Genç nesillerine gerekli ve kültürel bilgileri vermeyen toplumlar, başka toplum ve kültürlerin yedeğinde kalmaya ve onların izinde gitmeye mahkum olurlar.

Eğitimin rolü

Türkiye’de 1800 yıllardan beri Eğitim ve Kültür hayatımız belirsizliğini koruyor. Bu belirsizlik, ne bilgi miktarında ve ne de araç-gereç veya eğitimci noktasındaki eksikliktir. Tamamen, “hedef ve yön eksikliği”dir. Çünkü, eğitim ve kültür, birbiriyle iç içe girmiş iki faktördür. Kültür, bir çalışmanın hedefini ve maksadını verir, eğitim ise; bunu kendi imkanları ve vasıtalarıyla en uygun şekilde ve dozajda gerçekleştirir. Eğitimi kültürden ayırmak ve uzaklaştırmak demek, eğitimi sahipsiz ve amaçsız bir hale getirmek demektir. Çünkü eğitim; kültür ve ahlak sisteminin değerlerini aktaran ve böylelikle belirli bir insan tipi hazırlama mekanizmasıdır. Daha değişik bir ifadeyle, mesleğe hazırlamadan önce; hayata, kültüre ve toplumsal felsefeye insanı hazırlama sürecidir. Dolayısıyla eğitim bu ana gayesini ihmal eder veya terk ederse, insanını başka felsefe ve hayat anlayışlarının rahatlıkla biçimlendireceği ham bir madde haline getirir. Yaklaşık, 200 yıla yakın zamandır, eğitim; başka düşünce ve hayat anlayışlarına hazır insanlar yetiştirmektedir.

Eğitimimiz ne kadar millidir?

Eğitim sistemimiz, Meşrutiyet ile birlikte önce dini, daha sonra milli özelliklerinden büyük ölçüde uzaklaştırılmıştır. Dini bilgi ve terbiyenin, Avrupa’da dinin hayattan uzaklaştırıldığını görerek; eğitim kurumlarından ağır ağır tasfiye edilmesi, şuursuz batı taklitçiliğinin bir sonucu oldu. Üstelik, ülkemizdeki din anlayışı ve kurumları, herhangi bir sömürü ve siyasi mücadele geçmişi olmamasına rağmen. Böylece, medenileşme adına “sığ bir yobazlık” gündeme geliyordu.  Çünkü, körü körüne bir modernleşme başlatılmıştı.

Meşrutiyet devri, şuursuz bir batılılaşma hayranlığı ile; batının bütün felsefi, siyasi ve kültür kalıplarının eğitim kurumlarında ve özellikle de yabancı hocalar eliyle başlatılmasını sağlıyordu. Tarihten, kültürden ve geleneklerden utanma ve batı’nın akli ve tecrübi bilgilerine yapışma..

Cumhuriyet dönemi, Meşrutiyet dönemi bilgi ve arayışlarının, her alanda uygulanmaya başladığı bir dönem olarak geçer.

Siyasetin sahip çıktığı batılılaşmaya halk nasıl baktı?

Siyasilerin, halka danışmadan ve onları bilgilendirmeden başlattığı bu kültür değişiklikleri, halkın anlayamayıp, uzak durduğu bir dönem olarak gerçekleşir. Devrim; “kendi çalıp, kendi oynamakta”dır. Israrla kız okulları çoğaltılır ama, halk çocuklarını okullara göndermez. Çünkü, batılı bilgi ve terbiyeyi kendine uygun görmez. Bu durum, daha sonra; erkek çocukları da eğitime göndermeme şeklinde devam eder. Çünkü, çocuklarının kendilerine yabancılaşmasını istememektedirler.

Uzun yıllar eğitim ve kültür hayatı, modernleşme adına; “kendi özünden uzaklaşma”

ekseninde devam eder. Aile eğitim ve bilgisi ile, okul eğitim ve bilgisi birbiriyle çatışır.

Çocuklar, “ikili bir kültür” içerisinde; sebebini anlayamadıkları zıtlaşma içinde kalırlar.

Okul eğitimi, Aile anlayış ve değerlerine karşı ve ters bilgi ve metotlar vererek, toplumdaki yaşama kültürünün de birbirine zıt şekilde oluşmasına yardımcı olur. Türkiye’de Tek Parti döneminin sonuna kadar durum böyle devam eder.

Yeni Dönemin ışıkları, acaba görülecek mi?

Çok partili hayata geçişle birlikte, dini ve manevi değerleri dile getiren Demokrat Parti, Batı modernizmine bağlı ,  Din ve ahlak değerlerine mesafeli Cumhuriyet Halk Partisi karşısında ciddi bir oy alarak iktidar olur. Halk, ilk defa kendi değerlerine uygun bir hayata adım atar fakat, eğitim ve kültür hayatı, önemli ölçüde eski haliyle devam eder.

"Ortadoğu'da güç dengeleri değişiyor ve bu Türkiye'nin yükselen dolunayı" "Ortadoğu'da güç dengeleri değişiyor ve bu Türkiye'nin yükselen dolunayı"

Devam eden yıllarda, halk; kah kendine yakın ve değerlerine saygı gösteren, bazan da göstermeyen onlarca iktidar dönemi yaşar. Fakat, halkın zorlamasıyla hükümetler; bazı dini okul ve faaliyetlere imkan tanımak zorunda kalır. Aileler, çocuklarının  muhafaza edileceğini düşünerek, onları dini eğitim de veren okullara gönderip, yabancılaşmalarını önlemeye çalışır. Bu durum, İmam Hatip Okulları üzerinde laik ve batıcı çevrelerin çeşitli legal ve baskıcı tutumlarına rağmen, aksak bir şekilde devam eder.

Türkiye, 18 yıl önce; İmam Hatip Okulu’nda yetişen bir Başbakan’a ve daha sonra da onun Cumhurbaşkanlığına şahit olur.  Cumhurbaşkanı, geçen hafta bir konuşmasında, “Türkiye’de Eğitim ve Kültür konularında, yeterli çalışma yapamadıkları”nı itiraf ederek, bu konun çözülmesi gerektiğine dair bir işaret verir.

Şimdi, bu konuya ne kadar ciddiyetle eğilinileceğini görüp, geleceğe dair bir beklenti içine girme durumundayız. Gerçekten de, eğitim ile kültürel ve ahlaki değerlerimiz çerçevesinde bir hedefler topluluğu oluşturmak durumundayız. Aynı zamanda, öğretmenlerimizi de, bu hedefleri anlayan ve gerçekleştiren insanlar haline getirmek durumundayız.

Bugün, yabancılaşma; modern anlayışların insanı robotlaştırma ve uzaktan kumanda ederek değiştirdiği bir noktaya gelmiştir. İnternet, günümüzde sosyal medyanın da varlığı ile, eğitimde istenen iyi insan hedefini sapmasına, maddi ve cinsi zevk ve ihtiraslarına göre hareket eden insan yetiştirmeye programlanmıştır. Bana göre, en önemli yanlışlık; modern-mekanik insan yetiştirmeyi normal görmektir. İkinci olarak Eğitim; ideolojik fikir ve şahsi kanaatlerin empoze edildiği veya öğretildiği yerler halinden çıkarılmalı ve halkın yaşayış kültürü, inancı ve ahlakı ile uyumlu bir bilgi edinme ve kişilik oluşturma sistemine kavuşturulmalıdır. Aksi halde, eğitim diye; insanları hedefsiz bir bilgilendirme ve başka dünyaların bize yabancı alışkanlık ve hayat tarzlarına hazır hale getirmekten başka bir şey yapmayız.

Prof. Dr. Sami Şener, Mirat Haber, 2020