Esselâmü aleyküm.
Nasılsınız?
(Av. Güven Yılmaz, iyi olduğunu söylüyor, Carlos’a kendisinin nasıl olduğunu soruyor.)
Biraz yorgunum bugün. Dün gece başlayıp sabah da devam etmek üzere, bilgisayarda çalıştım ve bazı şeyleri temizlemek zorunda kaldım. Neyse, boşverin.
Geçen hafta sizinle yaptığımız telefon görüşmesi zor gerçekleşti biraz. Etrafta bir sürü gürültü patırtı olduğu için, kolay olmadı konuşmamız. Böyle olunca, başta aklımda olmasına ve söylemek istememe rağmen, o günkü şamatadan dolayı en önemli şeyi söylemeyi unuttum, sonra da söylemek mümkün olmadı: Kumandan Mirzabeyoğlu’nun doğum günü!..
Oysa, doğum gününü tebrik etmek için en doğru gündü o gün; Cumartesi, Mayıs’ın 9’u… O’na kendisini unutmadığımı lütfen hatırlatın; unutmuyorum O’nu… Birçok insana, birçoğumuza örnektir o insan…
(Av. Yılmaz, Kumandan Mirzabeyoğlu hakkındaki sözlerinden dolayı Carlos’a teşekkür ediyor.)
Estağfirullah. Bu benim için bir zevk; gerçekten…
Bunun dışında, dün de Nakba Günü’nün, yâni siyonist İsrail devletinin bağımsızlığını ilân edişinin 67. yıldönümüydü [Büyük Felâket Günü: İsrail’in bağımsızlığını ilân ettiği 14 Mayıs 1948’in ertesi günü olan 15 Mayıs 1948].
Ne var ki, artık tüm Arab ülkeleri İsrail’le çalışıyor ve işbirliği yapıyor. Sadece iki istisnâsı var ki, onlar da Cezayir ve Suriye (Carlos gülüyor). Çok gülünç, çok tuhaf…
Ha, “bir de Irak var!” denilebilir ama bağımsız bir hükümeti olmadığı için, o bu sınıfa girmiyor. Kaldı ki, Saddam’ın vefatından sonra Irak topraklarına giren Amerikan ordusundaki, hattâ Amerikan Hava Kuvvetleri’ndeki İsrailli varlığı bir yana, Irak Kürdistanı’na bizzat İsrail üsleri kurulmuş, İsrail özel kuvvetleri ve Mossad yerleşmiştir.
Bu bakımdan, o güya “Irak hükümeti” İsrail’i tanımasa da, gerçekte Irak Cumhuriyeti topraklarında İsrailli düşmanın mevcudiyetine göz yummaktadır.
Neyse… Bunlar sadece bir teferruat elbette… Daimi bir ihanet durumu içerisinde yaşıyoruz artık…
Bunu söylediğim için üzgünüm ancak İsrailliler, siyonistler, -gerçek yahudilerin, ortodoks yahudilerin siyonist olmaması gerektiğine nazaran- bu sapkın insanlar, çoğu Arab hükümetinden, çoğu “müslüman” hükümetten daha namusludurlar.
Pakistan’da neler olduğunu görüyoruz; inanılmaz şeyler. Hâlbuki müslüman bir güç olarak, stratejik bakımdan ne kadar önemli bir ülke Pakistan. Neyleyelim ki, en küçük zerresine kadar herşeye sinmiş yaygın bir ihanet yaşanıyor orada da. Çok üzücü, çok üzücü…
İnşallah Gönüldaş-Yoldaş Erdoğan - kendisine “gönüldaş” dememe izin verin, çünkü Kumandan Mirzabeyoğlu’nu özgürlüğüne kavuşturdu, serbest bıraktı; şu ân gayri âdil biçimde cezaevinde olan daha başka gönüldaşlarımızı da serbest bırakacaktır ve bunu yapabilecek tek gönüldaş da odur.
Kuşkusuz, Erdoğan’ın aldığı her politik pozisyona da katılmıyoruz; ki, Suriye’yle ilgili olarak yanlış yapıyor.
(Carlos, Cumhurbaşkanı Receb Tayyib Erdoğan’ın, demokratik ve şaibesiz biçimde gerçekleştirilen bir seçim sonucunda, -ister beğenelim ister beğenmeyelim- Türkiye vatandaşlarının çoğunluğunun oylarını alarak seçildiğini; bu bakımdan, kendisinin kanunî ve meşrû bir devlet başkanı olduğunu; ne bir askerî darbeyle ne de askerî bir hareketlenmeyle başa geçtiğini; buna da saygı gösterilmesi gerektiğini söylüyor…
Ne var ki, Türkiye’nin bölgedeki bütün müttefiklerinin, Türkiye’yle birlikte Suriye hükümetine karşı tavır alan bölge devletlerinin hiçbirisinin demokratik olmadığını; meselâ Körfez ülkeleri liderlerinin, şahıslarından başka hiçbir şeyi temsil etmediğini; bu devletlerin zaten tarihte de herhangi bir mevcudiyetlerinin bulunmadığını ve İngiliz sömürgecileri tarafından icad edildiğini; Suudî Arabistan’ın da böyle olduğunu ve ABD’nin petrol şirketleri tarafından desteklendiğini; tüm bu devletler ve liderlerinin ancak dehşet politikası ve bazılarına para, kralı yahud emiri desteklemeyen gerisine ise sefâletin düştüğü bir yolsuzluk ile ayakta durabildiğini; bu devlet ve liderlerin hâlâ ayakta olmalarını, NATO’nun sadece müslüman olmamakla kalmayıp bizzat İslâm düşmanı ve İsrail müttefiği olan üye ülkelerinin dışarıdan işgaline borçlu olduğunu ekliyor…
Türkiye’nin ise böyle olmadığını ve mevcud hükümetin, iktidarını dış desteğe borçlu olmadığını belirtiyor Carlos. Ordunun üst seviyelerinin, aynı şekilde Sabetayist güdümlü sivil liderliğin hükümete an’anevî muhalefetine rağmen, durumun bu olduğunu; Erdoğan ve çevresindeki insanların bu gidişe bir son vermesinin, orduyu yeniden gerçek bir halk ordusu olma istikametinde inşâ etmeye çalışmasının iyi bir şey olduğunu ve bunu başarmalarını umduğunu ifâde ediyor…
Venezüella’nın katolik halk ve hükümetinin, müslüman ve ideolojik olarak aynı olmamalarına rağmen, hem İslâm Âlemi’ndeki ülkelerle hem de Erdoğan sonrası Türkiye ile müttefik olmasını örnek gösteren Carlos, -güçlü ordusuna ve Sudan’ın bölünmesi sonrasında Afrika’nın en büyük ülkesi olmasına karşılık başka ülkelere müdahale etmeyen- Cezayir dışındaki bölge ülkelerinin ise, davaya sürekli ihanet ettiklerini, meselâ ABD öyle emrettiği için Fas’ın Yemenli Arablara, o bölgedeki en eski devlet olan Yemen’e, bin yıldır orada devlet olarak varolagelen Zeydîlere uçaklarla bomba yağdırdığını vurguluyor…
Yine Cumhurbaşkanı Erdoğan’a dönen Carlos, Türkiye’nin Yemen’deki stratejik çıkarlarını korumak için müdahaleye iştirak etmesini ve Yemen’e âit Bâbü’l Mendeb Boğazı ile kuzeyindeki adalara dikkat etmesini anlayabildiğini de ekleme ihtiyacı duyuyor…
Suudî Arabistan’ın güya “insanî” mülâhazalarla bir ateşkes ilân edip Yemen saldırısına ara vermesinin ise kendi inisiyatifiyle alınmış bir karar olmadığını söyleyen ve bunu ABD’nin Suudîlere öyle emretmesine bağlayan Carlos, Suudîlerin orada ABD’nin ajanlığını ve paralı askerliğini yaptığını; öyle “insanî” amaçlara falan bakmadığını; Yemen’de bir mesele varsa bunu ancak kendi içlerinde bizzat Yemenlilerin çözmesi gerektiğini belirtiyor…
Yemen’e dış müdahalenin arkasında ABD’nin bölgedeki İran nüfuzunu kırma arzusunun bulunduğuna işaret eden Carlos, bağımsız, büyük, zengin ve İslâmî bir rejim olarak İran’ın, –kendisi Şiî inancına uzak bir Sünnî olarak olmakla birlikte- bölgede “politik” bakımdan oldukça iyi bir pozisyon belirlediğini ve kendilerine karşı kurulan bir dünya koalisyonu ile göğüs göğüse gelip direndiklerini söylüyor…
ABD’nin bugün iki “politik” saldırı yürüttüğünü, birinin Küba’ya, diğerinin de İran’a karşı olduğunu belirten Carlos, sebebini de ABD’nin sözkonusu iki ülkeye zamanında bilfiil saldırıda bulunmasına rağmen başarısız kalmasına, bilâhare daha başka yollarla saldırısını sürdürme tercihine bağlıyor. Bu vesileyle, kendisi daha küçük bir çocukken, annesi ve kardeşleriyle yaptığı ve Küba üzerinden geçen bir uçak yolculuğu sırasında, küçük bir ABD uçağının Küba tarlalarını bombalamasına nasıl şâhid olduğunu anlatıyor; Küba ile ABD arasındaki gerginliğe ve Küba’ya uygulanan tarihin en uzun ambargosuna temas ediyor; Küba’nın ayakta kalması bakımından Venezüella’nın yaptığı yardımların önemine dikkat çekiyor; Venezüella’nın bu yardımlarının hiçbirinin çıkar düşüncesine dayanmadığını ve İran’la olduğu gibi sadece “dayanışma ifâdesi” olduğunu vurguluyor; ABD’nin de Venezüella’da, İran’da ve bir yönüyle Yemen’de yapmak istediği şeyin, Amerikan emperyalizminden işte böylesi kurtulmuş “özgürlük gölleri”ni imha etmek olduğunu ve bu tür dayanışma bağlarını koparmak istediğini ekliyor…
Suudîlerin güya “insanî” mülâhazalarla Yemen’de ateşkes ilân etmesine tekrar dönen Carlos, Yemen’in başkenti Sana’a’yı, hem de çoğu binlerce yıllık evlerden oluşan ve UNESCO tarafından korunan bir dünya mirası olan “Eski Sana’a”yı orada ikamet eden insanlara aldırmadan bombalayan Suudîlerin ve onları kullanan Batılı emperyalistlerin, insanlıkla ve kendi koydukları kanunlara saygıyla hiçbir alâkalarının olmadığını söylüyor…
Son bir gelişme olarak, Fransa Cumhurbaşkanı François Hollande’ın Karayibler ve Küba gezisi hakkında bir değerlendirme yapan Carlos, Hollande’dan böyle bayram değil seyran değil âniden Küba’ya gitmesini ABD’in istediğini; ABD istihbarat servislerinin Küba’da devrim sonrası bloke edildiğini, ancak Fransız servislerinin küçük de olsa geçmişten bu yana Küba’da hâlâ tutunabildiğini; ABD kendi istihbarat servisleriyle doğrudan iş göremediği için, Küba’da yıllardır Fransa’nın kullanılageldiğini ifâde ediyor. Hollande’ın bölgeyi ziyaretinin bahanesi olan “köleliğin kaldırılması kararı”nın yıldönümü vesilesiyle, Fransa’nın kölelik konusundaki ikiyüzlülüğünden de uzun uzun bahsediyor…
Sözlerini yine Cumhurbaşkanı Erdoğan’a temas ederek bitiren Carlos, ondan Türkiye’yi tekrar tarihî rolünü üstelenebilecek ve dünyadaki müslümanların liderliğini yürütebilecek bağımsız bir ülke ve bağımsız bir güç noktasına getirmesini, kendilerine ayrımcılık uygulayan Avrupa Birliği’nin ve aynı şekilde NATO’nun ise dışına çıkarmasını beklediğini, bunu ciddi olarak ifâde ettiğini söylüyor, tekbir getiriyor ve peşinden “Lâ ilâhe illallah, Muhammedun Rasûlullah” dedikten sonra, “korku bizim tarafımızda değil, düşmanın tarafında!” diyerek konuşmasını sonlandırıyor.)
16 Mayıs 2015
Baran Dergisi 438. Sayı