Aslında tarih boyunca yaşanmış bütün münakaşalar, fikir ayrılıkları, fıtrî sabitlere istinad eden kavramların tanımında düğümleniyor. Ferd ve cemiyetin duyuş ve davranış şablonlarını belirleyen fıtrî sabitler, insandan insana dozajı değişse de, özünde aynıdır ve son tahlilde ruh menşeilidir. Psikoloji biliminde içgüdü tabiriyle karşılanmaya çalışılsa da, bu kelime, kendini idrak kabiliyetiyle mücehhez insana oturmuyor; o yüzden, insanın içine gömülü ve sürekli belli bir rotada yürümeye zorlayan temel hisler olarak içgüdüleri değil, fıtrî sabitleri görüyoruz. Bunların bazıları aşırı düşkünlük, bazıları da fobi olarak tezahür ederler. Ancak fıtrî sabitler herkes tarafından aynı şekilde algılanmaz ve bu farklılığı belirleyen her bir ferdin dâhil olduğu içtimaî şuur süzgecidir. Aynı manzaraya bakan iki insanın farklı şeyler görmesi gibi… Mesela ölüm korkusunun, ölümsüzlük/varlığını ebediyen idame arzusundan kaynaklandığı kabul edilirken, bunun hemen yanında duran olmazsa olmaz inanma ihtiyacı modern zamanlarda hep göz ardı edilegelmiştir. Her ne kadar tanımlar arasında, hatta sabitlerin tayini konusunda derin anlaşmazlıklar bulunsa da, fıtrat hükümranlığını sürdürüyor. O yüzden, İbda Mimarı, bütün bir iktisadı insanların varlığını sürdürme arzusuna bağlamaktadır.

İslâm ile nasıl şereflendim? İslâm ile nasıl şereflendim?

Devamı için TIKLAYINIZ