1970’lerde oralarda iki şey oluyordu.

İlki şu: İsrail, olanca zulmüyle Filistin coğrafyasında planlarını ilerletmeye gayret ediyordu. Yaser Arafat önderliğindeki Filistin Kurtuluş Örgütü ve Fillistinliler ellerinden geldiğince İsrail’e karşı koyuyordu. 73’teki savaşın ardından mesele yön değiştirmiş, savaşta yenilen Arap ülkeleri Filistin’i İsrail ile baş başa bırakmak durumunda kalmışlardı.

Liberal yaşama tarzı ile kayıplarımız Liberal yaşama tarzı ile kayıplarımız

İkincisi şu: 1971’de bir “Nusayri azınlık diktatörlüğü” kurarak Suriye’de bu azınlık üzerinden hayatı kilitleyen Hafız Esed, düşmanı “Sünniler” olarak belirlemiş, bilhassa İhvan-ı Müslimin mensuplarına dünyayı dar etmeye girişmişti. 1970’lerin ilk yarısında Hama’da merkezileşen Sünni muhalefeti akıl almaz zulümlerle bastırma yoluna giden Esed, 1976’da Şam’daki meşhur Mezze Hapishanesi’nde bu muhalefetin sembolleşen ismi Mervan Hadid’i işkenceyle öldürtmüştü. Yine bu muhalefetin sembol isimlerinden biri olan Said Havva ise 70’li yılların tamamını rejimin hapishanelerinde, işkenceyle geçirmek zorunda kalmıştı.

1982 yılına gelindiğinde İslam dünyası iki katliam ile sarsıldı. Biri 2 Şubat 1982’deki Hama Katliamı. Hafız Esed, şehri uçaklarla ve toplarla bombalatmış, 40 bin insan öldürmüştü. 17 bin insan ise “kaybedilmişti.” Haberiniz olmuştur belki. Aradan geçen 42 yıl sonunda Hama’yı fetheden mücahitler Hama hapishanelerinden 42 yıldır mahpus olan az sayıdaki insanı kurtardı.

16 Eylül 1982’de ise Sabra ve Şatilla mülteci kamplarından bir katliam haberi geldi. Ariel Şaron’un organize ettiği, Hristiyan Falanjistlerin mayın eşeği olarak kullanıldığı bu katliamda sayılarının 3500 olarak kayıtlara geçtiği Filistinli mülteci hayatını kaybetti.

Aynı yıl, İran İslam devrimi lideri Humeyni, bu iki katliamla ilgili iki ayrı tavır geliştirdi. Hama Katliamını kınamak, yermek, protesto etmek şöyle dursun, katliam günlerinde İran Dışişleri Bakanı Kutbizade’yi Suriye’ye gönderip bakanına katliama destek açıklaması yaptırttı. Sabra ve Şatilla katliamlarının ardındansa her zamanki alışıldık İran tehditlerini savurdu: “Asarız, keseriz, bitiririz, öldürürüz.” Eh, 90’lı yıllarda ölümüne fetva verdikleri Selman Rüşdi hala yaşıyor ve takır takır kitap yayınlıyor. Biliyoruz yani bu tavrı, tanıyoruz.

Hama Katliamının üzerinden tam 42 yıl geçti. İran’ın ve Türkiye’deki İrancıların Hama katliamına destek verme gerekçeleri malumdu: “Suriye, İsrail ile mücadelede İran açısından çok önemli bir kapı. Dolayısıyla İran Hafız Esed’i destekliyor.” Bu 42 yılda İran’ın “kapı” dediği Suriye’den geçip İsrail’e zarar verdiğini, hasar verdiğini gören, duyan, işiten var mı aramızda? Varsa söylesin. Lübnan üzerinden Hizbullah’ın Furkan savaşı dışında işittiğimiz nedir? Ki o savaşın sonucu da Hizbullah’ın İsrail’i değil, Lübnan’daki tüm politik dengeleri kilitlemesi oldu. Şii yayılmacılığı hedefine hizmet etmekten başkaca işe yaramadı maalesef o savaş. Üstelik Sünni ya da Şii bütün ümmet o savaşta Hizbullah’ı desteklemişti.

Geleyim meselenin ek yerine. Meselenin ek yeri şurasıdır. Bugün dünya üzerinde zalime, düşmana kıyam eden iki insan topluluğu vardır. Birincisi Gazze’deki insan topluluğudur ve Siyonist köpeklere kıyam etmişlerdir. Hamas, İsrail’in uyguladığı alçak soykırıma rağmen elindeki tüm imkanlarla İsrail’e karşı koymaktadır. Bu karşı koyuş esnasında İsmail Heniye ve Yahya Sinvar gibi iki önemli aslanını şehit vermiştir.

İkinci topluluk ise Suriye’de, duvarlara “vatandan başka ilah, Baas’tan başka resul yoktur” yazdırılan Suriye’de, tam 50 yıldır halkına eziyeti marifet sayan azınlık diktatörlüğüne karşı kıyam eden Suriyeli yiğitlerdir. İşte Halep’i, Tel Rıfat’ı, Hama’yı aldılar Allah’ın izniyle. Durumda olağanüstü bir değişiklik olmazsa sırada Münbiç, Humus ve Şam vardır.

Bu iki yiğit insan topluluğu da o topraklarda yaşayan Müslümanlardan oluşmaktadır. Bu iki yiğit insan topluluğunun da kıyamı meşru ve helaldir.

Hal böyleyken, Hamas’a “kahramanlar topluluğu” diyen İran ve İrancılar, Suriye’deki yiğitlere “Amerikan yanlısı cihadist” denilmesini talep etmektedirler bizden. Oysa Hamas’ın yiğitleriyle Suriye’nin aslanlarını, İsmail Heniye ile Said Havva’yı, Yahya Sinvar ile Mervan Hadid’i birbirinden ayırmanın akla mantığa gelir hiçbir yanı yoktur.

Kasım Süleymani isimli katille, Hasan Nasrallat isimli katille, Ebu Azrail isimli katille Suriye’de kendi emperyalist hedeflerinin peşine düşerek milyona yakın insanın doğrudan ya da dolaylı olarak katili olan İran bizi, ülkemizdeki etki ajanları üzerinden bir yalana, bir masala inandırmaya çalışmaktadır. Oysa Hamas neyse ve ne için çarpışıyorsa ÖSO, HTŞ, Alpaslan Tugayları ve aşiretlerden oluşan Suriyeli mücahitler de aynı şey için çarpışmaktadır.

Türkiye’yi, ticaret tahtası iki yönlü olarak da kapalı olmasına rağmen İsrail ile ticaret üzerinden protesto eden insanlar, İran’ın senelerdir “Müslüman katledilsin” diye Suriye rejimine, Hizbullah’a, Afganistan’dan, Pakistan’dan, hatta Nijerya’dan gelen Rafizi katillere silah dağıtmasına dair tek bir cümle kurmamaktadırlar.

Ne diyeyim? Kendi nefsimi de hesaba katarak yüksek sesle şunu söyleyeyim: Allah’ın laneti mazlumu mazlumdan, mücahidi mücahitten, şehidi şehitten, kıyamı kıyamdan ayıranların üzerine olsun.

Hamas’a da Hama’ya da… Direnişe, kıyama, mücahitlere bin selam.

İsmail Kılıçarslan, Yeni Şafak