Kurallar, sosyal hayatımızda belli bir düzen ve prensibe göre yaşamamızı sağlayan bir esastır. İnsan için kural, belli bir şuur ve düzenin eseri olarak hayatta kendini göstermektedir. Bir diğer manası ile, insanın yaşama felsefesinin pratik hayattaki işleyişi demek oluyor.

Kuralsızlık, nasıl bir dünya hazırlıyor

Türkiye, uzun yıllardan beri kuralsızlığın sıkıntılarını çekiyor. Kuralın olmadığı bir yerde, kaos ve anarşi vardır. Çünkü, belirsizlik; birçok problem ve sıkıntının ana kaynağıdır. Bu tür sıkıntıların temelinde, yaşama kültür ve felsefesinde prensiplerin olmayışı yatmaktadır. Hayatın, çok yönlü yapısı; onun belli bir düzen ve kurallar topluluğu içinde yürümesine gerekli kılıyor. Büyük medeniyetler, temel yaşama felsefeleri üzerine kurulduğundan, uzun ömürlü olmuş ve başka toplumlar için de örnek teşkil etmişlerdir.

Prensip, kişinin hayatında belirli temel anlayış ve kültürün olması; iş ve olaylarında bu prensiplere göre davranışlarını sürdürmesidir. Öyle ki prensip, yapılacak iş kadar önemli ve o işin gerçekleşmesinde etkinlik ve kolaylık sağlayıcı bir faktördür.

Nasıl ki, çeşitli ilimlerin gerçekleşmesinde metot, vazgeçilmez bir şarttır; prensip de tutum ve davranışlarımızı ruhi ve ahlaki değere bağlayan önemli bir belirleyici faktördür.

Bu durumda prensiplerin salt bir davranış kuralından daha önemli, insani ve medeni bir yaşama tazı olduğu anlaşılmaktadır.

Büyük din ve felsefeler, insanların akıllarına hitabederek; herhangi bir gizlilik ve boşluk bırakmayacak şekilde kendilerini insanların bilgisine sunmuşlardır. Aynı şekilde, peygamber ve önemli bilge ve lider insanlar da, kendi misyonlarını açık bir şekilde insanlara ileterek, onların desteğini ve saygınlığını kazanmışlardır. İnsanlardan, körü körüne bağlılık ve tabiiyet istemek; onları aşağılamak ve cehaletle suçlamaktan başka bir mana taşımamaktadır.

Kuralsızlık kimlerin işine yarar

Kuralsızlık, düzen istemeyen, hesap vermekten çekinen ve ard niyetli olan insanların isteyeceği bir dünyadır. Çünkü, doğru ve düzgün olmayan işler, belirsizlik ve kuralsızlıklar içerisinde gerçekleşme imkanı bulmaktadır. Özellikle, insanların kontrolüne ve tenkidine açık olmayan sistemler, büyük ölçüde yanlış ve zararlı iş ve gelişmeleri içlerinde barındırırlar. Halbuki, açık ve doğru sistemler, kendi amaç ve hedeflerine, belli kurallar içerisinde varmayı öngörürler.

Burada, kurallı davranışları gizleyen, bazı kavramları dile getirme ihtiyacı vardır. Mesela; güven ve itimat gibi kelimeler, kötü ve yanlış niyetleri gizlemek için öne sürülen yanıltıcı bir düşüncenin sonucu olabilir. “Bana güvenmiyor musun”, “Onun, bir bildiği vardır” gibi cümleler, aslında kötü bir niyeti gizleyebilmektedir. Mesela devlet veya Aile sırrı gibi konular bile, belli kişiler arasında konuşulan konulardır. Dolayısıyla, sadece bir kişinin bilmesi gereken konu; hiçbir zaman toplumun konusu olamaz. Toplumu ilgilendiren her konu, en az o konu ile ilgili çalışan bir grubun bilgisi dahilinde olur ve onun gerekçesi de, ilgili kişiler tarafından bilinir. Çünkü insan, hata işleyen bir varlık olduğundan; birilerince kontrol ve desteklenmesi gerekmektedir.

Özellikle Müslüman kesimler arasında, bazan istismar ve yanıltmaya kadar varan bir “güven” faktörü dillendirilir. Halbuki insan, olayları sebep ve gerekçeleri ile bilerek kabul veya reddetmek durumunda olan “akıl ve düşünce sahibi” bir varlıktır. Dolayısıyla, bilinmesi gereken bir hikmet ve gerçek varsa, onun da insanlardan saklanmaması gerekir.

Direniş ekseni ve demokrasi palavrası! Direniş ekseni ve demokrasi palavrası!

Günümüzde  en çok din ve siyaset alanında; “mutlaka bir bildiği vardır” şeklinde ifade edilen konuların, büyük ölçüde bir eksiklik ve hatayı barındırdığını bilmemiz gerekiyor. Özellikle Tarikatlerde, “müridin şeyhe tabiiyeti” büyük ölçüde eğitim konusu ile sınırlı bir hadisedir. Bunun dışındaki toplumsal ve siyasi konularda karar, insanın bilgi ve aklı ile gerçekleşebilecek nitelikte olaylar konusundadır. Çünkü ne Allah, ve ne de siyaset müessesesi, insanı pasif bir varlık haline getirmek gibi bir misyon ortaya koymamaktadır. Tarih boyunca gelişmiş toplumların kaderi, hep kendi ellerinde olmuş ve kaderini başkalarının eline şuursuz olarak veren cemiyetler, ciddi problem ve sıkıntılar ile karşı karşıya gelmişlerdir.

Prof. Dr. Sami Şener, Mirat Haber