Geride bıraktığımız mübarek Ramazan’da zulmü aşikâr olan işgalci İsrail, Mescidi Aksa içerisindeki Kıble Mescidi’nde Müslümanları katledercesine darp etmiş; Siyonist askerler kadın, erkek, çocuk ayrımı gözetmeksizin Müslümanlara haysiyetsizce saldırmış ve ters kelepçe uygulamıştır. Her Ramazan, işgalci askerlerin Müslümanlar üzerinde baskısı artmakta ve orantısız bir biçimde şiddet uygulamaktan çekinilmemektedir. Tabii Türkiye ve dünyanın birçok ülkesi ve hatta Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri yine kınama yayınlamıştır. Klasik bir şablon içerisinde klasik bir metin olarak “bu şiddet olaylarının son bulması” talebinde bulunulduğu belirtilmiştir. Maksat usul yerini bulsun. Devlet çapındaki kınama sonrasında, Müslüman-mütedeyyin camiadan gruplar da klasik tel’in protestolarını gerçekleştirmiş ve kürsüden atılan hamasi sloganlarla Siyonizm te’lin edilmiştir.
Bu yazıda, hamasi söylemlerle hırsımı alarak vicdanımı rahatlatmaktansa işgalci İsrail’in kuruluş sürecindeki meşruiyet yoksunluğu meselesi üzerine durmak istiyorum. Ayrıca şunu da belirtmekte fayda olduğunu düşünüyorum. Şayet Mescidi Aksa’da böyle bir olay meydana gelmeseydi, Filistin davası aklımıza gelir miydi? Bu soruyu kendinize sorun. Günlük hayat meşgalesi içerisinde, Müslümanların derdi ile dertlenmedikçe; derdimizi bir fikre dönüştürmedikçe herhangi bir aksiyon alınamaz ve harekete geçilemez. Atılan sloganlar ve hamasi söylemler içerisinde ancak bağırırız. Bu durum ise kanaatimce kaypaklıktan başka bir şey değildir. Zira bu soruyu sorduktan sonra işbu yazıyı yazmaya başladım. Zira bu kaypaklıkta bir hareket kurulamaz. Kaypaklığı bırakıp adam olduğumuz an, vatanlarında esir olan ya da parya muamelesi gören Müslüman kardeşlerimizin de kurtulacağını düşünüyorum.
***
Yazının ana konusu aslında devletlerin meşruiyet meselesiyle alakalı. Meşruiyet, Türk Dil Kurumu Sözlüğü’nde “geçerli olma durumu” olarak tanımlanmıştır. Başka bir tanımda ise “yasaya, töreye vb. uygunluk, geçerlilik, yasallık” şeklindedir. Her devletin dayanmış olduğu meşruiyet sebepleri bulunmaktadır. Örneğin Türkiye özelinde düşünürsek kazanılan bir savaş sonucunda Ankara Hükümeti bölgesel ve uluslararası alanlarda meşru görülmüş ve böylelikle meşruiyetini kazanma hüviyetini güç ile pekiştirmiştir.
İsrail’in kuruluş hikayesine bakıldığında Birleşmiş Milletler eliyle Siyonist lobinin bastırması sonucunda kendilerince kutsal sayılan topraklarda bir devlet kurulması yönünde bir plan karşımıza çıkacaktır. Plana bakıldığında bölge İngiliz Mandasından kurtulacak ve sonrasında Filistin ve İsrail devletleri kurulacaktır. Bakıldığında kuruluş açısından uluslararası meşruiyeti sağladığı görülebileceği söylenebilir. Ayrıca bu karar sonrasında İsrail-Arap Savaşları’ndan ilki olarak belirtilen 1948 tarihindeki savaş bulunmaktadır. Bu tarihten itibaren Arap Birliği ile İsrail arasında savaşlar devam edecektir. Ancak burada şu hususa dikkat edilmesi gerekmektedir, bu savaşlar hiçbir zaman Filistin ile İsrail arasında yapılmamıştır.
***
Her devlet çeşitli yollarla meşruiyetini sağlamaktadır. Meşruiyet yukarıda belirttiğim gibi bölgesel ve uluslararası meşruiyet olarak ikiye ayrılmaktadır. Bölgesel meşruiyet için halkın ortak mutabakatı, çeşitli yollarla gerçekleşen ihtilal, askeri darbe vb. bölgesel meşruiyetin örneklerindendir. Halk nezdinde muteber olmayan bir grub veya lider halk ile kuracağı ilişki sonrasında meşruiyet kazanabilmektedir. Nitekim böyle bir durumda da yeniden bir toplumsal uzlaşı yani mutabakat sağlanmış olacaktır.
Uluslararası meşruiyet ise bölgesel meşruiyetini sağlayan devletin diğer devletlerle gireceği ilişkiler ve lobi faaliyetleri ile sağlanmaktadır. Burada bir başka devletin tanıması ya da uluslararası örgütler önemli bir yer tutmaktadır.
Meşruiyet tartışması ile devletin ne olduğu, bir devletin nelerden oluştuğu, devletin devlet olmasını sağlayan organizasyonların ne olduğunu soruları mühimdir. Bir devletin bölgesel meşruiyetini sağlayan unsurlardan biri güçtür, güç ise silahtır. Silahı somut bir manadan ziyade mücerret bir mana olarak düşünebiliriz. Örneğin yargı faaliyeti bir silahtır. Fertler, içtimai düzenin bozulmaması için kendi kendine adaleti tesis etme yani ihkakı hakkını devlete devretmektedir. Devlet ise kendisine bağlı olan vatandaşın talep ettiği adaleti kanuni çerçeve içerisinde adaleti sağlamakla yükümlüdür. Ayrıca somut olarak silahlar da devletin elindedir. Devlet, istediği kimselere bu silah kullandırma hakkı ve yetkisini vermektedir. Kolluk kuvvetleri ve askerler devlet tarafından silah kullanma hakkı verilmiş kimselerdir. Yani meşruiyetini sağlamış olan her devletin elinde silah kullanma hakkı mevcuttur.
***
İsrail, kuruluşu gereğince işgalci bir yapıda kurulmuştur. Zira bölgesel meşruiyet sağlanmaksızın Birleşmiş Milletler kararı ile kurulmuş olduğu bunun apaçık örneğidir. Öyleyse diyebilirsiniz ki, İsrail de kuruluş aşamasında savaşa girdi ve kazandı. İsrail’in savaşmış olduğu devlet kurumsal yapıda olan bir Filistin devleti olmadığı için bölgesel meşruiyetinin savaşla sağlandığı söylenemez.
Bölgesel meşruiyeti olmaksızın uluslararası meşruiyet bulunması İsrail’in işgalci bir tutumla kurulduğunu göstermektedir. Halihazırda İsrail’in Filistin toprakları nezdinde bölgesel meşruiyeti bulunmamaktadır. Bu nedenle silah kullanma yetkisini haiz bir devlet olarak Filistin topraklarında hareket etmemelidir. Silah kullanarak baskı yoluyla yani sindirme yoluyla meşruiyet sağlamayı düşünen işgalci devletin fark edemediği konu da bu sindirme yolunun hiçbir zaman başarılı olamayacağıdır.
İsrail, kurulduğu günden bu yana bölgesel meşruiyetini sağlayabilmek için olağanüstü hâl ilan etmiş ve bunu devam ettirmekte olan tek devlettir. Daima olağanüstü hali dayanak yaparak tüm hukuksuzlukları, temel hak ve hürriyet ihlali suçlarını işlemektedir. Başkan Erdoğan, meşhur Davos Zirvesi’nde Şimon Peres’e “Sesin çok yüksek çıkıyor. Biliyorum ki sesinin benden çok çıkması bir suçluluk psikolojisinin gereğidir.” demişti hatırlarsanız. Aslında bir insanın karşısındakini bastırması meşruiyetsizliğini ve iktidarsızlığını gizlemek amaçlıdır.
İşgalci İsrail’in mübarek Ramazan aylarında Mescidi Aksa’yı seçmesi de aslında bu nedenledir. İsrail ne kadar uğraşırsa uğraşsın, hiçbir zaman meşruiyetini sağlayamayacak ve o topraklarda daimî işgalci olarak anılacaktır.
Meşruiyet meselesi, aslında işgalci İsrail’in kendi iç karışıklığı hususunda da ele alınabilir. Bu yazının konusu olmadığı için o meseleye girmeyeceğim. Batı ülkelerinde yaşayan insanların, İsrail’le alakalı şöyle bir yanılgısı bulunmaktadır:
İsrail, anayasal olarak seküler devlet olduğunu iddia etmekte ve böyle bir algı oluşturmaktadır. Batı insanı, İsrail’in son derece özgür ve demokratik bir ülke olduğu düşüncesine sahiptir. Ayrıca startup (girişimcilik) ekosistemi için de önem vaadeden yerlerden birisidir. Bu doğrultuda çeşitli kamplar ve çalışmalara imza atılmaktadır. Yani İsrail, bölgeden yani halktan sağlayamadığı meşruiyeti, dışardan sağlamaya çalışan bir yapıdır.
Bu yazıdaki teorik düzlemde kalmış olsa da akademi ukalalığı ile bir sonuç ya da çıktı vermektense meseleler hakkında fikir üretmenin gerekliliğine inanıyorum. Zira fikirsiz ne dava yürür ne de kavga edilir.
Emrecan Çetin
Aylık Baran Dergisi 16. Sayı, Haziran 2023.