Çünkü Filistin hakkında, Filistin’de olan biten hakkında daha fazla konuşmak bize “kendimizi insan hissetmek” konusunda eşsiz bir fırsat sunuyor. Yani şu: Bugün Gazze’de yaşanan soykırım hakkında taraf tutmak, önce Gazze’nin, Gazzelilerin, Filistinlilerin işine değil, kendi işimize yarıyor.

Tüm dünyada muazzam bir farkındalık oluşturan ve sonuçlarını yakın gelecekte bence fazlasıyla göreceğimiz bu “konuşma” halini sürdürmek, insan kalabilmemizin bir yoluna dönüşüyor giderek.

Bir dakika. Yazıda kullandığım “konuşmak” fiilini hangi manada kullandığımı söylemeliyim: En geniş manada “tarafını seçerek eyleme geçmek” anlamında kullanıyorum bu fiili. İnsanlardan taraf mı, soykırımcı hayvanlardan taraf mı olduğunu belirleyerek başlanması gereken bir konuşma hali bu.

Dua, boykot, sokak eylemi, afiş dağıtımı, sosyal medya postu… Bizi yöneten iktidarlara kurabileceğimiz her türden baskıyı kurmak… Para, ilaç, insani yardım, silah gibi gönderebileceğimiz her şeyi Gazze’ye göndermek… Siyonist teröristlerin yalanlarını ve argümanlarını boşa çıkarmak için mücadele etmek… Burada saydığım ve sayamadığım her türden enstrümanı kullanarak “Filistin hakkında daha fazla konuşmalıyız.”

Çünkü günün sonunda bu olmaz olası dünyanın tam ortasından “insanlar ve soykırımcı hayvanlar” olarak ikiye ayrıldığı bu anda “insan kalabilmemizin ana şartı” Filistin hakkında konuşabilme cesaretini elimizde tutabilmektir.

Gazze için değil, kendimiz için konuşuyoruz Filistin hakkında konuşurken.

Artık mesele, açıklıkla görülüyor ki, bir haç-hilal savaşının “anlamsal ve göstergesel” bütünlüğünden çıkmış durumda. Savaş “insanlığın savaşı” durumunda. Burada, tam burada Filistin hakkında konuşmaktan vazgeçip Gazze’deki soykırıma alışırsak sıra kesin olarak bize, “insan kalmak için konuşanlara” gelecek. Kör değilsen, gör bunu.

Bu bir.

Ülkemiz Türkiye de, “Türkiye olarak kalabilmek” istiyorsa Filistin hakkında daha fazla konuşmak zorunda. Çünkü bu lanetli Siyonistlerin bitimsiz nefretlerinin Filistin’den hemen sonra bütün insanlığa doğru ilerleyeceği elbette muhakkak ama bu nefret sıralamasında Türkiye’nin ve Türklerin “en önde” olduğuna da hiç şüphe yok.

Hem Türkiye’nin 22 ilini kapsayan toprakları, hem de Türkiye’nin göz bebeği Kıbrıs adası bu akıl hastalarının Arz-ı Mev’ud haritasında mevcut. Tanrıyı kıyamete zorlayan bu teröristlerin kesin inancı Arz-ı Mev’ud haritasının tamamında bir Yahudi devleti kurulmadan kıyametin kopmayacağı yönünde.

Türkiye yeni bir aile politikası inşa etmelidir Türkiye yeni bir aile politikası inşa etmelidir

Biliyorum yahu biliyorum. Son derece aptalca bir düzlem bu ama bu aptalca düzlem yüzünden öldürülüyor Gazze’de çocuklar. Bu aptalca düzlem yüzünden Yahudi sermayesi KKTC’de 35 bin dönüm toprak satın aldı ve almaya da devam ediyor. Bu aptalca düzlemin ajandası “Yahudi olmayan hiç kimsenin insan sayılamayacağına” dair bir üstünlük inancına dayanıyor ve çocuk öldürmek de dahil olmak üzere her türlü vahşeti bu aptalca üstünlük inançlarıyla hayata geçiriyorlar.

Ayrıca, Hamas’ı kınayan Bahreyn kralının, boykotu kırmak için bir McDonalds menüsü alana ikincisi bedava dağıtan Suud’un, kendi çıkarı olmaksızın Filistin için parmağını kımıldatmayacak bir diğer çocuk katili ülke olan İran’ın kendileri için “problem teşkil etmeyeceğinin” çok farkında bu akıl hastası teröristler. Onlar için yakın tehlike Türkiye’dir. Her bakımdan öyledir. Tarihsel tecrübe bakımından da öyledir, an itibariyle de öyledir, İngilizlerle birlikte çalmak istedikleri Akdeniz gazı ile ilgili olarak da öyledir.

Filistin hakkında daha fazla konuşmak demek, Türkiye hakkında daha fazla konuşmak manasına geliyor yani.

Bu da iki.

Bakınız şurası nettir. İsrail isimli terör organizasyonu öyle ya da böyle, o ya da bu yöntemle yok olup gitmezse dünyanın sonu tam bu akıl hastaları eliyle gelecektir.

Londra’nın sokaklarında, Madrid’in meydanlarında, İsveç’in caddelerinde fark edilen bu yalın gerçeği Türkiye’de, bu mübarek beldede fark edemezsek yuh olsun, yazıklar olsun bize.

İsmail Kılıçarslan, Yeni şafak