Türk sinemasının unutulmaz yapımlarından "Bizim Aile" filminin üzerinden tam 50 yıl geçti. Sibel Eraslan'ın Star gazetesindeki yazısında ele aldığı bu nostaljik film, 1975 yılında vizyona girdiğinde yalnızca eğlendirmekle kalmamış, aynı zamanda toplumsal aile yapısının sıcak bir portresini de çizmişti. Yıllar sonra bile seyircilerin gönlünde özel bir yer tutan bu film, sinema salonlarında izleyici ile buluştuğu ilk günden itibaren adeta bir fenomen haline gelmişti.
Filmde, Adile Naşit ve Münir Özkul gibi dönemin parlayan yıldızları, sıradan bir ailenin hayatını sahicilikle perdeye taşıyor. Melek Hanım ve Yaşar Usta karakterleri ile Naşit ve Özkul, yedi çocuklu bir ailenin içinde bulunduğu sevgi, umut, kıskançlık ve dayanışma gibi duyguları ustalıkla yansıtıyorlar. Film, sadece aile içi ilişkileri değil, toplumsal değişimleri ve bireyin toplumdaki yerini de sorgulatıyor.
Eraslan, yazısında modern zamanların televizyon dizileri ile "Bizim Aile" gibi eski filmler arasındaki farkları detaylı bir şekilde inceliyor. Günümüz dizilerinde sıkça rastlanan aile içi çatışmalar, aldatmalar ve yozlaşmalar yerine, "Bizim Aile"deki gibi yapımların samimi, gerçekçi ve topluma değer katan yönlerinin altını çiziyor. Bu eserler, aile yapısını güçlendirici ve birleştirici bir köprü olarak görev yapıyor.
Eraslan, günümüzdeki yozlaşmış dizileri kastederek “Oynamakta olan filmlerdeki aileler ya parçalanmış ve birbirine düşman olmuş, ya da sapkınlıkları doğalmış gibi sunabilen, herkesin birbirine devamlı bağırdığı, herkesin birbirini devamlı aldattığı, herkesin hiç çalışmadan çok zengin bir hayatı yaşadığı sabun köpüğü cinsinden filmler...” diyor.
Televizyonun toplumsal değerleri şekillendirme gücüne de değinen Eraslan, bu medya aracının aile kavramını zedeleyici içeriklerle dolup taştığını belirtiyor. Popüler kültürün öncüsü olarak televizyon, ne yazık ki günümüzde yıkıcı ve bölücü temaları evlerimize taşıyarak toplumsal dokumuzu zayıflatıyor. Eraslan, "Bizim Aile" gibi filmlerin, televizyonun bu olumsuz etkisine karşı bir sığınak olarak görev yapabileceğini öne sürüyor.
Eraslan yazısının devamında ise şu önemli noktalara tema ediyor:
“Şaşırtıcı şekilde aile karşıtı, aileyi kötüleyecek ne kadar olay varsa bu dizilere sanki üşüşmüş gibi... Hele bazı yaşlı psikiyatristlerin hastalarının ipliğini pazara çıkartan son dizileri, ne kadar patolojik vaka, ne kadar hasta tip varsa, hepimize televizyon dizisi diye seyrettiriliyor...
Televizyon, halihazırda, toplumsal tüketimi en yüksek kültür planlayıcısı. Sizler okulların eğitim müfredatını ne kadar düzeltirseniz düzeltin, kursları, kolejleri ne kadar arttırırsanız arttırın, evlerdeki başlıca okul televizyonlardır günümüzde ve üstelik 7/24 havaya hakimdir. Siz kültür ve sanatta ne kadar yüksek işleri yaparsanız yapın, desteklerseniz destekleyin, popüler toplum kültürünün baş aktörüdür halen televizyon...
Bu kadar güçlü bir ajandası olmasına rağmen, toplumu dağıtacak ne kadar olgu varsa hepsini evlerin içine boca eden televizyona kimsecikler de ''sen ne yapıyorsun'' demez... Birileri beynimize, kulağımıza, gözümüze üfledikçe üfler, sonrasında da gelsin ''bizde aile güçlüdür'' nutukları, giderek altı boşalır, giderek toplumu suç fikri sabiti ve şüpheler esir alır, tıpkı televizyonun gölgesi gibi, seyredildikçe o kötücül filmler, ruhlar karardıkça kararır... 'Bizde aile hala güçlü müdür?'' Bu soruya kolaylıkla evet diyenler, ya toplumun ne tükettiğinden habersiz, ya da kendisi TV'ler dışında başka eğlence imkanlarına sahip olduğu için toplumun yaşadıklarından bihaber...
Eski filmler bu yüzden kaçışımız oluyor belki de. Her şey o kadar kötülükle yoğurulup yuvarlanırken, 'biz bir zamanlar böyleydik işte' diyebilmenin kısa süren neşesi ve upuzun özlemiyle seyrediyoruz eski aile filmlerini. Fakir ama mutlu, zengin ama tatminsiz, iş bulduğunda sevinen, işini kaybettiğinde üzülen ama yılmayan insanlar...
Nerede kaldı onlar, nereye gittiler? Niçin yeni Sadık Şendil'ler çıkmıyor? Niçin bir Adile Naşit, bir Münir Özkul gibi moda ikonu olmadığı halde herkesin çok sevdiği yıldızlar parlamıyor?