Şeyh Said ve 46 yareninin, 29 Haziran 1925’te Şark İstiklal Mahkemeleri tarafından Diyarbakır’da idam edilmelerinin üzerinden 99 yıl geçti.
Müslüman halkın dini ve kültürel değerlerine karşı Kemalist zihniyetin başlattığı süreçte yaşanan zulümlere karşı durduğu için hedef alınan Şeyh Said ve beraberindekiler, darağacına çıkarıldı. Şeyh Said'in şehid edilmesinin ardından ise Müslüman Kürt halkı üzerinde büyük bir zulüm furyası başlatıldı. Sürgünler ve toplu katliamlarla beraber İslâmi değerlere karşı tasfiye süreci işletildi. Bu dönemde binlerce insan katledildi. Toplumun önderleri konumunda olan birçok âlim idam edildi.
Kıyamın başlangıcı
Tarihin unutulmaz hadiselerinden olan 1925 Şeyh Said Kıyamı; 13 Şubat 1925 tarihinde, Dara Hênê (Hani) vilayetinin Eglê (Eğil) bucağına bağlı Pîran (Dicle) köyünde başlamıştı. Osmanlı’nın çöküşünden sonra İslâm’a verilecek zararlardan endişe eden ve endişesini de gittiği her yerde dile getiren Şeyh Said, etrafında yüzlerce atlı süvariyle Pîran'da bir düğün merasimine katılır. Köye gelen jandarma kafilede kanun kaçaklarının olduğunu söyler, Şeyh Said'in yumuşak tavrına mukabil jandarma tekliflerini kabul etmez ve isyana giden süreç başlar. Halifeliğin kaldırılması ve “Türk Ulus Devleti”nin oluşturulmasıyla sistemin dayatmaları sonucu, İslâmi kurumlar kapatılmış, İslami eğitim sistemi lağvedilmişti. Zaten bu gidişatın zulüm olduğuna ve buna karşı durulması gerektiğine inanan Şeyh Said, kıyamının bir tevhid mücadelesi olduğunu dile getirir ve canı dahil sahip olduğu her şeyi bu mücadelede feda eder.
Mahkeme Savunması
Zulümleri ve katliamları meşrulaştıran dönemin Şark İstiklal Mahkemeleri’nde yargılandı. “Yargılama” sürecinde konuşan Şeyh Said, savunmasında, İslâm hukukundan hareketle kıyamın vacip olduğunu, sistemin halka zulmettiğini, küfrün yayılmaya başladığını, İslâm’a saldırı olduğunu belirterek hareketinin başlama sebeplerini anlatmıştı.
“Mücadelem Allah ve Dini İçindir”
İdam edilmeden önce varlık gerekçesini ortaya koyarak, “Benim bu değersiz dallarda asılmama pervam yoktur. Muhakkak ki mücadelem Allah ve dini içindir.” şeklindeki ifadeleri haykırmış, kendinden sonra gelecek nesillere hem davasının mefhumunu anlatmış hem de zalimlerin yüzene hakkı vakur bir eda ile söylemiştir. İstiklal Mahkemelerinde göstermelik bir yargılamanın ardından 29 Haziran 1925 tarihinde idam edilmiştir. Onun idamının arkasındakiler, kabrinin varlığına da tahammül edemeyerek, defnedildiği yeri gizlemişlerdir.
***
Üstad'ın Kaleminden Şeyh Said'in İsyana İtilmesi
Üstad Necip Fazıl, “Son Devrin Din Mazlumları” eserinde Şeyh Said'in kıyam niyeti olmamasına mukabil Kemalist rejimin kendisini buna zorladığını ve esasında kendisinin bir kabahati olmadığını Kemalistlerin kendi ifadelerine de yer vermek sûretiyle ispatlıyor. Şimdi Şeyh Said'i idama götüren hâdisenin aslında nasıl vuku bulduğunu “Son Devrin Din Mazlumları”ndan takip edelim:
Piran Köyündeki Hadisenin Aslı:
O taraflarda, Şeyh Said isimli, bâtıni irşad ve tasarruf ehliyeti son derece şüpheli, Nakşî Şeyhi olduğu iddiasında, daha ziyade muhitini sevk ve idare siyaseti ve satıh üstü güdüm dehâsı bakımından hünerli, koyun sürülerini yüzlerce çobanın otlattığı, çok zengin ve büyük bir ağa vardır ve en büyük meziyeti olarak bu adam şeriat bağlılığında müstesna bir şiddet ve hiddet sahibidir. Fakat bu şiddet ve hiddetin kullanılacağı yeri ve dereceyi tâyin edebilme irfanından mahrum…
İşte bu adam, Allah ve Resulüne bağlı her ferdin hak vermesini gerektirici bir ruh haleti içinde, sonrasını görmeksizin, daha 1925’in ilk basamaklarında olup bitenlerden üzgün ve rejime o zamandan küskündür. Fakat bu duygusunu asla içtimaî bir fiile çıkartmamakta, belki hiçbir gerçek kanun anlayışının suç biçemeyeceği tarzda ruhlara aşılamakla yetinmekte ve kötülüklere karşı elle, olmazsa dille, o da olamazsa kalble karşı durmayı emreden Hadîsin ancak üçüncü basamağına yapışabilmekte, bazen de ikinci basamağa geçebilmektedir. Fakat bu ikinci basamakta da (Forum) dedikleri toplum meydanına sızabilmek imkânından mahrum bulunmakta ve sisli dağlar, buzlu ırmaklar arkasında, ancak tebeşir noktaları halinde basit insanlara hitap edebilmektedir. Bu düşünce tavrı ve tavır düşüncesi hiçbir demokrasi şekil ve nev’inde suç değildir. (s. 44)
Şeyh Said'i İsyana İten Sebep:
Jandarma kolunun başındaki subay gayet akıllı bir hareketle Şeyh Said’in karşısına çıkıyor ve mahkûmların kanuna teslimi için Şeyhin vasıta olmasını rica ediyor. Şeyhin karşılığı gayet ince, zarif ve anlayışlıdır:
-Hoş geldiniz, safa geldiniz! İsteğinizde haklısınız! Şu var ki, biz şimdi bir dünya saadetini kutlama töreni içindeyiz. Bu vaziyette bize katılanları teslim olmaya zorlayamayız. Şu gördüğünüz silahlı kalabalık da buna razı olmaz. Bir hâdise çıkabilir. Buyurun, siz ve askerleriniz de bize misafir olun, hep beraber yiyip içelim, size izzet ve ikram gösterelim, siz de mahkûmları kollamakta devam edin; düğün bitip biz de buradan ayrılmaya ve kalabalık dağılmaya başlayınca onları alıp götürün! Hattâ o zaman mahkûmları elimle teslim etmenin çarelerini düşüneyim!
Jandarma subayı, bu haklı teklifi kabul etmiyor, mahkûmların sığındığı evi kuşatıyor ve neticesi malûm… (s. 45)
İsyan:
Şeyh Said vak’a üzerine Vilâyet merkezine bizzat gidip durumu izah edeceği ve hadisede hiçbir dürtüklemesi olmadığını göstereceği yerde artık işi bir olup bitti kabul ediyor, yüksek bir dağ tepesindeki köyüne çekiliyor ve üzerine hükûmet kuvvetleri yüklenince, birden, beslediği ruh haleti yüzünden, kendisini karşı koyma ve isyana mecbur ve memur sayıyor ve gümbürtü kopuyor. (s. 45-46)
Kemalist Rejimin Ayaklanmayı Devrimlere Kılıf Olarak Kullanması:
Şeyh Said ayaklanışı bütün vatana şâmil gösterilecek, hadiseye dış düşman tahrikleriyle alâkalı mânalar verilecek, kısmî seferberlik ilânına kadar gidilip bütün o havalide omuz üstünde baş ve taş üstünde taş bırakılmayacak; ortalık sindirilince de neler yapılacağı, ne devrimlere yol açılacağı görülecekti. (s. 51)
İngiliz Desteği Palavrası ve Kürtçü Kalkışma Yalanı
Onun İngilizlerin adamı ve müstakil Kürtlük ideali peşinde olduğu şeni bir yalandır. Öyle olsaydı ilk başarılarının ardından cenup istikametinde sınıra doğru sarkar, Irak kürtleri ve İngilizlerle irtibat kurar ve dâvasına, gerilerini ve yardım kaynaklarını sağlamış olarak bellibaşlı bir çevre içinde girişirdi. Bu vaziyette, Türk hükûmetinin dine karşı tavrı da, kendi devletinin nizamını kurmak varken onu fazla alâkalandırmamak gerekirdi.
O, dini zedelenmeye doğru giden bir Türk gibi hareket etti ve neticelerini hiç düşünmeden kendi öz hükûmetini, Ankarayı toslamaya davrandı. Bu davranışın sakameti yanında samimiyeti açıktır ve Şeyh Said’e mahkemede vereceği cevaptan da anlaşılacağı gibi Kürtlük gayreti ve İngilizlerle irtibat zilleti isnat etmek vicdansızlıktır. Birinci Dünya Harbi sonlarında başlayarak, Mütareke yılları ve İstiklâl Savaşı içinde, hem de kahraman edasiyle kimlerin İngilizlerle emel birliği halinde bulunduğunu Türk milletinin gerçek aydınları bilir. (s. 53)
Kıymet Hükmü:
Şeyh Said zorla itilmiş olmasına rağmen din hikmetleri bakımından pekâlâ mukavemet edebileceği ve mukavemet etmekle mükellef bulunduğu hâdiselerin tek sorumlusu olmakla beraber, bilmeyerek uyandırdığı ve artık hep uyanık kalmasına sebep olduğu ejderhanın yine bizzat mazlumudur. O, kendisine düşen zulüm payının kefaretini ödedi; ya ödemelerine imkân olmayanların hâli ne olsa gerek?.. (s. 69)