Reşat Nuri Güntekin, bu iki romanı (Çalıkuşu ve Yeşil Gece) 1920’li yıllarda, yani cumhuriyetin ilan edildiği, inkılapların olduğu dönemde kaleme alır. Romanlarda idealize edilmiş ‘aydın’ karakterler (Ali Şahin, Feride) üzerinden Anadolu’nun, Anadolu insanının, Anadolu anlayışının portresi çizilir. Cumhuriyet inkılaplarına denk gelen bu dönemde yazılmış romanlar, insanların kafasında, zihniyetinde de bir inkılap yapma çabası olarak görülebilir. Her iki romanda da gördüğümüz üzere Anadolu geri kalmıştır ve elinden tutulması gerekmektedir. Bu görev “cumhuriyet aydınlarına” düşmüştür.

Aynı zamanda Osmanlı’nın son demlerine denk gelen bu dönemde romanlarda ön planda olan ve üzerine düşülen eğitim sorunu apaçık ortadadır. Bir şeylerin yanlış gittiği doğrudur. Fakat bu yanlışlıkları doğuran şey ‘din’ midir yoksa ‘yanlış din anlayışı’ mıdır?

Reşat Nuri Güntekin’in Yeşil Gece romanında daha belirgin olarak işlenen fikir, din faktörünün bütün bu geri kalmışlıkların asıl sebebi olduğudur. Genel olarak cumhuriyet aydınının temel tutumu da bu yöndedir. Romanlardaki ‘ana fikrin’ cumhuriyet inkılaplarına uygunluğu neticesinde diyebiliriz ki, Yeşil Gece ve Çalıkuşu romanları ideolojik kaygı güdülerek yazılmış romanlardır.

Bu romanlar, dönemin şartlarına, vaziyetine ve anlayışına ışık tutar, genel bir kanaat oluştururuz; fakat romanlarda üzerine durulması elzem, ana çatışma unsurları olan din-bilim, ilericilik-gericilik, aydın-köylü, medrese-mektep, hoca-öğretmen gibi çatışmalar sağlıklı bir şekilde muhakeme edilememiştir. O sebepten bizlere ‘idealize’ karakterler olarak sunulan Yeşil Gece’deki Ali Şahin ve Çalıkuşu’ndaki Feride, ideolojik karakterlerdir. Romanlardaki çatışma, ideal olan ile ideolojik olanın çatışması değil, ideolojik olan ile ideolojik olanın çatışmasıdır.

Yeşil Gece romanındaki Ali Şahin Bey ile Çalıkuşu’ndaki Feride ana karakterlerimizdir.

Babası ölen Şahin Efendi, köyde çobanlık yaparak annesine bakmakta bir yandan da medresede öğrenimi sürdürmektedir. Somuncuoğlu Medresesi’nde gördüğü eğitimi bazı yönlerden sorgulamaktadır.

Medresede ona öğretilen “İttihad-ı İslam” düşüncesinin, gerçekleşmesi zor bir düşünce olduğunu görmekte; “Yeşil Sancak”, “Yeşil Ordu” , “İttihad-ı İslam” mevzularının artık bir hayal olduğunu da anlamaktadır. Zaten bu fikirleri savunan medrese hocaları ve öğrencilerin ortak gayesinin dini alet ederek kişisel çıkar sağlamak olduğunu da fark etmektedir. Zaman geçtikçe medresenin içyüzünü ve çıkarcılığını görmeye başlayan Ali Şahin kafasında oluşan şüpheler nedeniyle önce kendini, sonra hocalarını, sonra da halifeyi suçlar. Şüpheleri bu kadarla da kalmaz halifenin de üstüne çıkarak Tanrı’ya kadar uzanır. Böylece, büyük bir aşkla bağlı olduğu dini inançları yavaş yavaş çözülmeye başlamıştır. Ahiret ve Tanrı gibi kavramlara karşı duymaya başladığı isyanı, ne derdini açtığı müderrisler ne de maddeciliği tenkit eden kitaplar ve yazarlar dindiremezler. Burada Ali Şahin’in sorularına, sıkıntılarına çözüm bulamaması, çözümü aradığı yerin yanlış olduğu, ondan dolayı cevap bulamadığı zannına kapılmamızı sağlar ama aslında Ali Şahin’in çözümü nasıl aradığını ve çözüm yollarına hangi ön yargılar ile yaklaştığını kitapta göremeyiz, hissedemeyiz.

Bu şüphelerine cevaplar bulamayınca medreseyi bitirmeden medreseden ayrılarak öğretmen okuluna “Darülmuallimîn”e girer. Ve “Darülmuallimîn”den mektep öğretmeni olarak mezun olur.

Feride'nin çocukluk yıllarında Mısır, Suriye ve  Ortadoğu henüz Osmanlı sınırları içindedir. Feride’nin babası Nizamettin adında bir süvari binbaşısıdır. Askeri görevleri dolayısıyla sürekli yer değiştirmektedir. Feride’nin annesi Güzide hasta bir kadındır ve Feride ile ilgilenememektedir. Bu yüzden Feride’ye Fatma adında bir Arap kadın dadılık yapmaya başlamıştır. Fakat dadısı Fatma, Feride dört yaşındayken evlenip gidecek, Feride bu olaya çok üzülüp günlerce ağlayacaktır. Feride ile  babasının sakat bir süvari neferi ilgilenmeye başlayacaktır. Annesi ölmeye yaklaşmıştır. Bu arada üç yaşına kadar Musul’da yaşamış olan Feride buradaki kuraklıktan dolayı ailesi ile birlikte Kerbelâ’ya göçmüştür. Babası, annesinin ölmeden önce ailesini görmesi için Feride ile annesini İstanbul'a yollar.  Fakat İstanbul’a yetişemeden Feride’nin annesi Beyrut’ta vefat eder.

Babası Feride’yi neferi Hüseyin ile İstanbul’a, Feride'nin İstanbul’daki teyzesi ve büyükannesinin yanına yollar. Feride teyzesinin yanına İstanbul’a gelir. İstanbul’da akrabalarıyla tanışan Feride, burada da yaramazlıklarını sürdürür. Sadece Besime Teyzesinin oğlu olan Kâmran’a karşı çekingendir. Kâmran yaşça Feride’den büyük, uslu ve ağırbaşlı birisidir. Feride dokuz yaşındayken bu defa da büyükannesini kaybeder. Büyükannesi vefat ettiğinde babası da tesadüfen İstanbul’dadır. Babasını bu defa Trablus’tan Arnavutluk’a yollamışlardır. Babası onu bir Fransız yatılı okulu olan Sör Mektebi’ne gönderir. Feride bu okulda on sene okuyacaktır.

İki karakterimiz de hayata büyük kayıplar ile başlar. Bu acılar onları ağırbaşlı olmaya ve düşünmeye sevk eder. Mizaçları farklı olsa da iki karakter de dönemin kaçınılmaz şartları içinde acıdan beslenmişlerdir. Ali Şahin ‘Dârülmuallimîn’den, Feride ise Sör Mektebinden mezun olur ve öğretmen olurlar. İkisi de Fransız eğitim müfredatı ile eğitim görürler. Sıra, Batılı ve modern eğitim sisteminden aldıkları edinimleri Anadolu insanına ulaştırmak olacaktır.

Ali Şahin, Feride’ye göre bu işe daha şuurlu ve sorgulayarak girer. Çünkü Feride, teyzesinin oğlu olan Kamran’ın kendisini aldatması ile birlikte bir tepki olarak teyzesinin evini terk eder ve öğretmen olup Anadolu’ya gitmeye karar verir.

Ali Şahin ise eğitim sisteminin yanlışlığının farkındadır ve şuurlu olarak bir şeyleri düzeltmek isteği ile Anadolu’ya gitmeye karar verir. Ali Şahin bu konuda Feride’ye göre daha şuurludur ve misyon sahibidir.

Karakterlerin ‘Öğretmen’ olması da tesadüfi değildir. İçinde bulunulan vaziyet, dönemin anlayışına göre ‘bilimsel’ eksiklikten kaynaklanmaktaydı. Buna çözüm olarak; dine dayalı sürdürülen eğitim, ‘din’ ile beraber saf dışı bırakılıp laik, pozitivist eğitim sistemi Anadolu insanına ‘dayatılmalı’ idi. Bunun amelî kısmındaki ‘gönüllü’ bayraktarları tabiî ki de öğretmenler olacaktı. Çünkü halka en yakın aydınlar, öğretmenlerdir.

Karakterlerimiz Ali Şahin ve Feride, o dönemde bütün öğretmenlerin gitmekten imtina ettiği  Anadolu’ya gönüllü olarak gitmeye karar verir. Hatta Ali Şahin tayini İstanbul’a çıktığı halde Anadolu’yu tercih etmiştir.

İki karakterimiz de doğrudan veya dolaylı yoldan Anadolu taşının altına ellerini sokmaktadır. İkisi de bu kararlarından pişmanlık duymaz, aksine yüksek bir motivasyon ile giderler.

Yeşil Gece romanında Ali Şahin’i köye geldiği ilk akşam, köy halkı yemeğe davet eder. Yemekte köyde sözü geçen bazı hocalarla, muallimlerle tanışır. Onun bu köydeki görevi tebliğ edilir. Köyün ünlü mekteplerinden Emir Dede mektebinin baş muallimliğini yapacaktır. Onun bu göreve atanmasını çekemeyen bazı hocalar bundan hoşnut olmazlar. Ali Şahin, hocaların bu tavırlarından geleceği kestirebilmektedir. Ali Şahin’e göre yapılacak ilk iş Emir Dede Mektebinin eski binasının yıkılıp yenisinin yapılmasıdır. Ama köy halkı; özellikle Eyüp Hoca önderliğinde bir grup bu işi olumsuz karşılarlar. Ali Şahin’e karşı halkı kışkırtırlar. Bu durumda Ali Şahin’e çok iş düşmektedir. Bu yıkım işine bir süre ara vermesi gerektiğini düşünür. Şimdiye kadar hiç arkadaşlık kurmamış olan Ali Şahin, kendisiyle hem fikir olan Rasim ve Deli Necip ile arkadaşlık kurar.

Ali Şahin, inkılapçı ve yenilikçi bir kişi iken köylü ise “muhafazakâr” bir tavır sergilemektedir. Fakat Ali Şahin strateji sahibi bir yenilikçidir. Yenilikleri baskı ve cebir ile yapmama taraftarıdır. Ali Şahin’in köydeki çatışmadaki ilk düşmanı “yobaz” köylülerdir. Burada kaba softa anlayışı köylü üzerine çökmüştür. Hafız Eyüp, din anlayışını hurafeler ile doldurarak korku ile köyde ve hatta bürokraside bile kendine bir nüfuz alanı yaratır. Bir gün Ali Şahin’i çocuğu hafız çıkacak bir adamın yemeğine davet ederler. Ali Şahin, hafız çocukla tanışır; çocuğu çok hasta görür ve hemen hastaneye götürülmesini söyler. Çocuğun babası ve oradaki hocalar çocuğun hiçbir şeyi olmadığını iddia ederler. Aradan birkaç dakika geçtikten sonra çocuk birden yere düşer. Herkes çocuğun başına toplanır. Ve çocuğun birkaç gün istirahat ettikten sonra hiçbir şeyi kalmayacağını söylerler. Aradan üç gün geçmeden çocuk ölür. Çocuğun annesi çok küçük yaşta mektepten alınarak hafız yapılmak istendiği için çocuğum öldü der. Ali Şahin’in yanına giderek durumu anlatır. Ali Şahin de çocuğun annesiyle aynı fikirdedir. Burada verilen uç örnek ile, zorla hafızlık yapılması istenen çocuk, hafızlığa zorlandığı için ölmüştür. Annesinin düşüncesi bu yöndedir. Fakat bu düşünce direkt yazarın kendisine aittir. Bu hadise, zihinlerde ‘hafızlık öldürür’ gibi yanlış ve kasıtlı imaj yaratmaktadır.

Burada Anadolu insanı, kaba softa ham yobaz olarak gösterilir. Tutucu, inatçı, zorba ve merhametsiz oldukları iddiası romanda örnekler üzerinden işlenir. Bu ölen çocuğun babası kısa bir süre sonra küçük çocuğunu da Emir Dede mektebinden alarak hafız yapmak istediğini söyler. Ali Şahin, bu olayı uygun görmez. Aynı durumun bu küçük çocuğun da başına geleceğini söyler. Adamın çocuğunu hafız yapmaktan başka çaresi yoktur. Çünkü maddî durumları da çok kötüdür. Ali Şahin, bu durumu değerlendirip çocuğun hafız olmasının sakıncalı olduğunda ısrar ederek onu kararından caydırmaya çalışır. Adam sonunda ikna olur. Çocuğu mektepten almaz. Romanın başkarakteri, Ali Şahin ikna kabiliyeti yüksek bir insandır. Köylüye karşı kırıcı değil, yapıcı bir tutum sergilemektedir. Zira romanda “bilimsel” anlayışa sahip insanların yapıcı, dindar olanların ise yıkıcı olduğuna bu şekilde vurgu yapılır.

Kasabada Ali Şahin hakkında bazı söylentiler çıkar. Eyüp Hoca ve yandaşları Maarif müdürüne Ali Şahin’i şikayet ederler. Şikâyette, çocuğunu hafız yapmak isteyen bir adamın çocuğunun mektepten ayrılmasına izin verilmediğini, ayrıca hafız da yapılmasının sakıncalı olduğunu söylediğini belirtirler. Maarif müdürü bu duruma çok sinirlenir ama Ali Şahin’i sevdiğinden ve görevini tam yaptığından olayın kapanmasını ister. Bütün kasaba bu olayla çalkalanır. Adam çıkan söylentilere dayanamayarak çocuğunu mektepten alır. Fakat hafız da yapmaz. Çünkü çocuğun annesi bu çocuğunu da kaybetmekten korktuğu için, çocuğun hafız olmasına gönlü razı olmaz. Ali Şahin ile aynı fikirde olduğundan hemen onun yanına giderek durumu anlatır.

Ali Şahin’den yardım ister. Ali Şahin, çocuğun hafız olmasını engellemek adına düşünür ve bir plan bulur. Plan aynen şöyledir: Bu çocuk çok zayıf olduğundan hafız olması için daha yeterli yaşta olmadığını gösteren bir rapor almak. Kasabadaki bütün doktorları dolaşırlar; ama hepsi de çocuğun hafız olmasında bir sakınca olmadığını söyler. Artık bu çocuk olayı kasabanın dilinden düşmüştür. Bir gece sabaha karşı tüm kasaba halkı yangın nedeniyle ayağa kalkar. Yanan yerin Kelami Baba Türbesi olduğunu görürler. Bu türbe, halk için son derece ehemmiyetlidir. Romanda türbenin halk tarafından son derece mukaddes bir yer olarak algılandığı, dertlere deva, işsizlere iş ve hastalıklara şifa bulan bir yer olarak bilindiği işlenir. Bu sebeple burayı yakanların kafir olduğunu sokaklarda haykırırlar. Romandaki anlayışa göre halkın inançları batıl ve hurafedir. Ali Şahin, bu “hurafe”lerle de mücadele etmektedir.

Ertesi gün araştırma başlatılır. Yangın akşamı türbe yanlarında Mehmet Nihat Efendi adında bir öğretmenin görüldüğü ortaya çıkar. Bu öğretmen kimsenin etlisine sütlüsüne karışmayan birisidir. Ailesine bile yakın davranmayan ayyaş bir adamdır. İçkiliyken her zaman Kelami Baba Türbesinin yakılması gerektiğini söylermiş. Elde bundan başka delil yoktur. Kasabalılar onun cezasını çekmesinin gerektiğini ön görür. Mahkeme neticesinde hapse atılır. Ali Şahin, bütün bu olanlara karşılık onun suçsuz olduğunu savunan nadir kişilerdendir. Yakın arkadaşları olan Rasim ve Deli Necip ile vaziyeti tartışırlar. Sonunda bir avukat tutmaya karar verirler. Halk, türbenin yanması hadisesi yüzünden bir kurban istemektedir ve ayyaş bir öğretmeni suçsuz olduğu halde suçlarlar. Burada klasik bir avamî anlayışa vurgu yapıldığını görüyoruz. Avam her zaman bir kurban/bedel ister. Suçluyu bulmak, hakikati açığa çıkarmaktan ziyade, suçlu-suçsuz birilerinin bedel ödemesi isteği, düşünce konforunun bozulmaması ve kalıplaşmış düşüncelerin sarsılmaması istemi sebebiyledir.

Hiçbir avukat Mehmet Nihat Efendiyi savunmayı kabul etmez. Çünkü hepsinde kasabalıdan tepki görme düşüncesi vardır. Uzun çabalardan sonra onu savunacak bir avukat bulurlar. Bir hafta sonra kadar kasaba komiseri Kazım Efendi durumu aydınlığa kavuşturur. Suçlunun Kelami Baba'nın oğlunun olduğunu tespit eder. Gerçek araştırılır ve Kelami Baba'nın oğlunun türbedeki değerli eşyaları çalarak daha sonra türbeyi ateşe verdiği anlaşılır. Gerçek anlaşıldıktan sonra Mehmet Nihat Efendi serbest bırakılır. Ali Şahin, kazandığı bu büyük zaferden dolayı çok memnun olur. Eyüp Hoca ve yandaşları ise başarısızlıklarından dolayı kasabanın güvenini kaybeder.

Reşat Nuri, sığ idrak seviyesini bariz bir şekilde ortaya koyan bir misal ile batıl ve hurafe inançların (romanda kastedilen batıl ve hurafe inançlar esasında İslâm’ın kendisidir) sakatlığının eninde sonunda gün yüzüne çıkacağını söylemeye çalışır.

Bir mayıs günü kasaba top sesleriyle uyanır. Yunanlıların kasabayı istila etmeye hazırlanmakta olduğu anlaşılır. Zaten böyle bir şey daha önce beklendiği için bazı aileler kasabayı terk etmeye önceden başlamıştır.

Ali Şahin, Deli Necip ve Rasim burada kalarak sonuna kadar mücadele etmeye karar verirler. İlk önce Rasim, daha sonra Mühendis Deli Necip ölür. Özellikle Deli Necip onun gözleri önünde öldürülür. Bu olay onu çok sarsar. Kendisinin de bu uğurda ölmesi gerektiğini düşünür. Bu sırada Ali Şahin acele karakola çağırılır. Karakolda kendisine Yunanlılar tarafından gönderilen bir emir tebliğ edilir. Bu emir aynen şöyledir: "Ali Şahin Efendi, sen kasabada sözü geçen bir zatsın. Yunan Devleti'nin Müslümanlar hakkında kötü bir niyeti olmadığına dair ahaliyi inandır." Ali Şahin, ilk önce bu durumu yadırgar. Ama biraz düşündükten sonra halk için faydalı olacağı kanısına varır. Böylece işgal ortadan kalkabilirdi. Bu teklifi kabul eder. Kılık değiştirerek halkın arasında ve Yunanlılardaki gelişmeleri takip eder. Hakikaten de olaylar düşündüğü gibi gider. Yunan baskısı azalır.

Romanın son bölümünde İzmir’in Yunanlılar tarafından işgal edilmesinden bahsedilmiştir. Ali Şahin bu bölümde kasaba halkına yardım etmek için Yunanlıların yanındaymış gibi görünen bir hafiye rolüne bürünür. Hiç istemediği halde onların zararsız gördükleri softa kılığına bürünmüştür. Çünkü softa (yani mütedeyyin Müslümanlar) pazarlıkçı ve işbirlikçidir, dolayısıyla halkın işgale karşı direnmemesi yönünde telkinler verirler. Yunan askerlerinin Müslümanlardan beklediği hizmet budur. Oysa geleneği reddeden inkılapçı görüşe mensup olan yenilikçiler kahramandır, vatanı için her türlü fedakarlığı yapmayı göze alır. Dolayısıyla Ali Şahin de, Yunan’a kendilerindenmiş gibi görünürken Türk halkını her fırsatta Yunanlılara karşı direnmek, Türk askerlerine yardımcı olmak, yurdu kurtarmak için örgütlemiştir. Bu durum Yunanlılar tarafından fark edilince Yunan adalarına sürgüne gönderilmiştir. Ali Şahin sürgünden yaklaşık 10-15 yıllık bir sonra Sarıova’ya döndüğünde vatan işgalden kurtarılmıştır. Tarlaların yanından geçerken “hasır şapkalı” köylüleri görmüştür. Karşılaştığı bu değişim bile onda bazı şeylerin düzelmiş olabileceği inancını uyandırmıştır. İlk olarak maarif müdürlüğünü ziyaret etmiştir. Yeni maarif müdürünün odasına girdiğinde müthiş bir şaşkınlığa uğramıştır. Sarıova’daki yılları boyunca mücadele ettiği yenilik karşıtı softaların lideri Hafız Eyüp yine maarif müdürünün yanındadır. Sakalını kesmiş, sarık yerine melon şapka takmıştır. Ancak vazifesi yine aynıdır: Yönetimde sözü geçen kişilerin yanında yer alarak kendi ve kendi gibi olanların çıkarlarının peşinde, taktığı yenilikçi maskenin altında geri kalmış zihniyetin devamını sağlamak amacıyla gizliden gizliye çalışmak. Maarif müdürüyle beş dakika konuşması, sanki Yunanlıların lehine kendisi çalışmamış gibi, Ali Şahin’i böyle etiketlendirmesi maarif müdürünün Ali Şahin’i vatan hainliğiyle suçlamasına yetmiştir.

Ülkede “yüzeysel” inkılaplar yapılır ama kasabadaki zihniyet değişmez. Ali Şahin, Hafız Eyüp’ü inkılaplardan sonra sakalı kesilmiş ve şapkalı vaziyette görür ama şeklen değişen Hafız Eyüp, zihniyet olarak aynı kalmıştır. Buna çok üzülür.  Şahin Efendi kasabayı dolaşarak eski tanıdıklarını arar. Bu kişilerden de aynı tepkiyi alır. Artık kasabayı terk etmekten başka bir çaresi yoktur. Üzüleceği yerde sevinmektedir. Çünkü bütün emelleri gerçekleştirilmiştir, ‘yeni inkılaplar’ yapılmıştır.

Çalıkuşu romanındaki Feride karakteri ise, ilk olarak atandığı mektepte bürokrasinin arızası ile karşılaşır. Coğrafya öğretmeni olarak atandığı yerde bir coğrafya öğretmeni halihazırda vardır. Feride müdürün ısrarı ve diğer öğretmenin ağlayışları ile hazırlanan bir tuzağa düşmüştür. Böylece Bursa’nın yakınında Zeyniler Köyünde muallimliğe başlamıştır. Müdürün Feride’yi kandırmak için öve öve bitiremediği Zeyniler Köyü, daha doğru dürüst yolu bile olmayan hatta okulu bile ahırdan bozma bir yerdir. Feride karakteri daha çok fedakârlığı ve merhameti ile öne çıkan bir karakterdir. Ali Şahin gibi güdümlü bir öğretmen portresinden ziyade yaşayışıyla ve davranışlarıyla öne çıkmaktadır. Gönderildiği köyde bütün imkanlar kısıtlıdır. Galat anlayışlar ve davranışlar hüküm sürmektedir. Bu esnada annesi bir jandarma ile kaçan, babası ve üvey annesi yaşayan Munise adında küçük bir kız çocuğu, gördüğü muamele ve yediği dayaklardan dolayı Feride’nin evine kaçar. Feride onu saklar ve evlatlık edinir. Köyün fiziki imkanlarının yetersizliğinden dolayı mektep kapanır ve Feride, Munise ile Bursa’ya döner. Bursa’da maarif müdürlüğüne gider ama boşta kontenjan olmadığı söylenir. Bu arada gördüğü bir arkadaşıyla Fransızca konuşur ve ‘Fransızca’, Feride’ye yeni bir kapı açar. Feride görev yaptığı yerlerde genellikle güzelliğinden dolayı mustarip olur. Güzelliği başına bela olur.

İki romanda da öğretmenlere karşı halk tarafından belirli refleksler geliştirilmiştir. Bu iki romanda kadın ve erkek öğretmen üzerinden halkın verdiği tepki ve davranış farklarını cinsiyet farkına bağlayabiliriz. Bu refleks, güçsüzü ezme, güçlüye diş bileme anlayışı üzerinden okunabilir.

Feride köylüler tarafından uğradığı psikolojik baskı ve şiddet yüzünden birçok yer değiştirmek zorunda kalmıştır. Fıtratının ve karakterinin icabı olarak kırılgan olması, olduğu yerde mücadeleyi sonuna kadar sürdürmesini engellemiştir.

Kadın üzerinden geliştirilen baskı yöntemleri daha geniş yelpazeye sahiptir. Feride her gittiği yerde güzelliği sebebiyle adının çıkmasını ve dedikodulara malzeme olmasını kaldıramaz.

Bu romanda daha çok Kamran ve Feride’nin aşkı üzerinden cereyan eden olaylar silsilesi ile karşılaşırız. Anadolu portresi, bir kadın öğretmenin yaşadıkları üzerinden çizilir.

Yeşil Gece ve Çalıkuşu romanları hemen hemen aynı döneme tekabül ettiği için halkın zihniyetinde pek fark görülmez. İnanışlar, davranışlar, tutuculuk, softalık vb. tutumlar aynıdır; esasında bu iddialar ile kötülenen Müslümanlar ve Müslüman Anadolu halkının gelenekleri, görenekleri örf ve adetleridir. Belki de en önemli fark kadın öğretmene ve erkek öğretmene karşı halkın sergilediği farklı tutumlardır. Bezdirme yöntemleri paralellik arz etse de öğretmenlerin tutumları da farklılık göstermiştir. Çalıkuşu romanında daha çok Feride ile Kamran’ın aşkına odaklanılırken, Yeşil Gece romanında Ali Şahin’in davasına ve verdiği mücadeleye odaklanılır. Bu sebeple Yeşil Gece romanında dönemin portresi daha koyu renkler ile çizilmiştir.

Çalıkuşu romanında Feride, başından geçen bütün hadiselerden sonra aşkın çekim gücüne karşı mukavemet gösteremez. İstanbul’a geri döner. Kamran ile evlenirler.

Son olarak Yeşil Gece romanı üzerinde duracak olursak, Ali Şahin’in Hafız Eyüp’ü değişik kıyafetlerle ama aynı zihniyette görmesi inkılabın maksadına ulaşamadığını ortaya çıkarıyor. “Karşısındakinin yanlışını göstermekle kendi doğrularını bulabileceklerini sananlar, başka alternatif getiremediklerinden dolayı, yanlış da olsa karşı düşünceyi tersinden yaşatanlardır.” Bu kıstas, inkılabın sadece bir şekil işi değil ruh işi olduğu da ortaya koymaktadır. Ama cumhuriyet inkılapları ruhi temellere dayanmadığından, Reşat Nuri Güntekin ‘zorunlu’ olarak yahut farkında olmadan romanın sonunda, inkılapların yanlışlığına dair portreyi bizlere çizmiştir.
 

Muzaffer Ayvalıoğlu

Aylık Dergisi 189. Sayı Haziran 2020