11 Eylül ABD ve dünya tarihi açısından ne ifade ediyor?
Hadise öyle oldu yahut böyle oldu şeklindeki bütün iddialardan ayrı olarak, yaşananlar her nasıl gerçekleşmiş olursa olsun, 11 Eylül’ü Amerika açısından çöküşün başlangıç noktası olarak değerlendiriyorum. Yani, Amerikan emperyalizminin İslam dünyasına tasallutunun bütün gerçek yüzüyle ifşa olmasının ve böylece Amerikan rüyasının son bulmasının işaret fişeği olarak görüyorum. Malum bu süreçten sonra Amerika, Afganistan ve Irak’a girdi. Yaklaşık 6 trilyon dolar ve 20 bin ölüyle çıktı. Bu açıdan Amerikan emperyalizminin ciddi anlamda hasara uğradığı ve çöküşe geçtiği bir tarih olarak görmek lazım.
ABD 11 Eylül hadisesiyle beraber ne kaybetti ve ne şekilde zarara uğradı?
ABD de bunu itiraf ediyor. Afganistan’dan 20 yıl sonra çekilmek zorunda kalmalarının en önemli faktörü olarak ekonomik krizi görüyorlar. ABD, askerlerinin can kaybını da ekonomik kayıp olarak görüyor. Çünkü bir Amerikan askeri, 1 milyon dolar demek. Doğal olarak ekonomi cephesinde böyle bir kriz söz konusu. Fakat bunların dışında Amerikan imajının yıkılması, yerle bir olması, yani demokrasi, özgürlük, bütün toplumlara medeniyet götürmek, darbecilere ya da diktatörlük rejimlerine karşı olmak gibi bütün bu iddiaları yerle bir oldu. Bunu nereden söylüyoruz; son 20 yıllık tarih boyunca ortaya koyduğu pratik, bu iddiamızın en açık göstergesidir. Afganistan’da 20 yıllık süreçte kurdukları rejim, ülkeyi tekrardan dünyanın en büyük uyuşturucu üssü haline getirdi. Bütün dünyaya terör ihraç eden bir noktaya getirdi. Bu terör sadece DEAŞ gibi onların isimlendirmesiyle radikal terör değil. Aynı zamanda eski Amerikan askerleri tarafından oluşturulan yüzlerce özel şirket de terör faaliyetleri yürüttü. Nitekim bu terör faaliyetlerinin etkilerini Libya’dan Suriye’ye, Afganistan’dan Irak’a kadar her coğrafyada gördük. Bu yönüyle değerlendirdiğimizde Amerika sadece ekonomik açıdan değil aynı zamanda kendisinin vadettikleriyle karşılaştırıldığında ciddi anlamda siyasi bir çöküş de yaşamıştır. Yani bütün iddialarının dışında Amerika’nın gerçek yüzüyle karşılaşılmıştır. Mesela biz 11 Eylül’e kadar Amerika’nın sadece Filistin-İsrail sorununda İsrail’e verdiği desteği biliyorduk. Onun dışında İslam dünyasında tam olarak nasıl bir rolü olduğundan haberdar değildik. Fakat bu karşıtlık Irak’ta 2 milyona yakın insanın hayatını kaybetmesine, büyük bir mezhep savaşının ortaya çıkmasına, etnik ve mezhebî olarak Irak’ın bölünmesine, Selçuklulardan beri Sünnilerin iktidarda olduğu bir coğrafyanın bütünüyle Şii İran’a teslim edilmesine sebep oldu. Birçok şeyi artarda sıraladığımız zaman şunu görüyoruz; bir yandan Amerika siyasi olarak çökerken diğer yandan da kendisini düşman olarak gösteren İran’ı güçlendirdi ve İslâm dünyasında istikrar sağlanmasının da önüne geçti. Hatırlayacak olursanız George W. Bush, en başında “şeytan üçgeni” tanımlamasını yaparken, İran’ı da şeytan üçgeninin en önemli paydaşı olarak belirtmişti. Sonuç ne oldu; Irak’ta korkunç bir katliam yaptı ve ardında bir enkaz bıraktı. Enkaz bırakırken de Irak’ı en büyük düşmanı olarak ilan ettiği İran’a teslim etti. Bu şunu gösteriyor; Amerikan politikaları çok ciddi bir öngörüsüzlüğe sahip, öyle söylendiği gibi çok uzun vadeli bir planları-projeleri yok. Varsa da bunların gerçek hayatla asla örtüşmediği artık ortaya çıktı.
11 Eylül saldırısını İsrail’in güvenliği meselesine indirgeyen ABD’li uzmanlar, Amerika’nın tehlikede olduğunu fark edemedi. Bugün gelinen noktada iç ve dış politikaya nazaran ABD’nin içinde olduğu durumu düşünürsek, aynı uzmanlar hangi görüştedir?
Bu uzmanların bütün dünyayı algılama biçimleri İsrail’in güvenliği ekseninde olduğu için Amerikan toplumunun ihtiyaçlarını da göz ardı ettiler. ABD bu savaşlara girdiğinde 11 Eylül’ün yarattığı şok sebebiyle bir süre hükümetleri destekledi ama o kadar büyük ekonomik ve insani kayıplara uğradı ki, şu anda Amerikan toplumu da artık bunu sorgular vaziyette. Yani İsrail’in güvenliğini kendileri açısından neden bu kadar öncelikli bir konu olduğunu ABD kamuoyu da sorguluyor. Zaten çekilmenin en temel gerekçelerinden biri de aslında Amerikan kamuoyunu ikna edebilecek argümana sahip olmamaları. O açıdan ABD’li uzmanlar herhangi bir strateji üretebilecek durumdan da uzaklar. Amerikan medyası da Amerikan kamuoyunu ikna edemiyor.
11 Eylül’de ABD’nin “Süper Güç” olmadığı tescillenmiştir diyebilir miyiz?
Bugünden değerlendirirsek evet, söyleyebiliriz tabii. ABD, 11 Eylül saldırıları yapıldığında gücünün zirvesindeydi. 11 Eylül saldırıları da o gücü test eden bir şeye dönüştü. Eğer gerçekten de kendilerinin iddia ettikleri gibi bu saldırılar doğrudan Amerika’daki bazı gruplar tarafından organize edilip, ABD’yi savaşa sokup işte silah endüstrisini kalkındırmak gibi ya da Ortadoğu’ya ve Ortaasya’ya yayılmak gibi stratejinin sonucuysa, ki dünya kamuoyuna kendilerini böyle yansıttıkları için söylüyorum; bunun da aslında gerçek hayatla karşılaştırdığımızda tezlerinin tamamen çöktüğünü görmüş oluyoruz.
Taliban devletleşme sürecinde başarılı olabilecek mi?
Elbette. Daha doğrusu, Afganistan coğrafyasında, Taliban’dan daha fazla, daha büyük ve daha hızlı devletleşebilecek herhangi bir hareket söz konusu değil. Afganistan’ın büyük çoğunluğunu oluşturan Peştunlara öncülük edecek tek güç Taliban. Daha önce de böyleydi. Son yirmi yıl değil… Evvelden de böyle. Hikmetyar ya da Rabbani’nin hareketi en son Penşcir Vilayeti’nde Fransız emperyalistlerin elinde bir taşerona dönüştü. Raşid Dostum’un hareketini de sayabiliriz. Tamamı “İslâmcı” iddiasında hareket. Hiçbiri seküler hareket değil. Ama aslına baktığımızda etnik kimlik üzerinden ilerlemeye çalıştılar. Taliban’a da, “Siz de Peştunluk üzerinden hareket ediyorsunuz.” diyorlardı. İtham ediyorlardı. Evet, Taliban büyük ölçüde Peştunlardan oluşsa da, içinde Özbek liderler de var. Tacikler de var. Penşcir’e gönderdikleri komutanlar Tacik idi. Özbek Muhammed Hanefî de vardı. Diğer etnik kimlikten insanları da barındırıyor Taliban. Bundan dolayı başarılı olacaklarını düşünüyorum. İkincisi, merkezî bir otoriteleri var. En önemli şey de, halk ile buluşan, halkın taleplerini dikkate alan küresel güçlerle ilişki içerisinde buluşmayan insanları barındırıyorlar. Kazanç budur. Müslümanların sempatisini toplayan temel sebeplerden birisi de bu. İşgal gücüne karşı savaşmanın sempatisini Çeçenistan’da da Afganistan’da da gördük. Suriye’de de bunu gördük aslında. Bir tek Taliban başarılı oldu, tesadüf de değil. Hem halk ile buluşacaksınız, hem de küresel bir güce karşı hareket edeceksiniz. Bu güzel bir şey. İlkesel bir şeyden bahsediyoruz, bunun rasyonel de bir karşılığı var.
Taliban’ın galibiyetini “ABD çekiliyor, bunda bir şey vardır” diye görenler de var.
Medyaya yansıyan komploculara laf yetiştirmenin imkânı yok. Bunlarla insan uğraşamaz. Taliban gibi tarihi boyunca savaşmış bir harekete, “Amerika ile işbirliği yapıyorlar!” diyen kafaya hiçbir şey anlatamazsınız. Gerçekten onları dikkate almamak lâzım. Psikolojik desteğe ihtiyaçları var… Böyle bir şey olabilir mi? Her savaşın sonunda masaya oturulur, hesaplar yapılır, bir taraf bütünüyle hiçbir zaman yok olmaz ki. Masada kim neyi, ne kadar kazanırsa artık. İngilizler de İstiklâl Savaşı esnasında tek kurşun sıkmadan İstanbul’dan çekildiler. Niye? İşbirlikçi miydik biz? Başka konjonktürel şeyler oldu. Bolşevik Devrimi oldu. Bazı şeyler bir tek şeyle açıklanamaz. “Taliban Çin desteğini alarak kazandı” ya da “ABD çekilmek istediği için kazandı. Gerekçeler var.” gibi şeyler uydurma. Önce Allah’a sonra da kendi halkına güvenen hareket dünyanın en büyük küresel gücünü bozguna uğrattı. Taliban, ABD’yi çekilmek zorunda bıraktı. Çekilmeyi bile doğru dürüst başaramadılar. Kendi adamlarını toparlayıp götüremediler bile.
Baran Dergisi 765.Sayı