi tarih, inanç ve değerleriyle şekillenmeyecek!.. Bu konuda toplumlar üstü ve adına küreselleşme denilen toplum üste kurumlar ve kurullar var. Peki bu kurum ve kurullar nasıl seçildi? Bunu bilen yok.
Küreselleşme, yeni bir “toplum dizaynı” mı?
Tarih boyunca, Batı dünyasının ortaya koyduğu sistem ve doktrinlerin, hep kendi hedef ve ihtiyaçları doğrultusunda hazırlandığını görüyoruz. Dolayısıyla, küreselleşme de, toplumları yönetme ve asimile etmenin yeni bir mantığı olarak ortaya çıkıyor.
“Çünkü oyunu kuran, kurallarını da koyar” diye önemli bir söz var. Küreselleşmede de, aynı durum geçerli.
Öyle ki Küresel sistemin kuralları toplum ve devletler üstü bir güce ve yetkiye sahip. Ama, toplum ve devletler üstü özelliği, bütün toplumları dikkate alarak hazırlanmış olduğu izlenimini vermek için. Yoksa, öyle bir özelliği yok. Aslında böyle bir üniversel düzenin olması iyi olurdu. Bu konu, Medine Anayasasında “ümmet anlayışı” ile hayata getirildi. Fakat, menfaat odakları, uygulamaya konulan bu sistemi karalayıp, kendi hayallerini gündeme getirdiler.
Küreselleşmeyi, milli devleti gündem dışı bırakıp, dünya vatandaşlığı ve tek bir kültür etrafından insanlığı toplama çabası olarak eleştirenler var. Bu yüzden, küreselleşmeye karşı çıkıyorlar.
Halbuki küreselleşme, yıllarca önce toplumları “milli devlet” haline getiren, ırka, coğrafyaya dayalı bir kimliğe sokan aynı batılı düşünce adamları tarafından ortaya atılmadı mı? Şimdi ise, milli devlete alternatif, küresel bir güç oluşturulup, toplumlar bu yöne kanalize ediliyor.
Bu durum, “nabza göre şerbet” vermekten başka bir tavır değil. Batı güç merkezlerinin o zamanki hedefleri için milli devlet sistemi uygun iken, bugün ise; küresel sistem önemli.
Yıllar önce ırk merkezli bir hayat tarzı Antropoloji ilmi içinde empoze edenler, neden tam ters bir sistemi hâkim kılmaya çalışıyorlar, mantıki açıdan izah etmek güç.
Batı, Rönesans ve aydınlanma ile kimliğini belirsiz bir hale getireli, hayatını belirleyici kural ve değerlerden uzak tutmaktadır. Dolayısıyla, kendi hayatını değerlere göre değil, menfaatlere göre düzenlediği için, böyle “değişken sistemler” üretme ihtiyacı duyuyor. Aslında, değerlere göre bir hayat inşa edebilmiş olsaydı, olayları ve sistemleri buna göre kurup, değişme ihtiyacı duymazdı. Bakalım; gelecek dönemlerde, hangi zıtlıklar ile karşılaşmaya devam edeceğiz.
Prof. Dr. Sami Şener Mirat Haber