Yapılan herhangi bir faaliyetin hakkını vermek; o faaliyeti kendi has ve hususi sınırları içerisinde nisbet edildiği ölçülere; bu ölçülerin orijinine göre gerektirdiği mükellefiyet üzerinden yapmakla mümkün olur. Diğer bir ifadeyle, fert ya da fertler topluluğunun muhatap oldukları faaliyette kendi duyuş, düşünüş, anlayış ve yeteneklerini bağlısı oldukları ideolojiye nisbetle o faaliyet sahasına yansıtmaları işidir. Bunun da gerektirdiği bir dizi sorumlulukları değişik açılardan örneklemek mümkün. 

En başta bilinmesi gereken nokta faaliyet ve etkinlik sahalarının muhatap olduğu sistem ile sıkı bir uyum içinde olması zorunluluğu... Kural, kaide, biçim, yasal, fonksiyonerlik... vs. açılarından sistem ile tam bir mukavemet... Çünkü bu sahalar toplumsal yapı/organizma bütününe hâkim olan sistemin kendi üzerindeki yansıma biçimlerini göstermektedir. Bütüne nisbetle parça oluşumunun yanı sıra, aynı zamanda yine “bütün”e nisbetle; kendi kural ve kaideleri içerisinde ayrıca bir “bütün”dür. Buna, sistemine bağlılığı açısından “alt-sistem” demek de mümkün... 

Buna göre herhangi bir toplum ya da teşkilatta genel olarak bütün unsurları ile birlikte etkinlik ve dinamizm gösteren; unsurlar arasında mutabakat ve işlevsel olarak eşgüdüm içerisinde yapılanma/yapılaşma ve `zaman süreci` dahilinde gerekeni gerektiği yerde en ideal biçimde yapabilmenin ön şartı; kendisini oluşturan unsurların birlikte özetleşen bir bütün `terkip` anlamında `hakim tavrı` halinde sistem ya da “ideoloji” gerekliliğinin yanı sıra; ideolojik yapılanma ve yapılaşmayı dünya görüşü halinde pratize edecek temel faaliyetlerin yürütücüsü `kadro` niteliğindeki bağlıların - kadrodan kasıt, özellikle sistemin beyin takımıdır - her an bağlılıklarını ifade edici tarzda mevcut bulunmasıdır... Bu bakımdan da; temel olarak ferdi oluş gerçekleşmeden toplumsal oluşum sürecinden bahsetmek mümkün değildir. Nasıl ki; fertlerin demetinin organizasyonu halinde homojenik bir bütünlük teşkil eden toplum, kendisini tek tek meydana getiren fertlerin karakteristik özelliklerinin bütün bir “fert bünyesi”ni oluşturan psiko-statik ve psiko-dinamik formlarının dışa yansıyarak ortaklaşa faaliyet ve aynı yöne-gayeye-bakabilme idealleri doğrultusunda yörüngeye gelmesi söz konusu oluyorsa eğer, bu sağlanabiliyorsa topluluk ya da; teşkilatta fertler arasında sağlıklı organik bağlar kurulmuş ve homojen bir organizma bütünlüğü oluşturulmuş demektir. Yalnız, bu genel ifade kalıpları içerisinde dikkat edilmesi gereken bir incelik var. Gerek böylesine bir yapılaşmayı gaye edinenler ve gerekse bu yapıyı gerçek gayenin gerekli kıldığı zorunluluk olarak yerine getirmek isteyenler açısından olsun her şeyden önce; en başta gelen unsur: fikirdir. 

Fikrin kendi içindeki tutarlılık ya da tutarsızlığı ayrı mesele; bağlarını gerektiği gibi ve söz konusu bünye bütünlüğü içerisinde toplayarak kendi suretinde onları vasıflandırma ve şekillendirmesi önemlidir. Bunu ve bunun gereğini yerine getiremeyen fikir - ki, bunu kendi kendine yapacak değildir: bağılara düşen yükümlülük bu - hiç bir hayati fonksiyonerlik belirtmez. O halde önemli olan fikre gereken ‘işleyici’ ve ‘işletici’ sıfatı verebilmektir. Başlı başına ayrı mevzu. 

Görüş: Halâ ne diye şeriattan kaçıyorsunuz? Görüş: Halâ ne diye şeriattan kaçıyorsunuz?

Demek oluyor ki insanın gerek ferdi ve gerekse sosyal yönünün ilgilendirmesi açısından dünya görüşü hal ve durumda zorunlu. Bütün faaliyet ve etkinliklerin dayanması gereken mihrak açısından da olsa, dünya görüşü, mutlaka şart. Bu şartlılığı iradi ya da zorunlu etkinliklerde görmek mümkün olduğu gibi, sadece ruhi çabaya bağlı istemlerde de böyle... 

Bu bakımdan tek ferdin bünyesinde tecelli eden toplum da zaten, ancak kendisini bir araya getiren, ona ‘toplum bilinci’ veren ‘topluluk ahlakı’ kazandıran; gerek bütün olarak toplumu ve gerekse yine toplumsal bütünlüğün içerisinde fertleri ayrı ayrı sevk-idare eden, fikrin etrafında toplanıyor, bir araya geliyorlar. Gerekçelerde belirtilen ifadelere göre: toplum ya da ferdin ayrı ayrı sevk-idaresi faaliyetlerindeki nicelik ve niteliksel özelliğe göre değişen şeylerdir. Söz gelimi; bir kişinin yapacağı işe birden fazla insanın katılması, birden fazla insanın yapabileceği işe bir kişinin katılması hadisesinde gerçek bir çalışma huzur, güven ve verimliliğinin olmayacağıdır söz konusu olan. Bu bağlamda önemli olan, ferde nisbetle fikir değil, fikrî nisbetli ferttir ve fert, muhatap olduğu fikre genel anlamda bağlılık ölçülerine göre değerlendirilir ve bu açıdan da her sahada fikrin en iyi güdücülüğünü yapan daima topluluğun merkezi ve beyin noktasıdır. Zaten bu yeteneği taşıyan kişi ister istemez fertleri kendi bünyesi etrafında toplayacaktır.

Mahir Çakır, Son Karar Dergisi, 6. Sayı, Kasım 1988