Eşcinsellik ve cinsiyetsizlik propagandası anaokullarına kadar indi, akıl almaz boyutlara ulaştı. Başını CHP’li belediyelerin çektiği bazı kurumlar “çocuk özgürlüğü” adı altında çocuğun cinsel istismarına çanak tutan programlar yürütüyorlar.

Halk, doğal olarak tepkili. Ivır zıvır “sanatçı” takımını ve kafası ipotekli Batıcı tipleri saymazsanız aydınlarımız da gidişattan endişeli.

LGBT ideolojisi, Batı emperyalizminin yeni Truva atı. Amerikan devlet dairlerinde ABD bayrağının yerine LGBT bayrağı dikilmesi, dünyanın en zengin sömürgeci vakıflarının LGBT propagandasına milyarlarca dolar para yatırması bize bazı ipuçları vermeli.

Konu eşcinsellik değil, konu cinsel yönelim veya seksüel tercih değil. Konu insanı kendi doğası ile kavga etmeye zorlayan bir ideoloji.

Batı toplumları bu işten ne kadar zarar ne kadar fayda görürler bilemeyiz ama, Doğu için bu bir felaket senaryosu. Çünkü emperyalizme karşı ulusal sınırların korunmasında en önemli güç kaynağı geleneksel değerler.

Hollanda, Kanada veya İngiltere, geleneksel değerler olmadan yaşayabilir mi? Mümkündür. Çünkü bugüne dek dünyayı öyle bir sömürmüşler ki kendi haline bırakılsa bile bu sömürü çarkları uzunca bir süre daha onların lehine çalışabilir. Su anda tüm üretimlerini, tüm ticari faaliyetlerini kesseler nüfuslarına iki yüz yıl yetecek servete sahipler. Ayakta kalabilmek için ne geleneksel değerlere ihtiyaçları var ne aileye ne de ulusal sembollere. Paranın saltanatı her oyun masasında onların kazanan olmasını nasılsa garantiliyor.
Ancak Doğuya geldiğinizde işler değişiyor. İki yüz yıllık sömürü çarkını kırabilmek için üzerine basacağımız, güç alacağımız değerlere ihtiyacımız var. Aile böyle bir şeydir, din böyle bir güç ve ilham kaynağıdır, milli kimlik sömürüye karşı direnmenin dinamosudur. İşte LGBT ideolojisi de tam olarak bu zemini yok etmek istiyor.

Konunun bir yanı ailenin ve değerlerin korunmasıdır, diğer yanı ise bireylerin özel yaşamlarındaki özgürlükleri. Önümüzdeki büyük sorun ise şu: İkinciye zarar vermeden birinciyi nasıl koruyacağız?

Sorunun açık ve net olarak görünen biricik kaynağı var: Batı’dan Doğu’ya doğru ihraç edilen transhumanist propaganda. Bunun en önemli ayağını ise LGBT ideolojisi oluşturuyor.

Dolayısı ile bizim mücadele etmemiz gereken olgu da bizatihi bu propaganda. Bugün eşcinseller veya başka türlü cinsel hayatlar yaşayan insanlar politik bir konu değiller. Ülkedeki milyonlarca yatak odasında nelerin geçtiği hiçbirimizi ilgilendirmiyor. Zaten Batı’nın LGBT propagandası ile kurduğu tuzak da bu: O yatak odalarının politik alana dahil edilmesini istiyorlar.

Avrupa solcularının elli yıldır ağızlarına sakız ettikleri “özel olan politiktir” yalanını en baştan çöpe atmak lazım. Evet, yatak odası da politik alan tarafından şekillendirilir ama kendisi politik alan değildir, sonuna kadar özel alandır.

Şu halde LGBT’cilerin yatak odalarındaki türlü çeşitli davranışları topluma dayatmaya kalkmaları kabul edilemez. Özel alanınızda istediğinizi yapın ama, özel tercihlerinizi mutlak doğrularmış gibi topluma enjekte etmeye kalkmayın.

Mücadele edilmesi gereken Batı’nın çürütücü propagandasıdır. Ruslar bu konuda hayli yol aldılar. Yeni Rus düşüncesinde geleneksel değerler ve dine özel bir önem veriliyor. Rusya, LGBT propagandasını yasakladı. En son Putin, bu konuların araştırılması için özel bir enstitü kurulması talimatını verdi.

Batı’nın çürütücü propagandasına karşı Rusya’nın deneyimi güzel bir örnek olabilir. Bizim de yeni Türk düşüncesinin kuruluşunda milli kimliğimize, dinimiz İslam’a ve geleneksel değerlere özel bir yer açmamız gerektiğini, çürütücü akımlara ancak bu şekilde karşı koyabileceğimizi söylememize gerek var mı?

Bilmiyorum Bilmiyorum

Gaffar Yakınca, Aydınlık