İsrailli gazete Haaretz geçtiğimiz hafta, İsrailli askerlerin, Ocak ayında Batı Şeria sokaklarında yakalayıp işkence ettikleri iki Filistinli kardeşe cinsel tacizde bulunduğunu bildirdi.
Bu, ne yazık ki istisnai bir olay değil.
Doğu Kudüs ve İsrail de dahil olmak üzere İşgal Altındaki Filistin Toprakları hakkında çalışan BM Bağımsız Uluslararası Soruşturma Komisyonu, 7 Ekim 2023'ten bu yana Gazze ve Batı Şeria’da İsrail’in Filistinlilere yönelik sistematik cinsel şiddetine dair bir rapor yayımladı.
Komisyonun başkanı, "Bir İnsanın Katlanabileceğinden Fazlası" başlıklı raporun İsrail’in işlediği suçlara dair öyle inkâr edilemez deliller sunduğunu belirtti ki, “İsrail’in Filistinlilere karşı onları terörize etmek ve kendi kaderlerini tayin hakkını baltalayan bir baskı sistemini sürdürmek için cinsel ve toplumsal cinsiyete dayalı şiddet uyguladığı sonucundan kaçış yoktur.”
Ancak 1948’den bu yana İsrail’in Filistinlilere yönelik tecavüz ve cinsel saldırılarının sayısız belgesine rağmen, Batı medyası İsraillilerin, Filistinlilerin İsraillilere tecavüz ettiği yönündeki iddialarıyla dolmaya devam ediyor.
Yahudi Ordusunun Sistematik Cinsel İşkencesi
Yahudi ordusu, insan hakları gruplarının yıllar önce açıkladığı üzere, en az 1967’den beri Filistinlilere karşı sistematik olarak fiziki ve cinsel işkence uygulamaktadır.
Peki, bu gerçeklik, İsrail ve Batı propagandasıyla nasıl örtüşüyor?
Cevap genellikle bu anlatıları şekillendiren temel anti-Filistin ırkçılığında yatıyor. Bu bakış açısına göre, beyaz Avrupalılar – İsrailli Yahudiler dahil – medeni kabul edilirken, Filistinliler barbar olarak görülüyor.
Özellikle de, sözde "yırtıcı" Arapların – özellikle Filistinlilerin – cinsel sapkınlığı ve İsrailli Yahudi kadınların onlardan korunmasının gerekliliği bağlamında bu durum belirginleşiyor.
Tecavüz İddiaları
7 Ekim’den sonra, İsrailliler hızla Filistinlilerin İsrailli Yahudi kadınlara toplu tecavüz ettiği iddialarını ortaya attı. Bunun yanında, bebeklerin kafalarının kesildiği ve fırınlarda yakıldığı gibi tamamen uydurma iddialar da yayıldı. Eski ABD Başkanı Joe Biden, bu sahneleri gördüğünü iddia etti, ancak Beyaz Saray daha sonra bu iddiayı yalanladı.
Bugüne kadar tek bir İsrailli kadın bile 7 Ekim’de tecavüze uğradığını iddia ederek öne çıkmadı. Üstelik, operasyonun yüzlerce saatlik video kaydı olmasına rağmen, böyle bir olayı gösteren tek bir görüntü bile ortaya çıkmadı.
Batı medyası, İsrail’in doğrulanmamış iddialarını sorgusuz sualsiz kabul ederken, İsrail ve BM tarafından belgelenmiş İsrail’in Filistinlilere yönelik cinsel saldırılarını ve tecavüzlerini büyük ölçüde görmezden gelmeye devam ediyor.
BM, geçen yıl 7 Ekim’de cinsel suçların işlendiğine dair bir rapor yayımladı, ancak video delili eksikliğini ve iddiaları bizzat BM misyonuna ileten hiçbir mağdurun bulunmadığını da kabul etti.
Hamas, savaşçıları tarafından herhangi bir tecavüz olayının yaşanmadığını kesin bir dille reddetti. Ancak İsrail hükümetinin iddiaları hâlâ kanıtlanmış değil.
Bu, elbette, 7 Ekim’de tecavüz olaylarının hiç yaşanmadığı anlamına gelmez. Ancak İsrail’in bunu kanıtlayacak kesin deliller sunmadığı gerçeğini değiştirmez.
Buna rağmen, İsrail ve Batılı başkentlerde bu iddialar mutlak hakikat olarak kabul ediliyor. Öyle ki, İsraillilere bu iddiaların doğruluğunu sorgulamak bile, ya varsayılan bu vahşeti inkâr etmek ya da tecavüze uğrayan kadınlara inanmayı reddetmekle suçlanmaya yol açıyor – oysa 7 Ekim’de tecavüze uğradığını iddia eden tek bir İsrailli kadın bile ortaya çıkmadı.
Siyonist Kaygılar
Batı medyasının, İsrail’in doğrulanmamış iddialarını sorgusuz sualsiz kabul etmesi, İsrail ve BM tarafından belgelenmiş İsrail’in Filistinlilere yönelik cinsel saldırılarını göz ardı etmesiyle tam bir tezat oluşturuyor.
İsrail’in 7 Ekim’de Yahudi kadınlarına toplu tecavüz iddiaları, onlarca yıldır süregelen Filistinli erkeklerin Yahudi kadınlara karşı oluşturduğu sözde tehdit algısından besleniyor. Bu kaygı, Yahudi kolonizasyonunun başlangıcından beri birçok Siyonist için büyük bir mesele olmuştu.
Bu Siyonist kaygıları analiz eden Hannah Arendt, 1948’de İsrail kurulduktan sonra bu durumun şu şekilde tezahür ettiğini belirtiyor:
“İsrailli vatandaşlar, dindar olsun olmasın, Yahudiler ile Filistinliler arasındaki evlilikleri yasaklayan bir yasaya sahip olmanın gerekliliği konusunda hemfikirdir. İşte tam da bu sebepten dolayı... böyle bir yasa anayasada yer almasını gerektireceği için yazılı bir anayasanın bulunmasını istememektedirler.”
Bu yasaklama eğilimi, Amerikalı Yahudi yerleşimci ve Yahudi Savunma Ligi’nin kurucusu olan, ABD doğumlu Meir Kahane’nin yükselişiyle 1970’lerde doruğa ulaştı. FBI’a danışmanlık yapmış ve terör suçlarından hüküm giymiş olan Kahane, 1971’de İsrail’e taşındığında Yahudi-Filistinli evliliklerinden dehşete kapıldı.
ABD’deki beyaz ırkçı toplumun yasalarından etkilenen Kahane, özellikle beyaz kadınlarla siyah erkekler arasındaki evlilikleri yasaklayan yasaları örnek aldı.
Bu tür ırkçı yasalar yalnızca Nazi Almanyası’nın Nürnberg Yasalarıyla sınırlı değildi. Aynı zamanda, birçok Avrupa sömürgeci yerleşimci toplumu da ırklar arası evlilikleri yasaklamıştı. ABD’de bile, Alabama eyaleti ırklar arası evlilik yasağını 2000 yılına kadar yürürlükten kaldırmamıştı.
Sistematik Bir Strateji
Ancak, Filistinli erkeklerin Yahudi kadınlara karşı duyduğu sözde "doymak bilmez" arzu, İsrail’in hayal gücüne o kadar derinlemesine işlemiş durumda ki, tecavüz etmediklerinde bile öyle oldukları düşünülüyor.
Bu, 2010’da İsrail’de görülen bir mahkeme vakasında açıkça görüldü. Bir Filistinli adam, bir Yahudi kadınla rızaya dayalı cinsel ilişkiye girdiği halde, kimliğini sakladığı gerekçesiyle “hile yoluyla tecavüz” suçundan mahkûm edildi.
Bu arada, İsrail’deki Yahudi çetelerinin, Yahudi kadınlarla çıktığından şüphelendikleri Filistinli erkekleri linç etme olayları son 20 yılda önemli ölçüde arttı.
Aynı zamanda, Yahudi kadınları Filistinli erkeklerin "sapkınlığından" korumayı amaçlayan örgütler de hızla çoğaldı.
BM’nin son raporu bir kez daha gösteriyor ki, İsrail’in Filistinli erkek ve kadınlara yönelik cinsel suçları münferit olaylar değil. Aksine, Filistin halkını aşağılamak, istismar etmek ve temelde "baskı altına almak, zulmetmek ve yok etmek" amacı taşıyan sistematik bir stratejinin parçasıdır.
Ancak, Batı ve İsrail’in üstünlükçü ırkçı söylemi, bu gerçeklere karşı hâlâ duyarsız kalmaktadır.
Joseph Massad, Middle East Eye