Hicri takvim ile 15. yüzyılının ortalarına yaklaşıyorken, zaman ve mekân daha öncesinde hiç olmadığı kadar Müslümanları silkeler halde. Askerî, iktisadî, kültürel ve bilumum şekilde tezahür eden bu sallantının kökenine yönelik kemmiyeti fazla ancak keyfiyeti düşük birçok araştırma yapılmıştır. Biz burada zaten halihazırda var olan cephelere yenisini eklemekten çok şu soruyu sorarak yeni bir soluk almak istiyoruz: Bugün yaşadıklarımıza benzer bir tecrübeyi İslam tarihinde görmek mümkün olabilir mi? Elbette odağımız bakışımızdan kaynaklanacaktır ancak orada olan da kendini açmak için bizi beklemektedir. Biz de bu soruya bir cevap bulmak adına İslam düşünce tarihinde müstesna yerlere sahip eserlere danışma ihtiyacı hissettik. Burada seçeceğimiz ve inceleyeceğimiz eserler hayati bir öneme sahip. Ancak bir derya olan bu sahanın ancak “büyük başlarını” anlatmaya mecalimiz yeter. Bu nedenle de İslam dünyasının fetihlerle beraber farklı kültürlerle yüzleştiği, yeni tip düşünceleri içine aldığı bir dönemde “Kuran ve Sünnet’i ân’da nasıl yeniden düşünebiliriz”in belirlenmesi çabasında olan İmam Şafi’ye ait olan er-Risale adlı esere bakmak istedik.
İmam Şâfiî’ye fıkıh tarihinde müstesna bir konum kazandıran özelliklerden biri kendi adıyla anılan mezhebin kurucusu olması ise diğeri de fıkıh usulü hakkında günümüze ulaşmış ilk eserin sahibi olmasıdır. Bu eserin zamanımıza kadar gelen versiyonu “cedîd” diye anılan nihaî şekli olup İmam Şâfiî’nin ilmî olgunluğunun zirvesine eriştiği Mısır döneminde (814-820) kaleme alınmıştır. Er-Risâle’nin “kadim” versiyonu ki bu da İmam Şâfiî’nin daha sonra değiştirdiği düşüncelerini barındırmaktadır, Mekke’de yazıldığına dair kayıtlar bulunmakla birlikte Bağdat’ta yazıldığı yönündeki bilgi daha doğru olmalıdır.
Bazı kaynaklarda er-Risâle’nin (ilk versiyonu) Abdurrahman b. Mehdî’nin (ö. 198/813-14) isteği üzerine kaleme alındığı ve mektup olarak gönderilmesinden dolayı “risâle” diye adlandırıldığı belirtilir. Böyle bir vesileyle yazılmış olsa bile er-Risâle’den önce fıkıh ilminin esasları üzerine yapılmış mücerret ve teorik bir çalışmanın günümüze ulaşmadığı dikkate alındığında İmam Şâfiî’nin ilk fıkıh usulü eserinin sahibi olduğunu kabul etmek gerekir. Şâfiî’den önce fıkıh usulüne dair eserler kaleme alındığı yönündeki bilgi ve anekdotların ise mezhebî polemiklerden kaynaklandığı ve ihtiyatla karşılanması gerektiği anlaşılmaktadır. Şâfiî’nin bu konuda öncü konumunda bulunması da şöyle açıklanabilir: Şâfiî’den önce genel olarak fıkıh ilmi ve özellikle fürû-i fıkıh alanında oldukça büyük bir mesafe alınmış, iki farklı anlayışın temsilcileri Ebû Hanîfe (ö. 150/767) ve Mâlik b. Enes’in (ö. 179/795) fıkıh doktrinleri belirgin hale gelmişti. Böyle bir zaman diliminde yaşayan müellif bir yandan da farklı İslâm şehirlerinde ortaya konulan fıkıh birikimini yakından tanıma ve fıkhî hükümlerin ortaya çıkış süreci üzerine soyut ve kuramsal düşünce üretme fırsatını yakalamış bulunuyordu. Nitekim yakından incelendiğinde Şâfiî’nin bu eserde, İslâm toplumunun mevcut dinî-hukukî pratikleri ve âlimlerin bunlar hakkında ortaya koyduğu bilgi ve değerlendirmelerle ilgili geriye dönük bir çalışma yaptığı, bunların arka planında yer alan soyut ilkeleri bulmaya ve bulgularını belirli bir tutarlılık çerçevesine yerleştirmeye çalıştığı görülmektedir. Şâfiî’nin er-Risâle’yi en azından fürû-i fıkıh çerçevesindeki görüşlerini içeren eserler telif ettikten sonra kaleme almış olması da bu gözlemi desteklemektedir.
Şarkiyatçılar, fıkıh usulü eserlerinin günümüze ulaşan ilk örneklerinin er-Risâle’nin yazılmasından yaklaşık bir buçuk asır sonrasına ait olması karşısında bu kitabın geçmişte örneği görülmeyen kuramsal bakış açısına sahip bir çalışma olmasının nasıl izah edilebileceği sorusu üzerinde geniş şekilde durmuşlardır. Bazıları eserin muhtevasına dönük bir metin analizi yöntemi kullanarak özde Şâfiî’nin bazı düşüncelerini ihtiva etse de onun bütünüyle Şâfiî’nin kaleminden çıkmadığını, bazı eklemeler ihtiva ettiğini ve ancak 270 (883) dolaylarında nihaî şeklini aldığını iddia etmektedir. Bir başka yazar er-Risâle’nin sonraki fıkıh usulü eserlerinden farklı nitelikte bir kitap olduğu ve fıkıh usulü ilminin gelişiminde er-Risâle’nin sanıldığının aksine sınırlı bir etkisinin bulunduğu kanaatindedir. Buna göre er-Risâle’nin yaklaşık bir asrı aşkın bir süre hemen hiç bilinmemesi ve bu eser üzerine yapılan çalışmaların IV. (m. X.) yüzyıldan sonra ortaya çıkması fıkıh usulü ilminin er-Risâle’den bağımsız biçimde oluşup bir edebî tür olarak tescil edildiğini, dolayısıyla er-Risâle’nin bu süreçte “keşfedildiği”ni göstermektedir.
Konu diziminde bazı tekrar ve düzensizlikler bulunsa da er-Risâle’nin belirli bir düzenleyici fikre sahip olduğu görülür. Şâfiî, önce fıkıh usulü için kuramsal bir çerçeve olarak tasavvur ettiği beyân kavramı üzerinde durur ve beyânı hükümlerin açıklanış keyfiyetine göre tasnife tâbi tutar... Şâfiî burada dört delilden üçünü açıkça zikretmiş, kaynak olduğunu kabul hususunda tereddüt etmemekle birlikte türlerine göre farklı değerlendirilmesi gerektiğini düşündüğü için icmâı daha sonra geniş biçimde ayrıca incelemiştir. Beyân bahsinden sonra yer yer fürû-i fıkıh örneklerinin de geniş biçimde işlendiği eserde ele alınan başlıca konular şunlardır: Kitap ve Sünnet’teki âm ve has ifadeler, bunlar arasındaki ilişki; sünnetin hüküm kaynağı oluşu; nesih; hadis rivayeti, haber-i vâhid; bilginin çeşitleri ve değeri; icmâ; kıyas; ictihad; istihsan; ilim ehli arasındaki görüş ayrılıkları; sahâbe kavilleri. er-Risâle’nin toplam hacminin yaklaşık üçte ikisi sünnetin, özellikle âhâd yolla nakledilen sünnetin dinî bilgi kaynağı olarak meşruiyeti ve Kur’an karşısındaki konumuna ayrılmıştır. Şâfiî’nin sünnetin hüküm kaynağı oluşu hakkında oldukça geniş izahlar yapma ihtiyacı duyması, özellikle II. (VIII.) yüzyılda âhâd yolla nakledilen sünnetin bir delil olarak meşruiyetini sorgulayanların bulunmasına bağlanabilir.
Er-Risâle klasik fıkıh usulü teorisi yanında sahih hadisin tanımlanması, hadislerin hangi ilmî ölçüler içinde hüccet değerine sahip olacağı gibi hadis usulünün önemli ve ince meseleleri hakkındaki tesbit ve değerlendirmeleriyle klasik hadis usulü ilmi üzerinde de oldukça büyük bir etkiye sahip olmuştur. Hatta er-Risâle’yi daha sonra aklî ve naklî şeklinde tasnif edilen İslâmî ilimlerden naklî olanların üzerine oturduğu ilkeleri ve felsefeyi ortaya koyan ilk bilimsel çaba olarak değerlendirmek mümkündür.
Kaynakça: İmam Şâfiî, er-Risale, TDV: İstanbul, 2018; DİA.
Baran Dergisi 774. sayı