İngiltere’nin İsrail yanlısı gazetelerinden biri olan The Telegraph gazetesi, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Türkiye’yi küresel siyasette daha etkili bir konuma taşıma çabalarını mercek altına aldı. NATO’daki rolünden, Rusya ve Avrupa ile ilişkilerine, askeri gücünden, savunma sanayisindeki ilerlemelere kadar birçok başlığa değinen gazete, Türkiye’nin uluslararası dengelerde giderek daha önemli bir aktör haline geldiğini vurguluyor. Avrupa’nın Türkiye ile daha yakın çalışmak zorunda kalabileceği fikri işlenirken, Türkiye’nin hem Batı ile hem de Rusya ile olan ilişkilerinin nasıl şekilleneceği üzerine analizler yapılıyor. Batı basınının Türkiye’yi nasıl gördüğünü anlamak açısından dikkat çekici olan bu yazıyı, okuyucularımızın ilgisine sunuyoruz.
Erdoğan, Türkiye’yi Yeniden Dünyanın Merkezine Taşıyor
Müttefikler açısından bakıldığında, Türkiye hiçbir zaman ideal bir ortak olmadı.
Rusya’nın 2022’de Ukrayna’ya tam kapsamlı işgal girişiminde bulunmasının ardından, Türkiye, NATO’daki diğer üyeleri neredeyse bir yıl boyunca İsveç ve Finlandiya’nın üyeliklerini engelleyerek öfkelendirdi.
Türkiye’nin mücadeleci lideri Recep Tayyip Erdoğan, Kremlin’e yaptırım uygulamayı reddederek, Moskova’dan ucuz enerji satın alarak ve Rusya’ya birçok kez ziyaret düzenleyerek “aziz dostu” Vladimir Putin ile yakın ilişkiler kurarak Batılı müttefiklerini daha da rahatsız etti.
Ancak uluslararası dengeler hızla değişti.
Trump’ın dış politikadaki dramatik yön değişimi—müttefiklerini küçümsemesi, Ukrayna’yı göz ardı etmesi ve Rusya’ya yakınlaşması—Türkiye ile Avrupa’yı mecburi bir yakınlaşmaya itti. Geçtiğimiz hafta Erdoğan, Türkiye’nin Avrupa için vazgeçilmez olduğunu göstermek adına girişimlerde bulundu. Avrupa, artık olası bir savaş durumunda ABD’nin desteğine güvenemeyeceğini kabullenmeye başlıyor.
NATO’nun geleceğinin bile belirsiz hale geldiği bu dönemde, Erdoğan, Avrupa’nın küresel bir aktör olarak kalabilmesi için Türkiye’yi herhangi bir yeni güvenlik yapısının ayrılmaz bir parçası olarak görmesi gerektiğini söyledi.
“Türkiye olmadan Avrupa güvenliği inşa edilemez,” diyerek Avrupalı liderlere mesaj verdi.
Türkiye’nin Avrupa için ne kadar önemli olduğu tartışmasız bir gerçek.
Türkiye yalnızca hem Rusya hem Ukrayna ile sınırlarını paylaşmakla kalmıyor, aynı zamanda Karadeniz’den Akdeniz’e çıkmak isteyen Rus savaş gemilerinin geçmek zorunda olduğu iki kritik boğazı da kontrol ediyor: Boğaziçi ve Çanakkale.
Coğrafi konumunun ötesinde, Türkiye aynı zamanda büyük bir askeri güç. Türk ordusu, ABD’den sonra NATO’nun en büyük ikinci ordusuna sahip. 400 bin aktif personeli ile, yeni asker bulmakta zorlanan İngiliz ordusunun beş katından daha büyük bir güç teşkil ediyor. Bu da Türk ordusunu yalnızca Avrupa’nın savunması için değil, Ukrayna’daki muhtemel bir barış gücü için de kritik hale getiriyor. Türkiye, bu tür bir görev için asker göndermeye gönüllü olduğunu çoktan açıkladı.
Türk askerleri, çoğu Avrupa ülkesinin ordularına kıyasla çok daha fazla savaş tecrübesine sahip. Erdoğan’ın Putin’le dostane ilişkilerine rağmen, Türkiye, Kremlin destekli hükümetlere ve silahlı gruplara karşı Suriye, Libya ve Dağlık Karabağ gibi çeşitli cephelerde dolaylı olarak Rusya ile karşı karşıya geldi. Rusya’nın askeri doktrinini bu kadar yakından bilen çok az ülke var.
Brüksel merkezli Uluslararası Kriz Grubu’nda Türkiye projeleri direktörü olarak görev yapan Nigar Göksel’e göre, “Türkiye, sahada Rusya veya Rusya destekli unsurlarla karşılaşma konusunda Avrupalı aktörlerin son yıllarda deneyimlemediği operasyonel bir tecrübeye sahip.”
“Türk ordusu ayrıca ABD komutası altında NATO misyonları içinde hareket eden Avrupa ülkelerinin aksine, bağımsız hareket edebilme yeteneğine sahip,” diye ekliyor.
Ancak Türkiye’nin Avrupa için bir diğer önemli avantajı da savunma sanayisi. Türkiye, bugün insansız hava araçlarından savaş tanklarına, zırhlı araçlardan savaş uçaklarına, hava savunma sistemlerinden savaş gemilerine kadar geniş bir yelpazede savunma sanayi ürünleri üreten küresel bir lider konumunda. Avrupa’nın hızla silahlanmaya çalıştığı bir dönemde, bu kritik bir avantaj.
Geçtiğimiz hafta Avrupa Komisyonu, Avrupa’nın savunma sanayisini güçlendirmek amacıyla 150 milyar euro yatırım yapacağını duyurdu. Erdoğan da bu fırsatı değerlendirerek Türkiye’nin hızlı ve güvenilir bir silah tedarikçisi olduğunu Avrupalı liderlere hatırlattı. Diplomatlara göre, bu teklif Berlin’de destek görse de Paris’te dirençle karşılandı.
Türkiye’nin son büyük avantajı ise diplomatik ağırlığı. Erdoğan, hem Rusya hem de Ukrayna ile iyi ilişkiler sürdürebilen ender liderlerden biri.
Son haftalarda hem Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenski’yi hem de Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov’u ağırlayarak Türkiye’nin potansiyel bir arabulucu olabileceği sinyalini verdi. Türkiye, daha önce Rusya ile Ukrayna arasında mahkum takaslarına aracılık ettiği ve Karadeniz üzerinden tahıl sevkiyatını güvence altına alan kısa süreli bir anlaşmayı yürürlüğe koyduğu gibi, bir kez daha arabulucu rolüne talip olduğunu duyurdu.
Ancak Avrupa Türkiye’ye ne kadar muhtaçsa, Türkiye de Avrupa’ya o kadar bağımlı.
Yıllardır Erdoğan, Avrupa’daki siyasetçilerle; muhalefeti bastırmak, Kürt azınlığı baskı altında tutmak ve mültecileri AB’ye karşı bir koz olarak kullanmak gibi konularda sert çatışmalar yaşadı.
Fakat Erdoğan’ın Putin’e olan kişisel yakınlığı, Türkiye’nin Karadeniz’deki dengeleri Moskova lehine bozacak tek taraflı bir barış anlaşmasından endişe duymasının gölgesinde kalıyor. Uzmanlara göre, Ukrayna’nın zayıflamış bir şekilde savaştan çıkması halinde, Rusya’nın Karadeniz’de güç kazanarak Türkiye için uzun vadeli bir tehdit oluşturması kaçınılmaz olabilir.
Chatham House’tan Türkiye analisti Galip Dalay, “Ukrayna, Türkiye’nin Karadeniz’de Rusya’yı dengeleme stratejisinin merkezinde yer alıyor,” diyor.
“Eğer Ukrayna devlet olarak varlığını kaybederse ya da Rusya Odessa’yı ele geçirerek Ukrayna’nın Karadeniz ile bağlantısını koparırsa, bu Türkiye için doğrudan bir güvenlik tehdidi oluşturur.”
Tarih boyunca, Osmanlı İmparatorluğu’ndan modern Türkiye Cumhuriyeti’ne kadar, Türkiye ile Rusya’nın ilişkileri zaman zaman iş birliği barındırsa da genellikle rekabet ve çatışmaya dayalı oldu. Şimdi, küresel dengelerin değişmesi, eski rekabetin yeniden canlanmasına yol açabilir.
Uluslararası Kriz Grubu’ndan Göksel, “Eğer ABD ve Rusya yakınlaşırsa, Türkiye’nin Rusya ve Batı arasında yürüttüğü denge politikası artık sürdürülemez hale gelir,” diyor.
“Aynı şekilde, Rusya Ukrayna savaşından güçlenerek çıkarsa ve bu, Türkiye ile Rusya’nın rekabet içinde olduğu bölgelerde daha iddialı bir Rusya doğurursa, Türkiye’nin Avrupa ile daha yakın çalışmaktan başka bir seçeneği kalmaz.”
Türkiye büyük risklerle karşı karşıya olsa da Erdoğan için bu durum, ülkesini küresel bir güç haline getirme yolunda eşsiz bir fırsat anlamına geliyor.
Aralık ayında, Türkiye destekli isyancılar, Suriye lideri Beşar Esad’ı devirdi. Ankara, yalnızca Suriye’nin geleceğinde önemli bir rol oynamakla kalmıyor, aynı zamanda Ortadoğu’da da etkisini artırmayı hedefliyor.
Aynı zamanda, yıllardır süregelen iç sorunlar da azalıyor. Geçtiğimiz ay PKK lideri Abdullah Öcalan, örgütün silah bırakmasını istedi ve 40 bin kişinin hayatını kaybettiği çatışmaların sona erebileceği sinyalini verdi.
Ekonomide de toparlanma belirtileri var. Enflasyon son iki yılın en düşük seviyesine, yüzde 40’ın altına geriledi.
Hem içeride güçlenmiş hem de Avrupa ve Ortadoğu’da vazgeçilmez hale gelmiş bir Türkiye ile Erdoğan, çeyrek asırlık iktidarının en büyük zaferini kazanmaya hazırlanıyor.
Üstelik, 2028 sonrası için anayasa değişikliği yaparak iktidarda kalmayı planladığı da konuşuluyor. Türkiye’nin bu kritik dönemde Batı’dan kopmasını göze alamayan Avrupalı liderlerin buna itiraz etmesi zor görünüyor.
Osmanlı İmparatorluğu’nu geri getirmek mümkün olmayabilir ama Erdoğan’ın artık bir başkandan çok bir sultan gibi hareket ettiği konusunda pek az Türk’ün şüphesi var.