Dijitalleşme zamanın körelmesini yoğunlaştırır. Gerçeklik, sadece kısa bir süre için geçerli olan enformasyon halinde parçalanıp dağılır. Enformasyon sürprizin cazibesiyle yaşar. Böylece zamanı parçalar. Dikkatimiz de parçalanır. Enformasyon oyalanmaya izin vermez. Hızlandırılmış enformasyon alışverişinde, enformasyon parçaları hızla birbirinin yerini alır. Snapchat [Şipşak muhabbet] anlık dijital iletişimin vücut bulmuş halidir. Bu uygulama dijital zamansallığın en saf ifadesidir. Yalnızca an önemlidir. Enstantaneler [snaps] "anlık gerçeklikler" ile eşanlamlılıdır, dolayısıyla kısa bir süre sonra yok olurlar. Gerçeklik enstantaneler halinde parçalanır. Bu da bizi sabitleyen zamansal çapaları ortadan kaldırır. Instagram veya Facebook gibi dijital platformlardaki "hikâyeler" gerçekler değildir. Anlatısal süreleri yoktur. Aksine, bize hiçbir şey anlatmayan anlık izlenimlerden oluşan sekanslardır. Aslında hızla yok olan görsel enformasyon zerrelerinden ibarettirler. Hiçbir şey kalıcı değildir. Bir Instagram reklamı şöyle diyor: "Günlük hayatınızdan anları hikâyelerinizde yayınlayın. Bu hikâyeler eğlenceli, gündelik şeylerdir ve sadece 24 saat sürerler." Bu zamansal sınırlama tuhaf bir psikolojik etki meydana getirir. Geçicilik hissi uyandırarak daha da fazla iletişim kurmaya iten kurnazca bir dürtüye yol açar.

Selfieler anlık fotoğraflardır. Tek dertleri o andır. Bir hatırlama aracı olarak selfie, uçucu bir görsel enformasyondur. Analog bir fotoğrafın aksine, sadece kısa bir süreliğine kaydedilir ve sonra sonsuza dek kaybolur. Selfieler hatırlamayı değil İletişimi amaçlar. Nihayetinde, bir kaderi ve tarihi olan biri olarak insanın sonunu ilan ederler.

Phono sapiens "peş peşe gelip kaybolan Yaşantıların anlık gerçeklikleri"ne teslim olur. Doğum ve ölümü birbirine bağlayan ve bir yaşama benlik damgası vuran "uzayıp giden varoluş bütünü," tarihsel olarak var olmayan Phono sapiens'e yabancıdır. Cenaze selfiesi fenomeni, ölümün bu yokluğuna işaret etmektedir. Tabutun yanında duran insanlar kameralarına gülümserler. Ölümden bile like çıkarılabilir. Görünüşe göre Phono sapiens, kurtuluşa muhtaç Homo sapiens'in ötesine geçer.

Dijital platformlarla anlatının sıfır derecesine yaklaşıyoruz

Twitter, Facebook, Instagram, TikTok ve Snapchat gibi dijital platformlarla anlatının sıfır derecesine yaklaşıyoruz. Bunlar birer enformasyon medyasıdır, anlatı değil. Anlatısal tarzda olmaktan ziyade eklemeli olarak işlerler. Enformasyon dizileri bir anlatı halinde yoğunlaşmazlar. "Yaşadığım bir olayı Facebook profilime nasıl ekleyebilirim ya da onu nasıl düzenleyebilirim?" sorusunun yanıtı şudur: "Gönderiler bölümüne kaydırın ve yaşam olayına dokunun." Yaşam olayları birer enformasyon parçacığından ibarettir yalnızca. Genişletilmiş bir anlatıya dönüştürülmezler, sadece bağlayıcı bir düzenlemeyle birbirlerine eklenirler. Olayların anlatısal bir sentezi yoktur. Dijital platformlarda, yaşanan anlar refleksif ve anlatısal bir şekilde sindirilemez ve yoğunlaştırılamaz, ki aslında bu kasıtlı yapılır. Dijital platformların teknik yapısı, yoğun zamanlı anlatı pratiklerini dışlar.

İnsan belleği seçicidir. Bir veri tabanından farkı da budur. Dijital bellekler eklemeli ve birikimselken, insan belleği anlatısaldır. Bir anlatı, olayların seçilmesine ve birbirine bağlanmasına bağlıdır. Seçici bir şekilde ilerler. Anlatı yolu dardır. Yalnızca seçilmiş olayları içerir. Anlatılan ya da hatırlanan yaşam zorunlu olarak eksiktir. Buna karşın dijital platformlar bir yaşamın eksiksiz bir kaydını oluşturmaya çalışır. Anlatı ne kadar azsa, o kadar çok veri ve enformasyon vardır. Dijital platformlar için veriler anlatılardan daha değerlidir. Anlatıların yansıtılmasını istemezler. Dijital platformlar anlatı formatlarına izin verse bile bunlar veri tabanlarıyla uyumlu olacak şekilde tasarlanmalıdır. Mümkün olduğunca çok veri üretmeleri gerekir. Bu nedenle anlatı formatları zorunlu olarak eklemeli bir biçime sahiptir. "Hikâyeler" enformasyon taşıyıcıları olarak tasarlanır, gerçek anlamda anlatı ortadan kalkar. Dijital platformların beklentisi şudur: bir yaşamın bütünsel kaydı. Amaç, bir yaşamı bir veri setine dönüştürmektir. Bir kişi hakkında ne kadar çok veri varsa, o kişi o kadar iyi gözetlenebilir, kontrol edilebilir ve ekonomik olarak sömürülebilir. Phono sapiens sadece oyun oynadığına inanıyor, oysa aslında tamamen sömürülüyor ve kontrol ediliyor. Akıllı telefon bir oyun alanı gibi görünse de aslında dijital bir panoptikondur.

Otobiyografik bir anlatı oluşturmak, kişinin hayatı üzerine tefekkür etmesini, bilinçli bir hatırlama çalışması yapmasını gerektirir. Oysa veri ve enformasyon, bilinci bypass edecek şekilde üretilir. Herhangi bir düşünümsel filtreleme olmaksızın faaliyetlerimizi anında temsil ederler. Veriler ne kadar bilinci dışlayacak şekilde üretilirse, buna bağlı olarak daha kullanışlı olurlar. Bu tür veriler bilincin dışında kalan bölgelere erişim sağlarlar. Dijital platformların bir kişiyi taramasına ve kişinin davranışlarını düşünüm öncesi düzeyde kontrol etmesine olanak tanırlar.

Walter Benjamin, psikanalizin "güdüsel bilinçdışı"nı keşfetmesi gibi, ağır çekim, zaman atlamaları ve yakın çekimler gibi kamera tekniği olanaklarının da "optik bilinçdışı"nı keşfetmemizi sağladığını öne sürdü. Benzer şekilde, veri madenciliği, bilinçli alanın ardındaki bilinçdışı alanı açığa çıkaran dijital bir büyüteç görevi görür. Bu alanı dijital bilinçdışı olarak adlandırabiliriz. Yapay zekanın bilinçdışı arzu ve eğilimlerimize erişmesini sağlar. Bu da veri-güdümlü psikopolitikayı davranışlarımızı düşünüm öncesi düzeyde kontrol edebilecek bir konuma getirir. "Kendi kendini izleme" olarak adlandırılan durumda, sayım tamamen anlatımın yerini alır. Kendi kendini izlemenin ürettiği tek şey veridir. Nicelleştirilmiş Benlik hareketinin sloganı "Sayılar Aracılığıyla Kendini Tanıma"dır. Bu akımın taraftarları kendilerini anlatma, hatırlama ve düşünme yoluyla değil, sayma ve sayılar yoluyla tanımaya çalışırlar. Bu amaçla kalp atış hızı, kan basıncı, vücut ısısı, hareket ve uyku düzenleri hakkında otomatik olarak veri üreten çeşitli sensörler vücuda takılır. Zihinsel durumlar ve ruh halleri sürekli olarak izlenir. Tüm günlük faaliyetlerin ayrıntılı bir kaydı tutulur. Kişinin saçındaki ilk beyazı fark ettiği gün bile kaydedilir. Hiçbir şey bir yaşamın bütünsel kaydından kaçmamalıdır. Tüm bunlarda anlatılan hiçbir şey yoktur. Her şey ölçülür. Sensörler ve uygulamalar, herhangi bir dilsel temsil veya anlatısal düşünüm olmadan otomatik olarak veri sağlar. Toplanan veriler daha sonra görsel olarak çekici grafikler ve diyagramlar halinde özetlenir. Ancak bunlar benim kim olduğum hakkında hiçbir şey söylemez. Benlik bir nicelik değil, bir niteliktir. "Sayılar Aracılığıyla Kendini Tanıma" bir yanılsamadır. Öz-bilgi ancak anlatı yoluyla üretilebilir. Kendimi anlatmalıyım. Ancak sayılar hiçbir şey anlatmaz. "Dijital anlatılar" ifadesi bir oksimorondur. Bir yaşam nicelleştirilebilir olaylarla kavranamaz.

Büyük şevk ve neş'e Büyük şevk ve neş'e

Black Mirror'ın ilk sezonunun üçüncü bölümünün adı Senin Tüm Geçmişin idi. Herkesin kulağının arkasına, kullanıcının gördüğü ve deneyimlediği her şeyi kaydeden bir implant taktığı şeffaf bir toplumu gözler önüne serer. Görülen ya da algılanan her şey ya doğrudan kullanıcıya gösterilir ya da harici bir ekranda yeniden oynatılabilir. Diyelim ki havaalanı güvenlik kontrollerinde, memur sizden belirli bir zaman dilimindeki olayları yeniden oynatmanızı istiyor. Artık hiçbir şey gizli değil. Suçluların işledikleri suçları gizlemeleri mümkün değil. İnsanlar, deyim yerindeyse, kendi hafızalarına hapsolmuş durumdalar. Açıkça söylemek gerekirse, yaşanan her şey tekrarlanabildiğinde, hatırlamak imkânsızdır.

Hatırlama, daha önceki bir deneyimin mekanik bir tekrarı değil, tekrar tekrar anlatılması gereken bir anlatıdır. Anılarda kaçınılmaz olarak boşluklar vardır. Yakınlık ve uzaklık gerektirir. Tüm deneyim şimdi ve mesafesiz olduğunda, yani el altında kullanıma hazır olduğunda, hatırlama imkânsızdır. Geçmiş deneyimin boşluksuz tekrarı bir anlatı değil, bir rapor ya da kayıttır. Anlatabilmek ya da hatırlayabilmek için pek çok şeyi unutabilmek ya da atlayabilmek gerekir. Şeffaflık toplumu anlatının ve hatırlamanın sonunu getirir. Şeffaf anlatı diye bir şey yoktur. Yalnızca enformasyon ve veri şeffaftır. Senin Tüm Geçmişin'in son sahnesinde, başkahraman bir jilet alır ve implantı kesip çıkarır.

Artık daha az hikâye anlatıyoruz

Bugün, günlük yaşamımızda birbirimize artık daha az hikâye anlatıyoruz. Hikâye anlatmak düşüşte çünkü iletişim enformasyon alışverişi şeklinde gerçekleşiyor. Sosyal medyada neredeyse hiç hikâye anlatılmıyor. Hikâyeler empati kapasitelerini geliştirerek insanları birbirine bağlar. Gerçek bir topluluk yaratırlar. Akıllı telefon çağında empatinin ortadan kaybolması, bu teknolojinin bir hikâye anlatma aracı olmadığının açık bir işaretidir. Teknik özellikleri zaten hikâye anlatmanın önünde bir engeldir. Tuşlarla yazmak, dokunmak ve kaydırmak anlatı jestleri değildir. Bir akıllı telefon yalnızca hızlandırılmış enformasyon alışverişine izin verir. Anlatıcılık ise yakın dinleme ve derin dikkat gerektirir. Anlatı topluluğu dikkatli dinleyicilerden oluşan bir topluluktur. Gelgelelim dikkatle dinleme sabrını, hatta hikâye anlatma sabrını giderek kaybediyoruz.

Tam da her şeyin bu kadar olumsal, keyfi, geçici ve rastlantısal hale geldiği, bağlayıcı ve birleştirici olan her şeyin çözüldüğü, yani mevcut olumsallık fırtınasının ortasında hikâye anlatıcılığı için bir vaveyla kopar. Anlatı enflasyonu, olumsallıkla baş edebilme ihtiyacına işaret etmektedir. Ancak hikâye anlatıcılığı, yönünü kaybetmiş, anlamdan yoksun enformasyon toplumunu yeniden istikrarlı bir anlatı topluluğuna dönüştürmekten acizdir. Aksine, hikâye anlatıcılığı çağımızın patolojik bir olgusudur. Anlatı krizinin uzun bir geçmişi vardır. Bu çalışma, bunun izini sürmeye çalışmaktadır.

Anlatı bir tarihtir

Günümüzün enformasyon tsunamisi, bizi bir güncellik girdabının içine atarak anlatı krizini keskinleştirir. Enformasyon zamanı parçalara böler. Zaman, güncel konularla anlık olarak ilgili olanın dar izine indirgenmiştir, onun kadar kısalmıştır. Zamansal yayılımdan [genişlik ve derinlikten] yoksundur. Güncelliğe mecburiyet hayatımızı istikrarsızlaştırır. Geçmişin artık şimdi üzerinde herhangi bir etkisi yok. Gelecek daralır; o anda geçerli olanın sürekli güncellendiği bir akış haline gelir. Böylece tarihsiz var oluruz, çünkü anlatı bir tarihtir. Yalnızca sıkıştırılmış, yoğunlaştırılmış zaman olan deneyimlere sahip olma kapasitesini değil, aynı zamanda zamansal bir dağılmaya dayanan gelecek anlatıları inşa etme kapasitesini de kaybederiz. Bir şimdiki andan diğerine, bir krizden sonrakine, bir sorundan diğerine sürüklenen bir yaşam, sadece hayatta kalmak için yavaşlar. Yaşamak sadece sorun çözmekten daha fazlasıdır. Yalnızca sorun çözen birinin bir geleceği yoktur. Gelecek ancak anlatı ile açılır, çünkü anlatı bize umut verir.

Byung - Chul Han, Anlatının Krizi, Ketebe Yayınları