Modernitenin kurgusu, kapitalizmin pratiği ve feminizmin derin etkisi ne kadar da çok yaygın! Kadının çalışması olgusuna bakalım. Bununla kadının tamamen evin dışındaki iş yerlerinde çalışması diye bir algı var. Bir kabule dönmüş. Hatta en keskin dogmalardan birisi haline gelmiş. Kadın kendi evinde çalışıyorsa buna çalışma denmiyor. Hatta tamamen kayıp olarak görülüyor. Nitekim kadının çalışma hayatına, yani ev dışındaki yerlerde çalışması, ekonomik ilerleme olarak görülüyor. Kadının çalışma hayatında da eşit hale gelmesi diye kabul ediliyor.
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı son açıklaması bu açıdan dikkat çekici. Konuşma hepimizin nasıl bir kadın çalışma algısı, kabulleri ve inançları içinde olduğunu görmemiz açısından önemli: "22 yılda kadınların çalışma hayatındaki payı %28'den 2023'te %36'ya yükseldi. İnşallah 2024 yılı sonu rakamları çıktığında yüzde 37'5'e ulaşmasını bekliyoruz. 2028 hedefimiz de yüzde 40'a yükselmesi."
Muhafazakâr siyaset döneminde kadınların ev dışında çalışma oranında yükselme var. Bununla hem övünülüyor hem de teşvik ediliyor. Ayrıca bu da yetmez deniyor ve 2028 hedefinde yüzde 40'ı yakalama inancı ortaya konuyor. Bu konuşma Aile Yılına da atıfta bulunarak yapılıyor. Bir yandan ailenin dramatik bir şekilde çözülme ve kriz yaşadığını söylüyoruz. Cumhurbaşkanımız Erdoğan bunu en üst düzeyde dile getiriyor. Doğurganlık hane halkı başına 1.51' düşmüş durumda. Avrupa toplumları ile mukayese edildiğinde bile Türkiye'deki doğurganlık düşüşü çok yüksek.
Kadının ev dışında çalışmaması kayıp olarak görülüyor. İş hayatında eşitsizlik şeklinde algılanıyor. Oysa fotoğrafın başka bir yüzü daha var. Kadın ev dışında çalıştıkça eve zaman ayırması azalıyor. Çocuk doğurma şartları zorlaşıyor. Çünkü iş hayatı kadının doğurmasını problem gören ve engelleyen bir süreç. Çünkü çalışma rutinini aksatıyor, kariyerde yükselmeye engel oluyor. Özel sektörde bu daha da etkili bir mekanizma olarak çalışır. Bundan dolayı kadın ev dışında çalıştıkça doğurma isteği de, gerçekliği de azalır.
Peki, kadını eve mi hapsedelim? İşte tuzak soru! Evin hapis olarak kodlanması, istenmeyen yer olarak üretilmesi ve yeni iş hayatı realitesine karşıt biçimde konumlanması. Feministlerin sevdiği imgeleme, "evin hapisliği"dir. Ancak bütün kapitalist kültürde bu motto kutsal ayetlerden daha da kabul görmüş durumda. Elbette kadınların hepsi evde kalsın diyen yok. Bunun yerine kadını ev dışında çalışmaya zorlayan yaklaşımın, beklentinin ve siyasetin gözden geçirilmesi gerekir. İş doğal haline bırakılmalı. Kadına bir ütopya olarak sunulmamalı.
Ayrıca kadının çalışmasını sadece ev dışında kodlamak da hakikatin üstünü örtmektir. O da kadının evde çalıştığı hakikatidir. Gerçekten kadın evde çalışmıyor mu? Evi temizliyor, çocuk bakıyor, çocuk yetiştiriyor, yemek yapıyor, evi dekore ediyor. En az üç mesleği birden yerine getiriyor. Temizlik hizmeti, öğretmenlik ve aşçılık. Peki, bu meslekleri evde yapmayınca başka kadınlar bu rolü üstlenmiyor mu? Yani kadını evinden dışardaki işe taşıdığımızda evdeki işleri de yine başka kadınlar yapıyor. Temizlikçi, anaokulu-kreş öğretmeni, aşçı, ev dekoratörü gibi işleri yine kadınlar yapıyor. Ama bu kadınlar "çalışan kadın" oluyor! Çünkü kendi evlerinin dışında başka evlerde çalışıyorlar, başkalarının çocuklarına anaokulu öğretmenliği yapıyorlar.
Mesele bütün Türkiye'yi ilgilendiriyor. Muhafazakârları daha fazla ilgilendiriyor. Çünkü aileye inanan, çocuk ve eve inanan kesimlerin başında muhafazakâr düşünce geliyor. Bütün dünyada da böyledir. Muhafazakârlar da muhafazakâr kültür ve siyasetle aileye, anneye, babaya ve evlada sahip çıkmakla sorumludurlar. Hepimizin borcudur bu.
Prof. Dr. Ergün Yıldırım, Star