Cuma günü Ankara 5. Ağır Ceza Mahkemesi’nde yürütülen ve kamuoyunda 28 Şubat darbesi olarak bilinen davanın temyiz incelemesi neticesinde Yargıtay 16. Ceza Dairesi tarafından yerel mahkemenin verdiği mahkûmiyet kararının büyük ölçüde onanması şeklinde bir karar verildi. Verilen bu karar kamuoyunda ne şekilde algılanmalı?
Burada şöyle bir durum söz konusu; bu millet kendi istikbâline kurşun sıkan, Allah’a, Peygambere, Kur’an’a ve inancına düşmanlık eden insanların hukuk mekanizması önünde cezalandırılma sürecine aç bir millet. Hiçbir şekilde bu açlık doyurulabilmiş değil. Bu açıdan 16. Ceza Dairesi’nin vermiş olduğu kararı değerlendirirsek, alınan karar bu milleti, bu bağlamda doyurur mu? Kesinlikle doyurmaz. Basit bir örnek verelim; bir kazan çorba yapacaksınız, kazan bulunan kaynar suya beş bardak mercimek atmak gerekiyor ama siz sadece bir bardağın 5’te biri kadar mercimek atıyorsunuz. Burada kıvamında bir çorba elde etmeniz mümkün değil. Çünkü gereken malzemenin 25’te birini atmış oluyorsunuz ve bu şekilde eksik malzeme ile yaptığınız çorbayı insanların önüne koyarak; “Alın size çorba, bununla karnınızı doyurun!” diyorsunuz.
Bu örneği niçin veriyoruz? 28 Şubat sürecinde sadece askerler darbeye teşebbüs etmedi, işin içinde sivil bürokrasi, üniversiteler, ekonomi ayağı ve medya ayağı vardı. Beşli bir ayağın ittifakı ile yürütülmüş bir süreçti 28 Şubat. Ve bu durum Meclis Darbeleri ve Muhtıraları Araştırma Komisyonu’nun 28 Şubat’ın darbe olduğuna ilişkin yayınladığı raporda da kesin bir şekilde yer aldı. Olması gereken Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’nın, Meclis Darbeleri ve Muhtıraları Araştırma Komisyonu’nun hazırladığı nihai raporu ihbar olarak kabul edip geniş kapsamlı bir soruşturma açmasıydı. Gerçek durumu yansıtan bu soruşturmanın açılması durumunda en az on bin kişinin yargılanması gerekiyordu. Çünkü, o dönem TÜSİAD ve ekonomi dünyasında yer alan bazı kuruluşlar açıklamalar yaptı. Medya ayağı bu açıklamaları manşetlerine taşıdı. Askerler yargı mensuplarını bir salona toplayıp bu manşetleri onlara okudu. Yargı mensupları asker kişilerden aldıkları “brifing”i mahkeme salonlarına taşıyıp Müslümanlara yüzlerce müebbet yağdırdı. Sivil bürokrasi bu ana kadar cereyan edip olgunlaşan süreci alkışladı. 28 Şubat süreci böyle bir süreçti. Beşte birin çok düşük bir bölümü yargılandı, asker içinde de en az bin kişinin yargılanması gerekiyordu. 200’ün altında kişi hakkında soruşturma yürütüldü ve bu kişiler mahkeme önüne çıktı. Dün itibariyle yirmi kişinin altında bir ekip hakkında onanma sürecine geçildi. Ankara 5. Ağır Ceza Mahkemesi’nin verdiği, Yargıtay 16. Ceza Dairesi’nin onamış olduğu bu onama kararı darbecilerin hukuk önünde hesaba çekilmesine ilişkin küçük bir adım oldu. Cuma gününe kadar böyle bir adım yoktu, bugün böyle bir adımın atılması yine yerinde ama hiçbir şekilde istenilen amacı yerine getirmeye uygun değil.
Aradan 24 sene geçtiği düşünülürse, zamanaşımı sebebiyle bu davanın açılması imkânsız hâle mi geliyor yoksa hâlâ imkân var mı?
Hâlâ kaybedilmiş bir şey yok. 28 Şubat darbesinde rol alan insanlar suça ilişkin bu adımları 765 sayılı eski Türk Ceza Kanunu’nun yürürlükte olduğu dönemde attı. Dolayısıyla zaman aşımı konusunda 765 sayılı eski Türk Ceza Kanunu geçerli. Bu kanuna göre darbecilerin hakkında yürütülen hukuki süreç konusunda 30 yıllık bağlayıcı bir süre var, zaman aşımı süresi 30 yıl burada. Hâlâ altı yıllık bir süre var ve burada olması gereken şu; hızlı bir şekilde geniş kapsamlı bir soruşturma açılıp bu soruşturma ile medya, sivil bürokrasi, ekonomi ve üniversite çevresi olarak belirtilen yapılarda yer alan diğer kişilerin etkin bir şekilde tespit edilip, bu kişilerin de benzer bir yargılanmaya tâbi tutulup hak ettikleri cezaya çarptırılması. Bu süreç 6 yıla sığacak bir süreç mi? 5816 sayılı yasanın hukuk mekanizmasında uygulanma alanına bakarsanız üç kere bitirebilirsiniz bu yargılamayı. Çünkü, 5816 sayılı Atatürk’ün korunması hakkındaki kanunda, eğer o kanuna aykırı bir “tweet” atmışsanız hakkınızda bir ay içinde bir iddianame hazırlanır, ilk celsede cezalandırma yönünde mütalaa verilir, ikinci celsede karar çıkar, üç ayda istinaftan çıkar ve bir yıllık zaman diliminde hakkınızdaki hüküm kesinleşmiş olur. Darbecileri yargılayacak olan yetkililer için de “Altı yıl içinde yeni soruşturmayı nasıl sonlandırabiliriz. Hükmün kesinleşmesi için altı yıllık süre yeterli değil”, diyen bürokratlara sunacağımız yol haritası açık. Yeni darbe soruşturmasında 5816 sayılı kanuna muhalefet eden kişilerin mahkûm edildikleri dosyaları incelesinler, bu dosyalardaki süreci dikkatli bir şekilde incelediklerinde altı yılda üç ayrı darbe soruşturmasını kesinleşmiş mahkûmiyet hükmüne bağlayacak şekilde sonlandıracaklarını görebilecekler. Ama maalesef Türkiye’deki hukuk mekanizması ve siyasetin cesur hareket edememesi altı yılda bu soruşturmanın bitmeyeceği, akamete uğrayacağını gösteriyor. Yine de yukarıda bahsettiğimiz sürecin işlemesi teknik olarak mümkün.
Bu yapılmadığı müddetçe 28 Şubat ile hesaplaşıldığı sadece bir iddiadan ibaret kalmayacak mı?
Başında da söylediğim gibi darbecilerin tamamına yönelik, beş ayağın tamamına yönelik etkin bir darbe soruşturmasının, yargılamasının yapılabilmesi için altı yıllık süre oldukça makul. Bağımsız bir mahkemede bu süreç yürütülebilir. Aksi takdirde verilen karar istenilen amaca ulaşmaktan uzak olur. Çünkü, mahkeme kararları caydırıcılık özelliğine sahip olan kararlardır. Verilen bu karar, saydığım beş ayakta yer alan insanları darbeci şekilde düşünmekten alıkoyan bir karar mıdır, kesinlikle değil. Fatih Altaylı diye bir herif var, bu herif 28 Şubat sürecinde üniversite önlerinde hakkını arayan üniversite öğrencilerine fahişe demiş birisidir. Bu şahıs, sokakta inancı gereği takke ve cübbe giyen insanlar hakkında (ki bunu köşesinde yazı olarak da yayınlamıştır); “Kendime yeni bir iş buldum, sokağa çıkacağım kılık kıyafet kanununa aykırı hareket eden insanların hepsini tespit edip karakola götüreceğim.” diyen bir tip. Fatih Altaylı, “Bu karardan sonra artık bir daha bu şekilde darbeye yönelik söylemlerde, eylemlerde bulunmaktan vazgeçmiştir.” diyebilir miyiz, kesinlikle diyemeyiz. Kısa bir süre önce yine başörtülü bir gazeteciye hakaret etti. Olması gereken etkin, istikbâle yönelik bir süreçtir.
Bu süreç nasıl işletilmeli?
Darbe yargılamaları, ulaşılmak istenen amaç açısından çift yönlü yargılamalardır. Bu amaçlardan ilki, devletin kendi otoritesine yönelik saldırıları bertaraf edip bir daha kendi aleyhine bu tehdit edici ve kışkırtıcı adımların atılmasını engellemeye yöneliktir. İkinci amaç ise, darbecilerin mağdur ettikleri insanların mağduriyetlerinin küllî anlamda giderilmesidir. Bu nedenle, bir darbe yargılamasında yukarıda bahsettiğimiz iki amacı gerçekleştirmeye müsait bir yargılama yapılmamışsa buradan çıkan sonuç söz konusu yargılamada çıkan kararın (caydırıcılık) özelliğinden yoksun olduğudur. Bu bağlamda, 28 Şubat davasında verilen hüküm, caydırıcılık özelliğine hiçbir şekilde sahip değildir. Zira 10 bin kişi yargılanıp en az 5 bin kişinin cezalandırılması gerekirken sadece ve sadece 20 kişi cezalandırılmıştır. Bu sayı, 28 Şubat darbecilerinin mağdur ettiği ve 20 yıldan uzun bir süredir halihazırda cezaevinde bulunan Müslümanların sayısının kat be kat altındadır. Kısa bir süre önce 103 amiralin darbe içerikli bildirisini bu gözle okumakta fayda bulunmaktadır.
Geçmiş hukuk tecrübeleri bizi ümitsizliğe sevketse de, Ayasofya’yı cami olarak açan iradenin 6 yıl içinde tüm 28 Şubat darbecilerini hukuk mekanizması önünde hesaba çekmesi mümkündür.
Teşekkür ederiz.
Ben de teşekkür ederim.
Yargıtay kararının tam metnini buradan okuyabilirsiniz: TIKLA
Söyleşi: Faruk Hanedar