Her geçen gün millî ve dinî değerlerimizden yozlaşıyoruz. Hayatı anlamlı kılacak manevî sığınaklarımızdan mahrumuz artık. İçinde bulunduğumuz sistem de, bu hâli sonuna kadar destekliyor. Değerlerimizi yaşattırmamak için elinden geleni yapıyor. Düşünmeden, sorgulamadan, anlamadan kanıksayarak yaşamamız için hızlı yaşamaya verdiriyor, eğlenceye verdiriyor, gösterişe verdiriyor hayatı. Sonuç olarak ne oluyor? İslâm kültüründen, inancımızın hediye ettiği değerlerimizden yoksun olarak yaşıyoruz. Ve bunun ağır bedelini de her geçen gün daha şiddetli bir şekilde ödüyoruz. Anti-depresanlar artıyor, intiharlar artıyor, psikiyatrilere duyulan ihtiyaç artıyor. Bu yoksunluğun ilk aklımıza gelen nedeni; teknolojinin ilerlemesi oluyor. Ve buna bağlı olarak sanal dünyanın ortaya çıkışı, ağ toplumuna geçişin yaşanması vesaire... Aslında bunlar sadece durumun yaygınlaşmasını hızlandırdı gibi. Kapitalist-modernist kurgu ve ortaya çıkardığı popüler kültür, her geçen gün artan batılılaşma yada batılılaştırılma çabası, İslami değerlerimizin güzelliğini tam olarak yaşamayan bu yüzden de bir sonraki nesle benimsetemeyen kuşaklar, her fırsatta inancımızı hakir gören medya, İslamiyeti olduğu gibi değil de işlerine geldiği gibi anlatan ilahiyatçılar, sınırlarını bilmeyen insanlar... Bütün bunlar düşünüldüğünde bu hal sürpriz değil sanki.
Değerlerimizi pörsüten ilk nedene bakalım şimdi. Kapitalizm yalnızca bireye hitap eden bir sistem. Bireye; “Sen yaşa, ayakta kal, senin ayakta kalman için diğerleri ölsün gitsin.” diyen bir sistem. Bireye değerlerini unutturan ve onu toplumdan ayrı tutarak yaşamasını bekleyen bir sistem. Yaradan’ın insan için belirlediği rollere itiraz eden bir sistem. Oysa insan sosyal bir varlık. Sosyal ihtiyaçlarından ayrı düşünülemez. Arkadaşlık, dostluk, komşuluk gibi değerlerimiz var. Ve “Bunlar hayatî reâlitelerdir.” (Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu – Adalet Mutlak’a Konferansı) Bu değerlerden uzak olunca kendimizden bir parça yitiriyoruz aslında. Ve görünen o ki; birçok insanın, hayatı sadece tüketmekten ibaret zannediyor olması da bu halin bir sonucu.
Bugün, özellikle 2000 doğumlu bireylerde yani Z kuşağında değerler, “nasipsiz” denilecek kadar az bir oranda. Bu kuşak için varoluşu sorgulamak gereksiz ve anlamsız. Tüketim had safhada. Tüketim alışkanlıkları da farklı. Daha çok teknolojiyi baz alarak tüketiyorlar. Onlar için lezzetli bir yemek yemek, bir tablete sahip olmak kadar değerli değil. Bir arkadaş ile oyun oynamaktansa sanal dünyalarında vakit geçirmeyi tercih ediyorlar. Hatta arkadaşı, kardeşi olmadan büyüyor çoğu. Paylaşmayı bilmedikleri için de herkese karşı yabancılar. Benzer bir örnekte evliliklerde... TÜİK rakamlarına göre evliliğin ilk yılında çiftlerin boşanma oranı %39. Bir önceki yıla göre %100 den daha fazla bir oranda artış göstermekte. Bu korkunç bir oran. Ve maalesef gerçek. Öyle bir duruma geldik ki; insanlar birbirlerini tüketiyor artık. Kimsenin kimseye tahammülü yok. Ve daha da kötüsü; kendi değerlerine bu denli yabancılaşmış insanlar için makul bir çözüm aranmıyor.
Her geçen gün artan Batı hayranlığı da ilişkilerimizin bu duruma gelmesinde büyük paya sahip... Batı dünyası harika bir kuru akla sahip. Bu inkar edilemez ama haddini, hududunu aşan kuru aklın bir şey ifade etmediğini inancımız sayesinde biliyoruz. Görebiliyoruz. Fakat bilmek yetmiyor, inanmak ve adım atmak gerekiyor. Bu noktayı atlıyoruz her seferinde. Bildiğimizi idrak edemiyoruz ya da. Yalnızca kuru akılla hareket eden Batı ise en başta; kendi sınırlarını bilmediği için kaybetmeye mahkum oluyor.
Bu açıdan değerlendirildiğinde Batı dünyası değerler konusunda berbat bir durumda. Bugün İngiltere de kurulan ve yavaş yavaş diğer Avrupa ülkelerinde de kurulmaya başlanan “yalnızlık bakanlığı” bunun göstergesi. 2018 yılının Ocak ayında haber kanalları İngiltere’de “yalnızlık bakanlığı”nın kurulduğunu söyledi. Yalnızlık bakanlığının, belirli bir yaşın üzerindeki yaşlı ve kimsesiz insanlar için kurulması amaçlanıyor başta. Fakat yaş aralığını geniş tutuyorlar. Ve bakıyorlar ki; 16-24 yaş aralığındaki genç bireyler bu bakanlığa çok yüksek bir ilgi gösteriyor. Daha çok başvuruyor. Bu yaş grubundaki genç insanlar sosyal ve psikolojik olarak daha çok yalnız. İngiltere başbakanının açıklamasına göre; ülkede 61 milyon insan yaşıyor ve bunun 9 milyonu daima veya sık sık yalnızlık yaşıyor. Ve bu insanların büyük bir oranını genç nüfus oluşturuyor. Engelli gençlerin de %85’i yalnızlıktan şikayetçi. Yaklaşık 200 bin yaşlı insan bir aya yakın bir süredir bir akrabasıyla yada arkadaşıyla konuşmamış.
Yine 2018 yılı içerisinde intiharları önlemek amacıyla, intiharlardan sorumlu bakanlık ülkede yerini alıyor. Her geçen gün intihar vakaları büyük bir oranda artış gösteren ülkede 2017 yılında 5.821 kişi intihar etmiş. İngiltere’de intiharlar erkek nüfusta kadınlara oranla üç kat daha fazla. Ve çoğunlukla 45-49 yaş aralığında görülüyor. Her iki saatte bir 84 kişi hayatına son veriyor.
Yalnızlık modern dünyanın getirdiği bir problem. İngiltere gibi modernleşme ipine sımsıkı bağlı toplumlarda görülmesi muhtemel bir problem. Modernleşmenin yabancılaşmayı gerektirdiği aşikâr. Psikiyatrist Prof. Dr. Nevzat Tarhan, kalabalık içinde yalnızlık hisseden gençlerin oranının artmasına bir müdahalede bulunulmazsa, ülkemizde de on yıla kadar bir “yalnızlık bakanlığı”nın kurulabileceğini söylüyor. Bu ürkütücü bir durum. Fakat ne yazık ki soğuk bir gerçek. Gelinen nokta bu maalesef. Ve bu sonuç, nüfusunun %99.2’sinin Müslüman olduğu bir ülkeye hiç yakışmıyor.
Yazı: Hanife Kındır
Aylık Dergisi 179. Sayı Ağustos 2019