Esaretlerin en korkuncu başıboş Avrupa hürriyetçiliği, başıboş rey hastalığında, kokmuş bünyesinin örneklik arazlarından birini buldu.

Aslında, herkese mahsus bir söz, herkese mahsus bir fikir, herkese mahsus bir hüküm, herkese mahsus bir tercih yoktur. Hakikat birdir. Onu bir kişi bulur, bir milyon kişiye tasdik ettirir. Böylece nizam ve âhenk dediğimiz şey doğar. Ve böylece, ister istemez, reyler birleşir.

Eğer bu bir kişinin bulduğu iğri ve yanlışsa, başka biri çıkar, yine tek başına bulur, yine bir milyon kişiye tasdik ettirir. Ve yine böylece reyler, mırın-kırın olmadan birleşir; büyük ve asil kavga, bu «bir kişiler arasında, usul ve tertip altında cereyan eder. Bütün ihtilâl ve inkılâplar, iğrileri ve doğrularıyla, bu "bir kişi"lerin, uyuklayan cemiyet saflarından heyûla gibi doğrulup, kendi şahsiyetlerini, zorla ve her türlü mukavemeti tepeleye tepeleye öne atmalarından ve içlerindeki mimarîyi dışlarına nakşetmelerinden ibarettir.

Batı sömürgeciliği şekil değiştirerek devam ediyor Batı sömürgeciliği şekil değiştirerek devam ediyor

Bâtılda ve hakta en büyük tecelli, her bâtılı bir hak takip ettikçe, böyle meydana gelir. Yoksa, özü hakta olan bu müstesna "bir kişi" selâhiyeti, herkeste onun aynını kabul etmeye mecbur değildir. Bu selahiyeti kabul ettiğimiz gün, herkes bir şey bulur; yani herkes, "bir" olan "doğru" yerine namütenahi olan "iğri"den bir örnek getirir, hiç kimse hiçbir şey tasdik edemez, böylece de itiş kakış ve (kakofoni) denilen şey doğar.

Nerede nizam ve âhenk vardır, orada başıboş hüküm, tercih ve rey yoktur. Bir orduda, askere, hücum emri hakkında ne düşündüğü; bir hastahanede, hastaya, ilaçlar arasında hangisini seçtiği; bir orkestrada, çalgıcıya, ne zaman susmak ve ne zaman ötmek istediği sorulmaz. Başıboş tercih ve rey, olsa olsa "kadınlar hamamı"nda, Şişli salonlarında ve "Bab-ı âli" tüneklerinde olur. Bir de, dâvaların güme gittiği ve ortada cüce şahıs ihtiraslarından başka bir şey kalmadığı sözüm ona demokrasya tecrübelerinde...


Necip Fazıl Kısakürek, Çerçeve 3, 31 Mayıs 1946, s. 54-55