Üstad Necip Kısakürek’in “bugünün ve yarının gerçek müminleri”ne ithaf ettiği, İman ve İslâm Atlası eserini tefrika olarak yayınlıyoruz.
Yandı kitap dağlarım, ne garip bir hal oldu!
Sonunda bana kalan, yalnız ilmihal oldu!
*
KİTAP
Allahın, vahy meleğiyle peygamberlerine indirdiği kitaplar…
Rivâyete göre hepsi 104. Bunlardan 4 tanesi başlıca kitaplar… Geriye kalan 100’ü de ayrı ayrı suhuflar…
Başlıca 4 kitap, Dâvut Peygambere Zebûr, Musa Peygambere Tevrât, İsa Peygambere İncil; ve topyekûn mekânın Peygamberine Kur’ân…
Başlıca 4 büyük kitaptan, bugün tek harfi değişmemiş, emin ve mutlak olarak elde bulunan, sadece Kur’ân… Öbürleri zamanla aşınmış ve tahrifçi ellerde değiştirilmiş insan eserleri…
Bugün elde 4 ayrı İncil nüshasının bulunması, aslının ortada olmadığına riyazî delil… Bir şey 4 olunca 1 olmak yâni mevcut bulunmak haysiyetini yitirir.
Kur’ân’a ait mutlakıyet, onu Kıyamete kadar hıfzedeceğini bildiren Allahın vaadiyle bugüne kadar tek harfi ve sesi üzerinde en küçük değişiklik olmamasıyla fiilen sabit… Ve bu hususiyetiyle Kur’ân, Resuller Resulünün elinde mucizelerin en büyüğünü gösterici.
Kur’ân bildirisiyle, bütün insanlar ve cinler biraraya gelse, onun tek kelimesine denk mânâ vücuda getiremezler… Kur’ân yazılı sahifeler hâlinde bir dağ başına inseydi, beşerî kelâm sureti içinde insan kelâmı olmadığı belli olurdu.
Kur’ân, genişliğine dış yüzü ve derinliğine içiyle Allah kelâmıdır; Allah ile kâim ve sonradan yaratılma (mahlûk) değildir. Kur’ân’ın nâzil olduğu zamanlardaki hâdiselerle ilişkisi, onunü, zaman ve mekândan münezzeh, ezelî Allah kelâmı olmasını engelleyemez. Zaman ve mekân çemberinde tutsak akıl, sınırı içinde ve kendisine göre hesaplarla bu derinliğe ulaşamaz.
Niçin şiir yazmaz olduğunu soran Hazret-i Ömer’e şâir Hassân’ın verdiği cevap, Kur’ân’ı belirtmekte en ileri duygu: “Kur’ân indikten sonra dilimi yuttum!”…
Kur’ân’da bütünlük ve defalık ifâde eden kısımlar “Sûre”, sûrelerin yine mânâ bütünlüğü içindeki bölümleri “Âyet”…
Sûre sayısı 114, âyet sayısı da 6666. Bu rakamların gizli delâletler bakımından hepsi sır, her kelimenin ötekisindeki mânâ ufku sonsuz; ve bazı sûrelerin başlarındaki “Elif-lâm-mim” gibi kelime teşkil etmeyen harfler de Sevenle Sevilen arasında şifreler…
Besmele, sûrelerin arasını ayırmak için nâzil oldu.
Sûreler sıra hâlinde değil, karışık olarak inmiş ve sonradan Allah’ın emriyle tertibe girmiştir.
Kur’ân’ı noktası noktasına büyük bir titizlikle hâfızasında saklayan sahabîlerden toplayıp kaleme almak ve sahifeler üzerinde perçinleştirmek fikri Hazret-i Ebûbekir ve Ömer’den başlar ve tam gerçekleşmesi Hazret-i Osman’a nasib olur.
Kur’ân tefsirine kalkışmak cüretlerin en korkuncu ve bu iş el atışların en korkulusu… En büyük tefsirci Kâinatın Efendisi ve sonra onun mânevi mirâsına nâil büyükler…
Hadîs meâli: “Kur’ân’ı kendi anlayışına göre yorumlamak küfür…”
Bir kimse, “ben Kur’ân’ı kendi aklımla tefsir ederim” dese de, yorumlaması tefsircilerin en büyüklerinden Beyzavî’nin tefsirine eş çıksa, yaptığı iş, iddiası bakımından yine küfür…
Kur’ân’da zâhiri mânâ ve delâletler, olduğu gibidir, muhkemdir ve hüküm değiştirici yorumlardan münezzehtir.
Kur’ân, Kur’ân’dır, “Arapça” tavsifinden mücerrettir ve sadece Arapça üzerine indirilmiş Allah kelâmıdır.
Kur’ân, Arapçadır denilemeyeceği gibi, zâhiri meâllerinin, şu bu lisana nakline de “o dilde Kur’ân” demek yine küfre varır. Kur’ân’ın bu ölçüyle, zâhiri meâl ölçüsüyle dünyanın bütün dillerinde nakli câiz, hattâ lâzım… Ama bu nakillere Kur’ân dememek de şart… “Tercüme” kelimesi de yersiz. Âdi dillerde hiçbir tercüme aslını tutamaz, ya eksik, ya fazla kalırsa, hiçbir eksikliğin semtine uğramayacağı Kur’ân’ı tercüme edebilmek iddiası nereye varır?
Kur’ân, içinde musiki şuuru olmayan bir vecd sesiyle okunur ve asla teganni edilemez.
Kur’ân’a dinî ölçüyle tertemiz olmadan el sürülmez ve onu ibâdet, duâ, devâ, ölmüşlere ithaf şeklinde okumanın, bulundurmanın, taşımanın ayrı ayrı edeblerine ve şartlarına riâyet gerekir. Hele Kur’ân’ı üfürükçülük, âdi fal, sihir gibi kötü maksatlara alet etmeye kalkışmak cinâyet…
Kur’ân, aslî telaffuziyle hiçbir yabancı harfe teslim edilemez. Kur’ân’ı okumayıp da bazı sûreleri ezberlemek isteyenlerin, onları bilenlere okutması ve ezberlemesinden başka çâre yoktur. Veya hareketli Kur’ân harflerini öğrenmesi…
Namazda ve niyâzda Kur’ân okunur ve dinlenilirken dış mânalar üzerinde aklı çalıştırmadan, o ruhu kelimelerin esrar buğusu içinde engin ufuklara salmak, vecd ve haşyet noktasından Allâh kelamına gösterilecek saygı…
Necip Fazıl Kısakürek
Shf. 25-28.