Necip Fazıl… Üstad… O, pek çok ilginç yönüyle Müslüman camianın daima önde gelen şahsiyetlerinden olmuştur. Hayatı ve eserleriyle sevenlerine sürprizler hazırlayan büyük bir miras bırakmış olması, onun aramızda yaşamasının bir başka sebebidir. 1963’te Erzurum’da verdiği konferansta olduğu gibi…
1000 kişilik yerde 2000 kişi…
49 yıl önce bugün… 4 Ağustos 1963, günlerden Pazar… Üstad Erzurum’da bir konferans verecek. Gün akşama ermiş, salon tıklım tıklım… Salon dediğin 1000 kişilik sinema salonu… Fakat 2000 kişiyi geçkin bir kalabalık var orada…
Bunları, Bedir Yayınları’nın 1970 yılında İstanbul’da Yaylacık Matbaası’nda bastığı 14 no’lu yayınından aktarıyoruz: İman ve Aksiyon adlı kitapçıktan… En başta belirtelim: İman ve Aksiyon kitapçığı ile bizim dikkatimize sunulan materyal, üstadın irticalen verdiği ve üç buçuk saat süren konferansın “ânı ânına ve kelimesi kelimesine zaptedilmiş” dokümanı…
Coşkunun böylesi görülmemiştir
Üstadı Erzurum Milliyetçiler Ocağı Başkanı takdim ediyor. Avukat Hakkı Yıldırım. Buradan da anlıyoruz ki Üstad’ın Erzurum’da bulunmasına vesile olan kurum işbu Erzurum Milliyetçiler Ocağı. Ocak başkanı “memleketimizin en büyük mütefekkiri ve en büyük milli şairi” diye Necip Fazıl’la ilgili cümleler kurmaya başladığında, sözü “bravo sesleri ve sürekli alkışlar”la kesiliyor. Başkan, Büyük Doğu idealiyle “yüzde yüz mutabık” olduklarını da özellikle belirtiyor. Bu arada Ocak Başkanı’nın takdiminden anladığımız kadarıyla, bu konferans bir gün öncesi için planlandığı halde, “Erzurum Valiliği, bilinmeyen bir sebeple, yahut hiçbir sebep olmadan salonu vermekten vazgeçti”ği için, bir gün gecikmeli yapılmaktadır.
Sade bir hitap: “Erzurumlular!”
Sözü teslim alan Necip Fazıl, sade bir hitapla sesleniyor: “Erzurumlular!” diyor. Ve hemen ardından açıklıyor bu hitabın sebeb-i hikmetini: “Size, konferanslarda alışıldığı gibi, muhterem, muazzez, sayın, mutlu, şu, bu, diye hitap etmiyorum. Kardeşlerim, diyorum. Bu öyle bir kardeşlik ki, aynı zaman, mekân içinde bulunmuyor. Çünkü iman kardeşliğinin ne zamanı vardır, ne de mekânı…” Bu açıklamadan sonra Üstad konuşmasına, konferansını “doğrudan doğruya Erzurum’a ithaf” ettiğini, fakat sesini Türkiye’ye duyurmak istediğini bildirerek devam ediyor.
Konferans dediğin aksiyonlu olmalı
Necip Fazıl hitap ve kısa açıklamalardan sonra asıl konuya geçiyor. Önce konferansın adını veriyor. Akabinde, bu adı oluşturan kelimeleri, özellikle de “ecnebice” olan “aksiyon” kelimesini tafsilatlı bir şekilde tetkik ediyor. En nihayet şöyle tanımlıyor aksiyonu: “Aksiyon, sade iş ve fikir değil, üstün işe hâkkedilmiş, üstün fikir demektir. (…) Büyük fikir ve onun büyük iş haline inkılâbı; aksiyon budur. (…) Her işte imkân üstüne tırmanmak ve engeli aşmak dâvası; aksiyon budur.”
Aksiyon’u açıklayan üstad, dinleyicileri de aksiyoner olmaya davet ediyor. Bu aynı zamanda ikaz ve uyarıdır. Öyle ya, bu konferans “genişçe ve çetincedir.” Dinleyicilerin sabrının hududunu oldukça zorlayacaktır. Ama bu uyarıya Erzurumlular “Sonsuza kadar!” cevabıyla mukabelede bulunur.
Şiir yorumcularına ipucu
Aksiyonu açıklamak için sözü “makine”ye getiren Üstad, materyalistlerin ‘tanrı’ yerine koyup taptığı bu alete, Şarlovari bir mizah sahnesiyle yüklenir. Bu sahnede ahmaklık derecesine indirilmiş makineseverlerin, demir yığını haline gelmiş makine karşısındaki biçâre durumları yansıtılır.
Üstad bu arada “Destan” şiirinin “Durun kalabalıklar; bu cadde çıkmaz sokak!/Haykırsam, kollarımı makas gibi açarak…” şeklindeki dizelerinin küçük bir yorumunu sunar. İlginç yorum için elimizdeki işbu kitapçık mutlaka bulunup okunmalıdır.
Konuşmasını “Aksiyon ve İslâm” noktasına getiren Üstad, “İslâm, iman ruhunun, bitmez tükenmez, durmaz dinlenmez aksiyonundan ibarettir.” diyerek başlar konuyu anlatmaya. Kur’an’a yaptığı atıflarla sözünü sürdürürken, bir ara salondaki dinleyicilerle diyaloga girer. Üstad, “Şimdi size, konferansımın çok uzayacağından korkmasam, Kur’an âyetlerinden bazı misaller vermek, mealler okumak isterim.” der.
Dinleyenlerden gelen “Oku! Oku!” seslerine karşılık olarak onlara şu soruyu sorar: “Sabaha kadar var mısınız dinlemeye?” Erzurumlular bu soruyu “Hayhay! Hayhay!” diye cevaplandırır. Bunun üzerine Necip Fazıl, Besmele’den başlayarak, Kur’an’dan çeşitli ayetlere atıflar yapar: Fâtiha, Bakara, Enfâl, Tevbe, Neml, Ankebut, Sâffât, Tekvir… Üstad’ın çeşitli ayetlerine atıflar yaptığı surelerdir.
Üstâd, bu surelerdeki aksiyon ifade eden hükümleri dinleyicileriyle paylaşır. Konuyu şu hükümle bağlar: Aksiyon, doğrudan doğruya Allah vergisi bir lütuftur.
Üstâdın sunumundaki başka ilginçlikler
Konuşmasında “mutlak plânda aksiyoncu Allah, kul plânında da, mutlak aksiyoncular peygamberlerdir.” diyen Üstad, bir ara sözü konferansın süresine getirir. Kitapçıktan aktaralım: “Bir meselemiz var! Vakit geçiyor, gece yarısı yaklaşıyor ve henüz dâvanın ortasına bile gelmemiş bulunuyoruz! Ne yapalım; çabuk mu geçelim? Ne kadar sürebilir tahammülünüz?..
(‘Sabaha kadar’, ‘sabaha kadar’ sesleri) Efendim, biz, sabaha kadar değil, hattâ yememek, uyumamak şartiyle, son meselemizin son emrine kadar ayakta dinlemeye dâvet edebiliriz herkesi… Aslında günümüzün ve gayemizin nezaketi böyle bir zaruret belirtir. Fakat biz, hem iç, hem dış şartlarımızla, bizden ibaret değiliz henüz!. (Şiddetli alkışlar, ‘yaşa!’ sesleri!) Birtakım ince hesaplar sahibi olmak zorundayız. (Büyük alkış)”.
Zaman konusundaki hassasiyeti sonraki sayfalarda da sürer üstadın. Konusunu anlatır dururken, mesela, şöyle bir muhabbet gelişiyor dinleyicilerle arasında: “Saati söyler misiniz bana? Çok uzun olmasından korkuyorum konferansımın… (‘Onu beş geçiyor!’, ‘On! Vakit çok!’ sesleri) Şimdi, bizde cihadın farz oluşu, aşağı yukarı aksiyonun, doğrudan doğruya aksiyonun farz oluşu demektir.”
Beş dakika mola, bir sigara dola!
Necip Fazıl, aksiyonun İslâm medeniyeti içindeki karşılığını Türk ve İslâm dünyalarından seçtiği örneklerle uzun uzun izah ettikten sonra, aynı faslın “dışımızdan misâller”le anlatımına geçmek ister. Fakat bu fasla geçmeden önce bir mola vermenin zamanı gelmiştir. Buyurun, Üstad’ın cümlelerini okuyalım: “Şimdi dışımızdan misâller… Bu ayrı bir fasıl teşkil ediyor. İzin verirseniz siz de, ben de beş dakika dinlenelim, birer sigara içelim. Peşinden devam edelim. Ne dersiniz? Tam beş dakika, saat tutun!
(BEŞ DAKİKALIK ARADAN SONRA, şiddetli alkışlar)
Bitirirken…
Üstad’ın 49 yıl önce (4 Ağustos 1963’te) Erzurum’da gece yarısına doğru tamamladığı konferansı, 10 puntoluk karakterlerle dizili 80 sayfalık bir kitapçıkta toplanmış. Üstad’ın bu konferansta neler söylediğini ayrıntılarıyla aktarmamız mümkün değil. Bunun yerine, bir şekilde bu kitapçığı temin edip okumanızı teklif ederiz. Bununla birlikte, Üstadın son sayfalarda söylediği cümlelerden bir demet sunabiliriz:
“Bu kadar lâftan sonra dâva şurada düğümleniyor: Bizi bir büyük aksiyon beklemekte; hangi sahada isterseniz isteyin…
Fakat o mutlaka tek mihraktan gelecektir. Ben şu konferansımda siyasi konuşmuyorum, âdi parti dâvası gütmüyorum. Dâvamız, ilmî ve mücerret… Bizi, nefs murakabe ve muhasebesine erdikten ve şahsiyet mihrakımızı tâyit ve tesbit ettikten sonra, boşlukta mekân işgal etmek haysiyetini temsil edeceğimiz bir millet olma aksiyonu bekliyor. (…) Bu mihrak imandır. Onun olmadığı yerde hiçbir şey olmaz. (…) Ve bu mihrak –öyle iphamlara, gizlemelere lüzum yok-, kelimenin tam mânasıyla İSLÂMİYETTİR. (Şiddetli ve devamlı alkışlar.)”
Cevat Akkanat, dünyabizim