Dün İnkılap diyorduk, bugün devrim diyoruz. Devrim galiba devirmekten geliyor. İnkılap veya devrim, bir durumdan başka bir duruma geçmektir. Devlet ve millet hayatında, köklü değişiklikler yapmaktır. Eskiyi tamamen kaldırmak, yerine zor kullanarak yenisini koymaktır. İnkılap veya devrim hareketlerinde eski ile yeni arasında hiçbir benzerlik olmaz/olamaz. Bu bakımdan zor kullanılır. Mevcut kanunlar dikkate alınmaz.

Uzağa gitmeye gerek yok. Bizde Cumhuriyet, bir inkılâp hareketidir. Tamamen bir hanedana bağlı olan, devlet idaresi, babadan oğula geçen padişahlık rejimi topyekûn kaldırılmış, yerine halkın seçtiği seçeceği cumhuriyet idaresi gelmiştir. Cumhuriyetle birlikte başka inkılap hareketleri de oldu. Mesela: Harf inkılâbı, şapka inkılâbı, kılık kıyafet inkılâbı, hukuk inkılâbı, uzunluk, ağırlık, resmi tatil inkılapları gibi. Bu inkılâp veya devrim hareketleriyle, şapka fesi devirdi, latin harfleri, Arap harflerinin, metre, arşının, okka kilonun, pazar cumanın, İsviçre Medeni Hukuku Mecelle'nin yerine oturdu.

Atatürk dilimizde, dinimizde, musikimizde de devrim yapmak istiyordu. Bu bakımdan dil devrimi yaparak dilimize Arapça'dan ve Farsça'dan giren bütün kelimeleri çıkarıp atmak istedi. Dinde devrim yaparak İslâmiyetin yerine Hrıstiyanlık dinini, musikimizde devrim yaparak, musikimizin yerine Batı musikisini koymak için çalışmalara başladı/ başlattı.

Direniş ekseni ve demokrasi palavrası! Direniş ekseni ve demokrasi palavrası!

Esasen, dilde, dinde, musikide devrim olmaz. Olmaz ama, olması için bir süre, çalışmalar yapıldı. Mesela, dilde devrim hareketine 1930 yılında adım atıldı.

Atatürk, Prof. Dr. Sadri Maksudi Arsal'ın TÜRK DİLİ İÇİN isimli 504 sayfalık kitabına bir önsöz yazdı. Orada diyordu ki:

"...Ülkesini, yüksek istiklâlini korumasını bilen Türk milleti, dilini de yabancı dillerin boyunduruğundan kurtarmalıdır!"

Atatürk'ün kast ettiği yabancı diller, Arapça ve Farsça idi. 1930'lu yıllarda Batı dilleri, bugünkü gibi üzerimize çullanmamıştı.

Atatürk 1932 yılında Türk Dilini Tetkik Cemiyetini kurdu. Kendisi de bu cemiyetin içinde ve başında olduğu halde, Arapça ve Farsça kelimeler dilimizden ayıklanmaya başlandı. Bu tasfiye işini Falih Rıfkı Atay, ÇANKAYA isimli kitabında etraflı bir şekilde yazıyor.

Tasfiye işinde okadar ileri gidildi ki iki yıl sonra, kimse kimseyi anlayamaz hâle geldi. Atatürk "şey" kelimesini bile yasaklamıştı. Arapçayı sevmediği için Mustafa ismini kullanmıyordu. Kemal ismini de KAMAL diye yazıyordu. Ona demiştiler ki, Kemal kelimesinin aslı KAMAL'dır. Yakut Türklerinin dilinde KAMAL, kale demektir. Atatürk de Kemal ismini artık kullanmadı. Nitekim, nüfus cüzdanındaki ismi KAMAL'dır, Kemal değildir.

Atatürk 1935 yılında, dilde tasfiye hareketinden vazgeçti. Gördü ki DİLDE DEVRİM OLMAZ. Atatürk, bütün Çankaya toplantılarında bizim musikimizle eğleniyor, söylenen şarkılarımıza, türkülerimize zaman zaman kendisi de katılıyordu. Ama radyolarımızdan Türk musikisini yasaklamıştı. Bu yasaklama 3 yıl kadar sürdü. Sonra görüldü ki, bizim tek seslidir diye kaldırılan şarkılarımızın, türkülerimizin yerine Batı'nın çok sesli musikisini oturtmak mümkün olmayacak. Atatürk MUSİKİDE DE DEVRİM OLMAYACAĞINI GÖRDÜ ve yasaklamadan vazgeçti.

Atatürk ve bazı arkadaşları inanmışlardı ki, "Müslüman kaldığımız müddetçe ne kalkınabiliriz ne de Batı devletleriyle dostluklar kurabilirz." O bakımdan Müslümanlıktan vazgeçip Hristiyan olmalıyız!" Bu konuda, Atatürk'ün çok yakın arkadaşlarının açıklamaları var...

Yavuz Bülent Bakiler, Türkiye Gazetesi, 2013