Haftalık Yeni İstiklal gazetesinin eski ciltlerinden birinin sayfalarını çevirirken ilgimi çeken bir haberle karşılaştım. 4 Kasım 1953 tarihli Cumhuriyet gazetesinde “Camiye Arapça levhayı niçin asmışlar?” başlığıyla yayımlanan ve tam bir garabet, hatta cehalet örneği olan haber şöyle:

“1943 senesine kadar bir kunduracı dükkânı iken o tarihten itibaren cami haline sokulan Çarşıkapı’daki Nalçacı Hasan Camii’nin içinde Arap harfleriyle bir tabelanın uzun zamandan beri asılı durduğunu evvelki gün bir basın toplantısında Prof. Ekrem Şerif Egeli basın mensuplarına bildirmişti. Bu ihbar üzerine harekete geçen alakalı makamlar sanıkları tesbit etmişlerdir. Tahkikata göre Nalçacı Hasan Camii’nin ön cephesinin biraz eğri olduğunu ve bu yüzden kıblenin sağa düştüğünü gören işgüzar cami imamı, namaz kılacakları tam kıbleye döndürmek üzere Arap harfleriyle yazdırdığı “Biraz sağa dönülecektir” tabelasını asmıştır.

Aylardan beri bu levhayı camiye asıp muhafaza eden imam Osman Yüceokul ile müezzin Nureddin Sesigüzel, harf inkılabına aykırı hareketlerinden dolayı yakalanarak dün Emniyet Müdürlüğü’ne celbedilmişlerdir. İmam ve müezzin hakkında savcılıkça da tahkikata başlanmıştır.”

Haberin başlığına bakar mısınız? “Camiye Arapça levhayı niçin asmışlar?” diye soruluyor. Bunu yazan cahil bilmiyor mu ki, camilerimizin hemen hemen hepsi Arapça levhalarla süslüdür. O kadar ki, bu güzel yazılarla tezyin edilen bazı tarihi mabedlerimizi birer hat müzesi olarak da kabul edebiliriz. Mesela bunlardan biri de Bursa’daki Ulu Cami’dir. Gördüğü her eski yazıyı Arapça zanneden Türkçe cahillerine kızmak değil, acımak gerekiyor.

Yine bu çarpık haberden anlaşıldığına göre, Çarşıkapı’daki Nalçacı Hasan Camii 1943 yılına kadar bir kunduracı dükkânı imiş. Çünkü tek parti diktatörlüğünün hüküm sürdüğü o netameli yıllarda bir çok tarihi caminin kapatıldığını, satıldığını, kiraya verildiğini, saz ve içki evi haline getirildiğini, spor kulübüne dönüştürüldüğünü, bazılarının da kaderine terk edildiğini yakınen biliyoruz. Bu konuda yayımlanan makaleleri, neşredilen kitapları “müteneffirane” bir duyguyla okuyoruz. Binlerce İslam mabedinin hazin hikayesini daha ayrıntılı öğrenmek isteyenlerin, rahmetli Mehmet Şevket Eygi’nin “Yakın Tarihimizde Cami Kıyımı” isimli ve resimli 373 sayfalık kitabını okumaları gerekiyor.

Asıl şaşırtıcı olan şu ki, bu camide uzun zamandan beri asılı duran levhayı Prof. Ekrem Şerif Egeli bir basın toplatısı yaparak kamuoyuna duyuruyor, yani muhbirlik yapıyor. Caminin imamı ve müezzini yakalanarak (!) Emniyet Müdürlüğü’ne götürülüyor. “Mine’l-Garaib” dedikten sonra ben de şöyle bir soru sorayım: adı geçen zat, rektörlüğünü yaptığı üniversitenin giriş kapısının üstünde Arap harfleriyle yazılı bulunan “Daire-i Umur-u Askeriye” levhası için de – acaba – böyle bir ihbarda bulunmuş mudur?

Sözün burasında şu hususu da belirtmek istiyorum: Harf devrimiyle birlikte ortaya çıkan bir takım işgüzarlar yahut kraldan çok kralcı geçinenler; her biri hat sanatının kitabeleri, eski yazılı levhaları tahrip etmeye, yerlerinden söküp atmaya, vahşice kazımaya başladılar. Bu sanat ve medeniyet düşmanı heriflerin tasallutu epey zaman devam etti. Sütunum müsait olmadığı için burada tahribat örnekleri veremeyeceğim. Şu kadarını belirtmek gerekirse, Sultanahmet’teki Cevri Kalfa Mektebi’nin, günümüzdeki adıyla Türk Edebiyatı Vakfı’nın girişindeki yarısı kazınmış kitabelere bakarsınız, tahribatın yekunu hakkında bir fikir edinebilirsiniz.

Konumuzla doğrudan ilgili olduğu için hatırlatayım. Harf devriminin neticelerini, Arap harfleriyle Latin harflerinin kıyaslanmasını, Osmanlı Türkçesinin ne anlama geldiğini, ünlü yazarlarımızdan bu husustaki tartışmalarını öğrenmek ve tabii ki sağlam bir fikir edinmek için bu vadide kaleme alınan eserleri ciddi ciddi okumak gerekiyor. Mesela “İslam Yazısına Dair” isimli kitabı, “İslam Harflerinin Müdafaanamesi” adlı eseri, “Tanzimat’tan Cumhuriyete Alfabe Tartışmaları” unvanlı çalışmayı, Arap harflerinin terakkiye mani olmadığını konu alan araştırmayı dikkatle gözden geçirmek icap ediyor.

Bilmiyorum Bilmiyorum

Bunların içinde en ilgi çekici, hatta şaşırtıcı olanı Prof. Avram Galanti’nin eseridir ve “Arabi Harfleri Terakkimize Mani Değildir” adını taşımaktadır. “İstanbul Darü’l-Fünunu Müderrislerinden ve Portekiz Ulum ve Fünun Akademisi A’zasından” Avram Galanti – bir gayr-i müslim olmasına rağmen – böyle bir eser kaleme alıp, tarafsız fakat “hakikatperest” bir ilim adamı olduğunu isbat etti. Adı geçen eser Latinize edilerek, Osmanlıcasıyla birlikte Bedir Yayınevi tarafından neşredildi. Baş tarafında da, Rıfat N. Bali’nin kaleminden “A. Galanti’nin Hayatı ve Eserlerinin Bibliyografyası” bulunuyor.

Şurasını da belirtmezsem bu yazı eksik kalır. Harf devrimi ve Osmanlı Türkçesi hakkında bir çok yazarımız görüşlerini ve fikirlerini ilmi ve edebi açıdan dile getirdiler. Bunların içinde Nizameddin Nazif Tepedelenlioğlu ile Peyami Safa’yı listenin başına almak icap eder. Babıali’nin en cesur ve en renkli ismi Tepedelenlioğlu’nun, “Eski Harflerimiz İçin Umumi Af İstiyorum” başlığıyla ve “Mazimize artık ancak bir pamuk ipliğiyle bağlı gibiyiz… El hazer!.. O da koparsa 32 milyon insan köksüz kalacak!...” spotuyla ilk defa Yeni İstiklal’de yayımladığı uzun ve bilgi yüklü yazı büyük yankı yaptı ve bir çok yayın organı tarafından paylaşıldı.

Peyami Safa’ya gelince, o da bu konudaki yazılarından birini, “Maarif Vekâleti’nin devrimbaz yaygarasından çekinip, Türk gençliğini milli kütüphanesindeki ana eserleri okumaktan mahrum eden bir cehalete müsamaha etmeye hiç hakkı yoktur” diyerek bitiriyor ve liselerde Arap harflerini öğretmenin şart olduğunu ifade ediyor. (Tercüman: 9 Temmuz 1959)

Dursun Gürlek, Osmanlı Türkçesine duyulan ihtiyaç, Yeni Şafak, 2022