Teknoloji “geliştikçe”, eğitim hayatında metodlar, öğrenme ve öğretme usulleri, çalışma biçimleri de değişiyor. Teknolojinin hızına yetişmeye çalışan eğitim kurumları ya bu hıza ayak uydurmaya çalışıyor yahut başa çıkamaz hale gelerek, teknolojinin seyrine kendisini kaptırıyor.
Dünya üzerinde bir tarafta teknolojinin eğitimi daha iyi yerlere taşıdığı, bir diğer tarafta ise teknolojinin eğitimi gerilettiği tartışılıyor. Bu minvalde kimi kurumlar teknolojiye tam bağımlılıkla bilgiye ve beceriye daha çabuk ulaşılabileceğini düşünerek eğitim-öğretim hayatını bununla donatırken, kimi kurumlar ise aksini düşünerek eski modele dönülmesi gerektiği hususunda adımlar atıyor.
Hollanda’da okullarda telefon yasaklanıyor
Geçtiğimiz günlerde Anadolu Ajansı’nda çıkan bir habere göre Hollanda Eğitim, Kültür ve Bilim Bakanlığı’nın aldığı karara göre, ortaokul ve liselerde cep telefonu, tablet ve akıllı saatler sınıflarda yasaklanacak. Sebebi ise telefon kullanımının öğrencilerin dikkatini dağıtması ve öğrenme becerilerini zayıflatması...
Silikon Vadisi çalışanlarının çocukları teknolojiden uzak
Dünya genelinde teknolojik gelişmelerin şekillenmesinde önemli rol oynayan, dünyanın önde gelen teknoloji şirketlerinin ve girişimcilerin bulunduğu bir merkez olan ve bilgisayar teknolojisi, yazılım geliştirme, biyoteknoloji ve telekomünikasyon gibi ileri teknoloji sektörleri alanıyla ilgilenen Silikon Vadisi’nin üst düzey çalışanları kendi çocuklarını teknolojinin olmadığı, eski sistemin işlendiği okullara gönderiyor.
New York Times gazetesinde 2014’te yayınlanan bir araştırmaya göre teknoloji devlerinin çocukları, diğer toplumlardaki çocuklar gibi teknoloji bağımlısı değil. Yöneticiler, çocuklarının iyi bir teknolojik aleti kullanabilmesini bir başarı olarak görmüyor. 2 yaşındaki çocuğun YouTube’a girebilmesini zeka göstergesi olarak tanımlamıyor. Bilakis teknolojiden uzak olan okullarda el becerileri geliştiriliyor ve bizzat insan odaklı eğitim veriliyor. Bu sayede dersler matematiksel düşünce yapısını güçlendirebiliyor, motor beceriler, bilişsel gelişimi destekleyerek ileride problem çözme gibi daha soyut becerilerin temelini oluşturuyor.
Mesela haberde Google’da yönetici olarak çalışan Alan Eagle, “iPad’de yüklü bir programın çocuklara daha iyi okuma veya aritmetik becerisi katacağı fikri çok komik. Beşinci sınıfa giden kızım Google’ı nasıl kullanacağını bilmiyor. Ondan biraz daha büyük olan oğlum ise daha yeni yeni arama motorunu kullanmaya başladı. Bunun yerine örgü örmeyi öğrendiler, resim yapabiliyorlar, kendi çoraplarını dikebiliyorlar, makas ya da bıçak kullanabiliyorlar.” diyor.
Teknoloji, eğitime zarar mı fayda mı sağlıyor?
Özgür-Eğitim-Sen Başkanı Abdulbaki Değer, Hollanda’da alınan kararın Türkiye’de uygulanabilir olup olmadığını, teknolojinin eğitime zarar ve faydalarını Baran’a değerlendirdi.
Ak Parti’nin sınıflarda akıllı tahtadan tablet dağıtımına kadar en büyük vaatlerinden birinin okullarda teknolojik değişim olduğunu hatırlatan Değer, “Bu vaatlere karşılık sendika olarak teknolojik güzellemeler yapılırken teknolojinin basit bir araç olarak görülmemesi gerektiğini söylemiştik. McLuhan’ın dediği gibi ‘her araç mesajın içeriğini de dönüştürür.’ Kullandığınız teknoloji sadece basit bir araç aktarıcı işlevi değildir. Kullandığımız matbaa nasıl bütün bir hayatı dönüştürdü ise bilişim teknolojiler de başka başka dönüştürüyor. Eğer bu minvalde bir okumamız olursa teknoloji ile kurduğumuz ilişkiyi daha kapsayıcı ve derin düşünebilir ve birtakım çareler düşünebiliriz. Diğer türlü, Hollanda Eğitim, Kültür ve Bilim Bakanlığı’nın ortaokul ve liselerde cep telefonu yasağı, basit yüzeysel bir tedbir olabilir. Bu da çok sonuç alıcı olmayabilir. Okullara akıllı tahta koyulup tabletler dağıtılmışsa, cep telefonunun yasaklıyoruz diyemezsiniz. Bu birbirini besleyen uygulamalar olmuyor. Böyle olunca da çocuklarımızı ikna edemeyeceğimiz gibi teknolojinin olumsuz sonuçlarıyla baş etme imkânı da bulamayacağız.” diye konuştu.
Teknolojinin her yönüyle önü alınamaz biçimde ilerlediğini, yapay zeka, genetik mühendisliği ile bambaşka yerlere kıvrıldığını aktaran Değer, en başta çocukların muhatap olduğu bu alanı ahlak, kültür ve ilkelerden müteşekkil olarak; Diyanet, MEB, Kültür Bakanlığı ve Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı gibi bakanlıklar eliyle meseleyle ilgilenilmesi gerektiğini söyledi.
Değer, “Teknolojiyi çok iyi anladığımızı düşünmüyorum. Biz teknolojiyi basit bir enstrüman gibi görüyoruz. Yapay zekâ destekli uygulamalar bilgiyle, hayatla kurduğumuz ilişkiyi kökten dönüştürüyor. Teknolojinin bu yönünün farkında olursak, o zaman onu mevcut aidiyetimize inanç evrenimize, kültür varlığımıza halel getirmeyecek yönetme becerisi gösterebiliriz.” dedi.
Teknoloji basit güvenlik tedbiriyle geçiştirilmemeli
Teknolojinin dizginlenebilen bir aygıt olmadığını da sözlerine ekleyen Değer, teknolojinin sadece basit güvenlik tedbirleriyle geçiştirilemeyeceğini; onun karşısında çok ciddi, uyanık, komplike, sofistike bir varoluş stratejisi geliştirilmesi gerektiğini, çünkü teknolojinin getirdikleriyle çocukların başka kültürlere entegre olduklarını, teknoloji eliyle kendi kültürel evreninin sınırları dışına çıkmak zorunda olduklarını ve o ekrandan hayata baktığı zaman bunun sonunun olmadığını, bu hadise içinde ebeveynlerin bile bir şey yapamadığını aktardı.
Teknolojinin birçok yüzü olduğunu söyleyen Değer, “Bu aygıt bize dünyayı evimize getirme kolaylığı sağlıyor ama işin bir de diğer yüzü var. Teknolojinin bir diğer yüzünden de çocuklarımız başka şeylere maruz kalıyorlar. Bütün bunları ele alıp bir düzenleme yaptığımız zaman teknolojinin sıkıntı oluşturacak yönlerini törpüleyebiliriz. Şimdi kota uygulayalım -ki çok önemlidir- ama bizim bir kültürün, bir inancın, varoluş stratejisi, güvenlik tedbirlerini de aşan bir şey olmalı. Bir yerde güvenlik tedbirlerine yönelik aşırı gereksinim duyuyorsak, orada kendimiz çok güçsüz kalmışız demektir. O bir tehlike işareti olarak okunmalı.” diye konuştu.
Eğitimde teknolojiden önce müfredat sorunu
Eğitim sistemi Batılı anlayışa uygun tasarlanmış ve tamamen Kemalist rejimi besler nitelikte. Dinin hayatın merkezinden çıkaran bu eğitim sisteminde en büyük problem müfredatın bir türlü değişmiyor oluşu. Müfredat problemini de değerlendiren Değer:
“Usulünüz, formunuz uygun değilse, içeriği ne olursa olsun onu da ifsat eder. Modern okul sistemi bir kapatılma kurumudur. Hapishaneden sömürü ilişkilerinin taban yaptığı fabrikalardan farklı değildir. Burada çocukların sosyal psikolojik bireysel duygusal gelişimlerinin mümkün kılacak bir ilişki biçimi bir organizasyon yürürlükte diyemeyiz. Türkiye’nin her bir tarafında tek bir formun aynı kurallarla tek biçimli bir şekilde yürürlüğe girmesi ne insani ne de ahlaki. Bunlar değişmediği sürece bakanların değişmesi bir şey arz etmiyor. Bakan değişince her şey değişecek sanılıyor. Siz bürokrasideki insanların değişimiyle yetindiğiniz zaman davul boynunuzda tokmak da elinizde ama başkasının melodisini çalmış oluyorsunuz. Başkasına hizmet etmiş oluyorsunuz.” açıklamalarında bulundu.
Türkiye’de değer, kültür, ahlak ve fikr nitelikli bir hale getirilmediği ve eski derme çatma yapı aşındırıldığı sürece eğitimde hiçbir yol kat edilemeyeceğini dile getiren Değer sözlerini şöyle sonlandırdı:
“Eğitim dediğimiz şey terbiye eden bir unsur olmalı. Birtakım değerlerin ilkelerin gözetildiği bir kurum olmalı. Bütün bu vasat içinde eğitim yürütülüyor. Ehliyet, liyakat, ahlak olmayınca sağlanan maddi destek de bir işe yaramıyor.”
Haber-Yorum: M. Taha İnci