Toprağından mı, havasından mı, suyundan mı bilinmez… Coğrafya kader, tarih tekerrür eder. Ve hatta “Dünya bir tiyatrodur ki, yalnız oyuncuları değişir; yoksa oyunlar hep aynıdır!” Bizans’ın çocukları ise hiç değişmez.
Flavius Petrus Sabattius Jüstinianus; kısaca Jüstinyen… “Büyük Jüstinyen”… Bizans’ın en önemli imparatorlarından biri olarak bilinir. Aslında Trakyalı bir köylü olan, anlatılara göre imparatorluk saray muhafızları komutanlarından biriyken İmparator Anastasius tarafından tesadüf eseri seçilip 518 yılında tahta çıkan I. Jüstin’in yeğenidir. Jüstinyen’in tahta çıkabilmesinin sebebi, Jüstin’in erkek evladı olmamasıdır. Jüstinyen, imparatorluğu 527’den 565’e kadar yönetir ve sadece Roma tarihinde değil, dünya tarihinde de önemli izler bırakır.
Jüstin tarafından önce evlat edinilen, 521’de konsül, 527’de ise müşterek imparator ilân edilen Jüstinyen döneminde, imparatorun yanında önemli aktörler vardır. Bunlardan biri, 520 yılında karşılaştığı ve Kilise tarafından imparatorluk üyelerinin eski “aktrisler” ile evlenmesinin yasaklanmış olmasına rağmen kanun değişikliğiyle evlendiği Thedora’dır. Yaş olarak imparatordan büyük olan Thedora’nın imparator üzerinde büyük bir tesirinin olduğu iddia edilir. Topyekûn Roma İmparatorluğu tarihinin büyük komutanlarından biri olarak kabul edilen ve Batı’nın yeniden imparatorluk topraklarına katılmasını sağlayan Belisarius da Jüstinyen döneminin bir komutanıdır.
Jüstinyen dönemi Roma İmparatorluğu açısından oldukça hareketli bir dönemdir, zira bitmek tükenmek bilmez bir enerjisi olan imparatorun gayretleriyle doğuda ve batıda büyük mücadeleler ve savaşlara girişilir. Doğu’da Sasaniler, Batı’da ise Ostrogotlara karşı mücadelelerde başarılar elde edilir. Jüstinyen, Batı’nın tamamını yeniden ele geçirerek Yeni Roma (Konstantinopolis) yönetiminde bir siyasî birliğin sağlanmasının hayâlini kurar, bunda kısmen başarılı olsa da bu başarı imparatorluk açısından kalıcı olmaz ve sürdürülemez.
Jüstinyen’in belki de en önemli ve tarihe yön veren faaliyeti Roma hukukunu bir araya getirmesidir. İmparatorların yasalarını derlemeler hâlinde toplamadığı Roma’da ilk hukuk derlemeleri III. yüzyıldan itibaren yapılmaya başlanır. Bu tarihlerde, dönemin imparatorluk hukukçularının faydalanması adına Kodeks Gregoryanus ve Kodeks Hermogenianus gibi derlemeler hazırlanır. Fakat bunlar belli bir dönemdeki yasaları kapsamaktadır. Jüstinyen ise resmî olarak Roma tarihindeki tüm yasaları derler ve bunun geleceğe aktarılmasını sağlar. Böylece, Roma hukukunun yaşamasını sağlayan kişi olarak Batı tarihinde çok önemli bir özgül ağırlığa sahip olur.
Elbette Jüstinyen’in Konstantinopolis’i yeniden imar ederek emperyal iddiası bulunan herkesin hayalini kurduğu şehir haline getirmesi de unutulmamalıdır. 537 yılında inşa edilen ve bugün hâlâ ayakta olan Ayasofya da onun eseridir.
Şubat ayının başında Kahramanmaraş’ta yaşanan depremlerden birkaç gün sonra Roma İmparatorluğu tarihine dair yazılan eserlerde sıklıkla atıf yapılan Prokopios’un Bizans’ın Gizli Tarihi eserini okurken, Jüstinyen döneminde, aynı bölgede çok şiddetli bir deprem yaşandığına tesadüf ettim. Bu da mevzu kitabı ve Jüstinyen dönemini daha dikkatli okumama vesile oldu.
“Büyük” sıfatıyla anılan Jüstinyen döneminde, günümüzle benzeşen birçok hadise var. Bu süreçte birçok yenilik geçiren imparatorluk Suriye ve Libya’da büyük savaşlara girer. Salgın hastalıklar halkı kırarken eş zamanlı olarak yaşanan kıtlıklar büyük sefaletler getirir. Tabiî afetlerin -özellikle seller ve depremler- ise ardı arkası kesilmez. Bu dönemde, imparatorluk sınırlarında yaşayan halkların da toplumsal olarak fazlasıyla yozlaştığına dair iddialara bazı kaynaklarda rastlanıyor. Dolayısıyla bir yandan gelişimin olduğu bir yandan ise büyük sıkıntıların yaşandığı bir dönemin söz konusu olduğunu anlayabiliyoruz.
Prokopios, mevzu kitapta tüm kötülükleri ve bu yaşananları İmparator Jüstinyen ve karısı Thedora’ya bağlıyor; bunu yaparken de son derece galiz ifadeler kullanıyor. Günümüzle benzerlik teşkil eden başka bir husus da bu; birazdan değineceğiz. Yazar, Bizans tarihinin en önemli komutanlarından Belisarius’un özel yazmanı ve hukuk danışmanı olarak uzunca bir süre onun yanında kalmış, daha sonra İmparator Jüstinyen ile yakın ilişkiler geliştirip önemli unvanlara sahip olmuş bir dönem tarihçisi olarak tanınıyor. İmparatorun o kadar yakınında olup imparator hakkında çok ağır ithamlarda bulunan bu kitabı ise öldükten sonra açılıp okunmak kaydıyla yazıyor. Kitaba Greklerin “Anektoda” ismini vermesinin sebebi de bu; kitabın İngilizcesi bu isimden dolayı “Anektodlar” adıyla yayımlanmış olsa da, “anektoda” Eski Grekçede yazarların ölmeden önce yayınlanmasını istemedikleri kitaplar için kullandıkları bir tabir.
Jüstinyen dönemindeki sel, deprem ve salgın hastalık gibi felaketlerden bahsederken bu felaketlerin Jüstinyen dolayısıyla Tanrı'nın bir cezası olduğunu söyleyen Prokopios o dönem yaşanan Antakya ve Kilikya (526 büyük depremi), Karadeniz ve Yunanistan'daki büyük depremler, depremlerin ardından gelen salgın hastalıklar, seller, savaşlar ve önceden yoğunluğun olduğu bölgelerde nüfusun azalması gibi mevzuları şu şekilde anlatıyor:
“Önce Skirtus Irmağı taşarak Edessa’yı bastı ve burada oturanlara sayısız felaketler getirdi. Daha sonra Nil her zaman olduğu gibi yükseldi; ama zamanında alçalmadı ve orada oturanlara acı çektirdi. Üçüncü olarak Cydnus Irmağı taşarak Tarsus kentini günlerce sel altında bıraktı, ancak sayılamayacak kadar zarar meydana getirdikten sonra durulabildi. Ayrıca deprem, doğunun önde gelen kenti Antiachia’yı onun yakınındaki Silifke’yi ve Kılikia’nın en ünlü kenti Anzarbus’u yerle bir etti. Üç kentte yitirilen insanların sayısını tahmin etmek güç. Öte yandan Pontos’un önemli kenti Amasia’yı, İboya’yı, Phrygia’da Polybotos kentini, Pisidialıların Philomodes dedikleri kenti, Epeiros’daki Lindinus’u ve Korinthos’u unutmamalıyız. Hepsi kısa zamanda depremlerle yıkıldı ve oturanların çoğu öldü. Depremlerin üstüne, daha önce anlattığım salgın hastalıklar geldi. Depremlerden kurtulanları da bu salgın yok etti. Bu adam önce devletin yöneticisi olarak iş görürken, daha sonra da hükümdarken böylesine yaygındı insan kıyımı.”
Prokopios’un imparatora bağladığı ve Tanrı’nın onun yüzünden gelen cezaları olarak nitelendirdiği afetler hakkında, meşhur İtalyan yazar Umberto Eco, “Jüstinyen, biri 542 ile 550/551 arasında diğeri 559’da olmak üzere çıkardığı iki yasayla kıtlıkların, depremlerin ve veba salgınlarının eşcinsellerin ve dine küfredenlerin günahkâr davranışlarından kaynaklandığını ilan eder.” ifadelerini kullanırken, “Sodom”a yapılan göndermelerle yaşanan felaketlerin sorumlusunun sapkınlar olduğunu ilan ettiğini söyler. Zira Jüstinyen dindar bir Hristiyan’dır ve sorumluluğu sapıklara yüklerken Prokopios’un da kendisi hakkında aynı ifadeleri kullandığından habersizdir.
Yukarıda, “başka bir benzerlik teşkil eden husus da bu” dediğimiz noktaya geldik. Jüstinyen’i galiz ifadelerle tenkid eden Prokopios’un söyledikleri, bugün birilerinin söyledikleriyle son derece enteresan bir şekilde örtüşüyor. Mesela şu cümleler:
“Ondan sonra bilginler ve öğretmenler adamdan sayılmaz oldular. Artık kimse kamu yararına bir yapı planlayacak durumda değildi. Kentlerin sokaklarında ışıklar yanmaz oldu. Hayatı halk için çekilir hale getirmenin imkânı kalmadı. Tiyatrolar, hipodromlar ve sirklerin hepsi kapatıldı.”
Bu satıların ardından ise yazar şu ifadeleri kullanıyor:
“Evlerde ve sokaklarda üzüntü ve karamsarlık yaygındı. Sanki gökten gelen bir bela insanları çarpmış gibiydi. Hayattan neşe silinmişti. Halk evde olsun, forumda ya da kiliselerde olsun, felaketlerden, yoksulluktan ve görülmemiş talihsizliklerin birbiri ardına gelişinden başka bir konu üzerinde durmuyordu.”
Yine ne tesadüf ki, Jüstinyen tarihçilerin üzerinde mutabık olduğu üzere, “az uyuyan, gayretli ve dindar” bir imparatordu. Prokopios ise onu “az uyuyan, çalışkan ve dindar bir adam gibi görünmesine rağmen bir sahtekâr” olarak nitelerken ceplerini doldurmak isteyenlerin ona yakın olmaya çalıştığını iddia ediyor, “sanki kendisinden öncekilerin yaptığı saraylara sığmıyor da parayı yeni saraylar yapmaya harcıyor” minvalinde ifadeler kullanıyor. Genel hükmü ise şöyle:
“Bizanslıların başına şimdiye kadar hiçbir dönemde görülmedik kadar çok ve ağır felaketler getirdi. İnsanları kaygısızca ölüme atmaktan, başkalarının mallarını yağmalamaktan çekinmezdi. Ona göre her gün binlerce kişinin hayatını yitirmesinin hiçbir önemi yoktu. Düzenin yerleşmiş kurumlarını korumanın da bir anlamı yoktu onun gözünde. Bu yüzden sonu gelmez yenilikler başlıca uğraşıydı. Tek kelimeyle, değerli kuruluşların eşi bulunmaz yıkıcısı oldu.”
Thedora’nın Jüstinyen üzerinde çok önemli etkisi olduğunu söylerken bazı hadiselerin sadece onun arzularının neticesi olduğunu belirten yazar, mesela Nika İsyanı’nda; Thedora’nın imparatorun kaçmasını engelleyerek kurtarıcısı olduğunu da iddia eder. Buna mukabil Umberto Eco, Prokopios’un mübalağa yaptığını, “Thedora’nın Nika (“Kazan!” Ocak 532) İsyanı’ndaki rolünün Prokopius tarafından abartıldığı sanılır; buna göre Theodora kocasının kaçmasını engellemiş, Narses’in zaman kazanmasını ve Belisarius ile Mundus’un hipodroma saldırarak isyanı kanlı bir şekilde bastırmasını sağlamıştır (30 binden fazla kişinin öldüğü söylenir). Ancak bu isyanın Justinianus'un kendisi tarafından hem rakiplerini ortaya çıkarıp yok etmek hem de hipodromdaki yarışların taraftarlarından doğan iki siyasi-askeri organizasyon olan ve genelde birbirine rakip olup bu isyanda bir araya gelmiş yeşiller ve mavilerin kibrini zayıflatmak amacıyla kışkırtılmış olması muhtemeldir.” ifadeleriyle belirtir ve Nika İsyanı’nın imparator tarafından tertiplenmiş bir “gel gel” (!) hamlesi olduğunu söyler. Burada Bizans’daki “Maviler” ve “Yeşiller”e de kısaca temas etmemiz gerekiyor. “Maviler” ve “Yeşiller” V. ve VII. yüzyıllarda etkili olan ve başlangıçta hipodromda yarışan iki grubun adıdır. Zamanla halkın siyasî, içtimaî ve dinî meselelerde temsilcileri hâline gelirler. Mavi taraftarları orta üst gelir grubu ve asiller, yeşil taraftarları ise tüccarlar, zanaatkârlar ve memurlardır. Bu iki grubun mücadelesi devlet idaresinde son derece etkilidir. Prokopios kitabı boyunca Jüstinyen’in bir dönem bunların kimisine imtiyazlar verip yanında tutmasından da, zamanı gelince başlarını çıkaranları ezmesinden de şikâyet eder ki; buradan Jüstinyen’in hâkimiyeti sağlayabilmek adına güttüğü politikayı kavrayamadığı neticesine de varılabilir.
Hülasası Prokopios, Bizans’ın en büyük imparatorlarından kabul edilen Jüstinyen’i şeytanlaştırır, hatta doğrudan “şeytan” sıfatı takarken, tıpkı yukarıda bahsettiğimiz benzer hadiseler, benzer ifadelerde olduğu gibi, bugün de Twitter'da gezerken Cumhurbaşkanı Erdoğan hakkında "şeytan denilince hepimizin aklına o geliyor" minvalinde paylaşımlara sıklıkla rastlamak mümkün. Mesela, dönemindeki bazı ulema Fatih Sultan Mehmed'in de deccal-şeytan olduğunu söylüyor ve halk sultanın gayretinden dolayı sürekli seferde olmaktan bezmiş, ondan nefret ediyordu.
Jüstinyen'in Ayasofya'yı yaptıran, Fatih'in camiye çeviren, Erdoğan'ın da yeniden aslî hüviyetine kavuşturan kişiler olması da ayrıca enteresan…
Toprağından mı, havasından mı, suyundan mı bilinmez… Coğrafya kader, tarih tekerrür eder. Ve hatta “Dünya bir tiyatrodur ki, yalnız oyuncuları değişir; yoksa oyunlar hep aynıdır!” Bizans’ın çocukları ise hiç değişmez.
Aylık Baran 15. Sayı, Mayıs 2023