1893 yılında ve henüz 29 (veya 31) yaşında iken hayata gözlerini yuman Nabizâde Nâzım, bir rivayete göre 1864, bir rivayete göre 1862 yılında doğmuştur. Tanzimat dönemi yazarlarındandır. Şiir, hatıra, hikâye, roman türlerinde ve ilmî konularda eserler veren Nabizade Nazım, ilk Türkçe “gerçekçi köy romanı” olarak kabul edilen “Karabibik”in ve Türk edebiyatındaki ilk psikolojik roman denemesi olan “Zehra”nın yazarıdır.
İstanbul Nişantaşı’nda dünyaya geldi. Tam adı Ahmet Nazım’dı. Babası Nabi Efendi’yi ve annesini genç yaşta kaybetti. Ninesi tarafından büyütüldü. Eserlerinden anlaşıldığına göre kötü bir çocukluk dönemi geçirdi. Yüksek öğrenimini Mühendishane-i Berri-i Hümayun'da (Kara Askerî Mühendis Okulu) yaptı. 1884'te topçu mülazım-ı sanisi (topçu üsteğmen) olarak mezun oldu. Öğrenimine Mekteb-i Harbiye-i Şahane’de devam etti.
İlk yazısı, henüz öğrenci olduğu 1880 yılında Vakit Gazetesi’nde yayınlanan “Esaret” başlıklı bir denemedir. Çok başarılı bir öğrenci olan Nabizade Nazım, 1886’da Erkan-ı Harbiye yüzbaşısı olarak mezun olduktan sonra kendi okulunda askerî öğretmenlik yaptı; yüksek cebir, istihkam ve topoğrafya dersleri verdi. Keşif ve araştırma yapmak üzere iki yıl Suriye'de görev yaptı. 1890'da İstanbul'a döndü. O yıl, “Karabibik” adlı eserini yayımladı. 1891’de çıkmaya başlayan ve o günlerde bir ilim dergisi niteliği taşıyan “Servet-i Fünun Dergisi”nin ilk yazarlarından birisi oldu.
İstanbul’a dönüşünden bir süre sonra evlendi ancak kısa bir süre sonra kemik veremi hastalığına yakalandı. Haydarpaşa Hastahânesi’nde iki yıl kadar tedavi gördü ama iyileşemedi; 6 Ağustos 1893'te, 31 yaşında öldü ve Üsküdar'da Miskinler Tekkesi yakınındaki mezarlıkta toprağa verildi.
Nabizade Nazım, daha çok romantizm etkileri taşıyan şiirlerini, ilmî konuları işleyen makalelerini ve hikayelerini, Hazine-i Evrak, Mir'at-i Âlem, Rehber-i Fünun, Âfak, Berk, Manzara gibi dergilerle Tercüman-ı Hakikat, Servet, Mürüvvet gibi gazete ve dergilerde yayınlamıştır.
1890 yılında yayınlanan “Karabibik” adlı uzun hikâye denilebilecek romanı, edebiyatımızda ilk köy romanı olma özelliğini taşır, kendisinin “hakikiyyun” dediği realist tarzda bir eserdir. “Zehra” (1896) romanı ise bir psikolojik roman denemesidir. Bu romanda, Şehzadebaşı tiyatrolarını, tulumbacı kahvelerini, kadın kavgalarını gerçekçi bir görüşle aktarmıştır. Eser, Türk edebiyatında psikoloji unsurlarının kullanıldığı ilk roman kabul edilir.
Kısacık ömründe, “Heves Ettim”, “Minimini-yahut-Yine Heves”, “Yadigarlarım”, “Zavallı Kız”, “Bir Hatıra”, “Karabibik”, “Sevda”, “Mini Mini Mektepli”, “Hâlâ Güzel”, “Haspa”, “Seyyie-i Tesamüh” (Hoşgörünün Kötülüğü), “Esatir”, “Aynalar” (fizik kitabı), “Zehra” gibi eserlere imza atmıştır.
Şiirde yenilik adı altında meydana gelen gelişmeleri eleştirmiş ve şöyle demiştir:
- “Bizim şairlerce her şey şiir imiş. Mesela bir şahinin feryadı dahi şiir imiş! Pir-i muganın muğbeçeyi çağırması dahi şi’r-i ulvî imiş! Zannederim ki öküz arabasının gıcırtısı dahi şiir olacak!”
Nabizade, gençlere şiirle uğraşmayı tavsiye etmemiş, “Gençler ille de şiirle uğraşacaklarsa, öncelikle en üst derecede tahsillerini tamamlamalı; ilim, fen ve felsefede derin bilgi sahibi olmalıdırlar” tavsiyesinde bulunmuştur.
Nabizade Nazım, devrine göre hikâye tekniğinde çok önemli bir değişiklik yapmış, “Yadigârlarım” ve “Bir Hatıra”da hikâyeyi birinci şahsın ağzından anlatmıştır. Hikâyelerinde sade bir dil kullanmış, bunun yanında kahramanlarını kendi mahallî ağızlarıyla konuşturmuştur. Eserlerinde bilhassa günlük hayatın anlatıldığı yerlerde dil çok canlıdır. Tasvirler ve kişilerin ruh hâllerinin dile getirildiği bölümlerde, Arabça ve Farsça terkibler göze çarpar. Yazar için kendi ruh ve fikir dünyasını ifade etmek için gerekli olan terkibleri sadeleştirmek mümkün olmamıştır.
“Karabibik” isimli eserinin takdiminde –sadeleştirilmiş hâliyle- şöyle der:
- "Gerçekçilik akımında yazılmış roman okumamışsanız işte size bir tane ben sunayım. Emile Zola gibi, Alphonse Daudet gibi realistlerin yâni gerçekçi yazarların romanları hep açık saçıklıkla doludur zannında bulunanlar, Karabibik'i okudukları zaman zanlarını düzelteceklerdir sanırım. Bu gibi romancıların maksatları, insanoğlunun başından geçen olayları sırf insan açısından incelemek ve hikayeleştirmektir. Bunlar, bir insan ne gibi duygular duyabilir ve (nasıl) davranabilirse ona o duyguları ve davranışları verip işi tabiî akışından çıkarmamak, yâni insanda bulunmayan duygu ve düşünceleri insana yüklememek isterler. Olaylara renkli gözlükle bakmazlar, asıl gözleriyle bakarlar. Bu bakışla varacakları hükümlerin, yalnızca şahsî, yâni kendilerine has olacağı ne kadar tabiî ise, (bu hükümler) geleneğin, göreneğin dışında olmayacağından, akla uygun ve kabul edilebilir bulunması da o kadar tabiîdir.”
İlk Türk romanı örneklerinden ve yazarlarından (Recaizade Mahmud Ekrem, Sami Paşazade vb) farklı olarak, Nabizade Nazım, Batı tesirinde taklidî bir roman yazmak yerine, o dönemin yaygın edebî anlayışını inceleyerek şuurlu bir tercihle eserlerini kaleme almış, bu sebeble de dikkatleri üzerine çekmiştir. 30-31 gibi çok genç bir yaşta vefat etmesine rağmen, gerek ilmî çalışmaları, gerekse edebî denemeleri ile döneminin en çalışkan ve üretken yazarlarından biri olmuştur.
II. Abdülhamid devrinde, eski edebiyat-yeni edebiyat tartışmalarının yaşandığı ve yavaş yavaş Batı tesirinin kendisini hissettirdiği bir dönemde yaşamıştır Nabizade Nazım. “Batı tesirini” tabiî karşılayan bir düşünce dünyası vardır o gün. Devrin pek çok “aydın”ı gibi o da bu tesirlerin gerekliliğine inanmış, ilklerden olmanın getirdiği heyecanla çok çalışmıştır.
Osmanlı devletinin en zor dönemlerinden birinde, siyasî, sosyal ve askerî olarak devletin köşeye sıkıştırılmaya çalışıldığı karmaşık bir devirde, edebiyata tutunmuş bir figür olarak Nabizade Nazım’ın o genç yaşında bu kadar eser verebilmiş olması, (niteliği ne olursa olsun), eğer bugün ondan bahsedebiliyorsak, takdire şâyandır.
Baran Dergisi 421. Sayısı