Birinci Dünya Savaşı, dünyayı sarsan büyük bir hesaplaşma olmuştu. İtilaf Devletleri, Osmanlı’yı tarihten silerek Müslüman dünyasını başsız bırakmak istiyordu. Çanakkale Boğazı'nın kontrolünü ele geçirerek, İstanbul’a ulaşmak, Osmanlı Devleti'ni savaş dışı bırakmak ve Rusya’ya güvenli bir ikmal yolu açmak hedeflenmişti. Aynı zamanda, Hilafet makamının düşmesiyle İslam âlemi üzerinde tam bir hakimiyet kurmayı planlıyorlardı.

Çanakkale Boğazı, Osmanlı için sadece bir su yolu değil, devletin kalbine giden anahtardı. İstanbul’a giden en kısa ve en güvenli deniz rotası olması nedeniyle, eğer İtilaf Devletleri burayı geçebilseydi Osmanlı başkentini işgal edecek ve savaşın kaderini değiştirecekti. Osmanlı, burayı savunamazsa Hilafet makamı düşecek, İslam dünyası emperyalistlerin tam kontrolüne geçecekti. İşte bu yüzden, bu savaş yalnızca Osmanlı topraklarının savunması değil, ümmetin haysiyet ve şeref mücadelesiydi.

18 Mart 1915’te verilen mücadele, sadece bir askerî harp değil, Batı’nın sömürgeci ve yok edici ruhuna karşı Anadolu’nun iman kalesinin sarsılmaz bir direnişi ve neticesinde elde ettiği zaferiydi. Cephede cihad edenler sadece vatan topraklarını değil, inançlarını, ruhlarını ve istikballerini savunuyorlardı. Onlar, yıllar sonra vatanında kendi değerlerinin unutturulması, mukaddesatlarının yok sayılması için değil, aksine, bu topraklarda Allah'ın adının ebediyen yaşaması için şehadete koştular.

18 Mart 1915

Fakat Osmanlı, geçmişinden gelen azamet ve inançla, bu saldırılara karşı iman dolu göğsünü siper edecekti. Çanakkale, yalnızca bir savaş değil, bir varoluş mücadelesiydi. Bu yüzden, bu topraklarda mücadele eden Mehmetçik sadece Türk değildi; Kudüs'ten, Şam'dan, Halep'ten, Bağdat'tan, Bosna'dan gelen askerlerle ümmetin ortak savaşına dönüşmüştü.

İtilaf Devletleri, güçlü donanmalarıyla Çanakkale Boğazı'nı geçmeye çalıştı. 19 Şubat 1915'te başlayan bombardımanlar, Osmanlı'nın direnişiyle karşılaştı. En kritik an ise 18 Mart 1915 günü yaşandı. İngiliz ve Fransız donanmaları, en büyük saldırılarını gerçekleştirdi. Ancak Osmanlı’nın sahip olduğu en büyük silah, ne top ne tüfekti. Asıl silah, inanç ve taktik üstünlüktü.

Nusret Mayın Gemisi, gece vakti boğaza mayınlar döşeyerek düşmanın ilerlemesini engelledi. İngiliz ve Fransız zırhlıları, mayınlara çarparak battı. 'Bouvet', 'Ocean', 'Irresistible' gibi dev savaş gemileri sulara gömüldü. Osmanlı topçuları, Seddülbahir ve Kilitbahir tabyalarından düşman gemilerini yoğun ateş altında tuttu. Sonunda İtilaf Devletleri, ağır kayıplar vererek geri çekilmek zorunda kaldı.

Kara Savaşları

Denizden geçemeyen düşman, 25 Nisan 1915’te Gelibolu Yarımadası’na çıkarma yaptı. Bu çıkarma, tarihte eşi benzeri görülmemiş bir siper savaşına dönüştü. İngilizler ve Fransızlar, Avustralya ve Yeni Zelanda’dan getirdikleri askerleri (ANZAC birlikleri) ön saflara sürdüler. Fakat Osmanlı askerleri, kazılan siperlerde büyük bir direniş gösterdi.

Dijital pazara yeni düzenleme Dijital pazara yeni düzenleme

Düşman en modern silahlarla saldırırken, Osmanlı askerleri az sayıda cephane ile mücadele ediyordu. Açlık, susuzluk ve hastalık içinde bile, Mehmetçik imanla savaşmaya devam etti.

Siper Savaşları: Kanla Yazılan Destan

Osmanlı askerleri, yiyecek ve cephane sıkıntısına rağmen siperleri terk etmedi. 8. Tümen, Kanlısırt ve Arıburnu’nda düşmanı durdurdu. 27. Alay, siper savaşlarında kahramanca çarpışarak düşmanı geri püskürttü. Osmanlı askerleri siperlerde düşmana fırsat vermemek için her taşın, her kayanın ardında ölümüne bir mücadele verdi. 57. Alay, Çanakkale’de gösterdiği üstün fedakârlıkla tarihe geçti. Alayın tamamı şehit olana kadar savaşarak, Osmanlı’nın bu topraklardan sökülüp atılamayacağını gösterdi.

Seyit Onbaşı ve 276 Kiloluk Mermi

Seyit Onbaşı, Gelibolu'daki Mecidiye Tabyası'nda görevli bir askerdi. İngiliz donanmasına karşı verilen mücadelede, 276 kilogramlık top mermisini sırtında taşıyarak namluya sürdü ve ateş etti. Bu mermi, düşman gemisine isabet ederek savaşın seyrini değiştirdi.

Yaralı Düşmana Merhamet

Çanakkale Savaşı, sadece kahramanlık hikâyeleriyle değil, Osmanlı askerinin yüksek ahlâkî duruşuyla da tarihe geçti. Osmanlı siperlerinin önünde yaralı halde yatan düşman askerlerine su verildi, tedavi edildi. Batı, medeniyet iddiasında bulunurken, gerçek insanlık dersi Osmanlı siperlerinden veriliyordu.