Selâm ile…
Türkiye ile Amerika arasındaki dış politika krizi en üst perdeden devam ediyor. Geçtiğimiz hafta Birleşmiş Milletler toplantısına katılan Cumhurbaşkanı Erdoğan, Biden ile görüşemedi. Erdoğan iki devlet arasındaki krizi de her fırsatta dile getirmeye devam ediyor. Tam da Moskova’da Putin ile görüşeceği günlerin öncesinde yaşanan bu gelişmelerle birlikte ABD ile arayı düzeltemeyen Türkiye’nin Rusya’ya tekrar yanaşmak zorunda kalacağı, Erdoğan’ın Putin’e her türlü tavizi verebileceği konuşuluyor.
Türkiye’nin dış politikada kriz yaşadığı tek ülke ABD değil, Rusya ile de birçok cephede karşı karşıya… Hem Amerika’nın hem de Rusya’nın gerek Suriye’de gerek Doğu Akdeniz’de gerek Libya’da Türkiye’ye karşı takınmış oldukları tavır bu iki devletin de Türkiye’ye cephe aldığını gösterirken muhtemel çatışmayı da kaçınılmaz kılıyor. Türkiye ise bu beklenen sona hazır olmak adına zaman kazanmaya çalışarak ABD ile Rusya arasında denge tutturmak için çaba sarf ediyor; fakat Soğuk Savaş reflekslerini andıran bu politika sürdürülebilir değil. Çünkü en kestirmesinden söylersek, Soğuk Savaş döneminde değiliz. O döneme nazaran Türkiye’nin güçlendiği kadar ABD ve Rusya da güç kaybetmiş olsa da, hâlâ bu güçlere doğrudan toslayacak bir kudrete sahip olmayan Türkiye, bu iki devletin Türkiye’yi parçalamak noktasında zaman zaman kendini açık eden örtülü bir mutabakatıyla karşı karşıya. Türkiye üzerindeki nihai hedefin memleketi Türkler ve Kürtler arasında parçalamak ve bu suretle iki iddiasız devlet ortaya çıkarmak olduğu, böylelikle en azından 50 sene daha Türkiye’nin ayağa kalkamamasını garanti altına almaya çalıştıkları ortada. “Peki bu arzularının sebebi nedir?” şeklinde sorulacak sorunun cevabı ise açık ve net bir şekilde “Türkiye’nin tarihî misyonudur.” olur. ABD’nin, Rusya’nın, AB’nin ve hatta diğer birçok devletin korkusu Türkiye’nin tam mânâsıyla İslâm olması, İslâmî bir nizam tesis ederek tüm Müslümanları etrafında toplayıp tarihî misyonunu üstlenmesidir.
Bugün ABD ve Rusya’nın önemli güçler olarak öne çıktığı dünya düzeni iflasın eşiğine gelmiş, düzenin üzerinde yükseldiği müessesler temellerinden çatırdıyor, halkların bu müesseselere güveni tamamen ortadan kalkmış ve tüm dünyada krizler-protestolar yaşanıyorken Türkiye’nin üzerine düşen tarihî misyonunu üstlenmek üzere adımlar atmasıdır. Tam mânâsıyla İslam olarak içeride gücünü tahkim etmek, dışarıda ise yeni siyasî, iktisadî ve askerî bloklar oluşturarak yeni kurulacak dünya düzeninin üzerinde yükseleceği müesseseleri inşa etmektir.
Kapağımızda bu meseleyi işledik ve “Gavurdan Dost, Ayıdan Post Olmaz. Türkiye İçin Tek Çare Tam Anlamıyla İslam Olmak” manşetini attık. Kapak mevzumuzu “Türkiye’ye Dayatılan Gerçeklik Seviyesi: Pıt Pıt Şeker” başlıklı yazında Ömer Emre Akcebe işledi.
İbrahim Tatlı, “Devlet Neyin Peşinde?” başlıklı yazısıyla Türkiye’deki başıboşluk hâlinin ve devletin bu manzarayı sadece seyrediyor oluşunun sebeplerini irdelerken çıkar yolun ne olduğunu da işaret ediyor.
Çakal Carlos (Salim Muhammed), geçtiğimiz hafta yeniden hâkim karşısına çıktı. Carlos bu duruşma çerçevesinde Fransa hapishanelerinde kendisine reva görülen muameleden bahsediyor.
Yasir Abdüllaziz, “Macron’un Yediği Tokatlar: Vasıfsız Açgözlü” başlıklı yazısında son dönemde Fransa’da yaşanan skandallardan ve Macron’un kabiliyetsizliğinden bahsediyor.
Orta sayfamızı 30 Eylül 1207 tarihinde dünyaya gelen Mevlâna Celaleddin Rûmî Hazretlerinin doğumunun sene-i devriyesi münasebetiyle büyük velîye ayırdık. Kendisine yapılan saygısızlıklardan ve turist çekmek için isminin kullanılmasından bahsettik.
Mustafa Kökmen, “Latin Amerika’da Ulus İnşası ve Kimlik Meselesi” başlıklı yazısıyla Latin Amerika ile alakalı yazılarına devam ediyor.
Sinami Orhan, “Kasap Amca Dolandırıcılığı -Basireti Bağlanan Şeyh Efendi-” başlıklı yazısının ikinci bölümünde de hayvan yetiştiricilerinin dolandırılması hadisesini işlemeye devam ediyor.
Osman Temiz, “Bâtının Zâhire Çıktığı Bir Zaman Diliminde Yaşıyoruz” Sözünü Nasıl Anlamak Gerekiyor?” başlıklı yazısında İbda Mimarı Salih Mirzabeyoğlu’nun başlıktaki sözünün manası hakkında düşüncelerini aktarıyor.
Abdulkerim Kiracı, “Portre: Hasan Kâfi Akhisarî” başlıklı yazısında Sultan Süleyman döneminde yaşayan Hasan Kâfi Akhisarî’yi anlatıyor.
Dergimizde ayrıca sizler için derleyip-yorumladığımız haberleri bulabileceksiniz.
Nice sayılarımızda görüşmek dileğiyle.
Allah’a emanet olunuz.