Az kitap okuma ve mücerret tefekküre uzak olma gibi önemli zaaflarımız bulunmaktadır. Bu zaaflarımızı yendikten sonra da Ölüm Odası eserlerini anlamakta zorlanıyorsak, bunun sebepleri üzerinde durmalıyız! Hem bunun sebepleri hem de eserin anlaşılmasına dair bazı tesbitlerde bulunmak istiyorum.

Modern eğitim sisteminin şekilci-şabloncu ve zâhirci anlayışı, yeni bir dünya görüşünün bilhassa irfanî dilini anlamakta bize ayak bağı olmaktadır. Eğer mücerret fikre de yatkınlığımız azsa, bu dünya görüşünün tefekkür ve hikmet derinlikli eserleri bize hepten sıkıcı gelebilmektedir. Ancak İbda eserleri sabırla okunursa onun sistematiği kavranır ve kavram diline âşinalık kesbedilince de anlama kolaylaşır. İbda külliyatının zengin kavram haritası bir müddet sonra zihni açacak ve bu bize zevk vermeye başlayacaktır. Anlamadığımız bir şeyden hemen yüz çevirmek veya red tavrına girmekten ziyade soru işareti koyup okumaya devam etmeliyiz. Zira çetin ceviz yemişini zor verir, demişler. Ölüm Odaları’nın anlaşılması üzerine daha önce kaleme aldığım (Baran Dergisi, 344. sayı, 18.8.2013) “Bu Ceset Kime Ait?”  yazısını da bu minvalde hatırlatmak isterim.

İbda külliyatını veya kaliteli bir eseri okurken nerede mecaz, nerede hakikî mâna var, dikkat etmeliyiz! Nerede esere, nerede müessire, nerede şekle, nerede ruha bakacağımızı bilmeliyiz! Akla veya gönle hitap edilen yönleri veya her ikisi birlikte hakikate giden yolu/yolları bilmeliyiz. Aklın şablonlarını aşmak için de doğrusal değil, dairevî düşünebilmeliyiz. Fikirlerde iç içe katmanlar olabilir, onların üst üste gelmeleri de söz konusu olup bütün bunlar bizi şaşırtmamalı. Kelime ve kavramlar arasındaki geçişleri ve tedaî zenginliklerini de ıskalamamalıyız.

Hemen damgalamaktan, kolay yoldan ve klişe olarak anlamaktan da uzak olmalıyız. Mesela, “büyük” veya “küçük”, “uzun” veya “kısa” gibi zâhirî ve şabloncu bakışın geçerli olmayacağı mevzular vardır. Hâsılı, sığ bakıştan kurtulmalı ve “sır idraki”nin temel ölçümüz olduğunu unutmamalıyız! Bizde öyle bir fikir bünyesi oluşmalı ki karşılaştığımız her fikri süzgeçten geçirmeli, Mirzabeyoğlu’nun “Zehir yese, şifaya tahvil eder.” dediği bünyeyi oluşturmalıyız!…

İbda diyalektiğinin kuvvetli dilini, taklit olarak ve tükenmez bir sermaye gibi de kullanmamalıyız! Mühim olan İbda’yı yürütücü şuurdur, tekerleme olarak tekrar değil. Bu hususta çile ve kuluçka dönemine razı olacağız ki ortaya bir şey çıksın. Çok bilmişlik veya sloganik ifadelerle bir yere varılamayacağını idrak edemezsek, eleştirdiğimiz sığ ve yobaz anlayışlara biz de düşeriz!.. Ufkumuz dar, hayallerimiz sığ olduğu müddetçe karşıt fikirleri kendimize gıda yapamayız, aksine onlara yem oluruz.

İbda Diyalektiği’nin temel ölçülerinden Sır İdrakı yanında Dışa Bakış’ı da bilmemiz Ölüm Odaları’ını anlamakta bize kolaylık sağlar. Dışa Bakış’ı şöyle özetleyebiliriz: Küfür ve bütün bid’at kolları Allah’ın “mudill-yoldan çıkaran” ismine teslim olarak, tersinden İslâm’ın hakikatini gösterendir. Tez ve aksiyon İslâm olup ona antitez ve reaksiyon olarak bâtıl yollar sayısızdır. İnsanda bile ruh-nefs zıtlığı içinde bu çeşitliliği görüyoruz. Zira her şey zıddıyla kâimdir. Mirzabeyoğlu’nun eserleri bu diyalektiğin üstün örnekleridir. O, takdim yazısını yaşadığı olağanüstü bir macera ile ararken, kütüphane inşa eder ve onun bu arayışı “kâinatı Tevhid Akidesi merkezinde nisbetlendirebilme”(1)  dediği bahse de misal olur. Bu ifade aynı zamanda onun dışımızdaki kültür ürünlerine el atış amacını da vermektedir.

Kâinat ağacının bazen sarmaşık gibi birbirine dolanmış, bazen zıt noktalara açılmış, bazen de kurumuş dalları vardır, ancak hepsi bir gövdede toplanmaktadır. İbda fikriyatında da bütün bâtıl yollar en ince noktasına kadar tahlil ve kritik edilerek Bütün Fikir-Mutlak Fikir’e bağlanır. Böylece ayrık otlar ayıklanır, imanın arınma kurnası olarak bütün bâtıl yollar süzgeçten geçirilir. İmanın selameti ve tahkikî için bu gereklidir. Ölüm Odası eserlerinde zıtlar birleştirilip mevzular arasında hızlı geçişler yapıldığı için bağlantı kurmakta zorlananlar bir müddet sonra eserden kopabilir. Bundan dolayı yeni okumaya başlayanlar için Ölüm Odası ve Tilki Günlüğü tarzı eserlerin uygun olmadığını da hatırlatalım. Zordan kolaya doğru gidilmez, kolay gelen eserlerden başlanılır...

İbda’nın yeni bir dünya görüşü olması hasebiyle yeni bir dili ve tarzı olduğunu biliyoruz. Keza onun Büyük Doğu’dan tevarüs ettiği “yeni nizam-yeni insan” davasını da. Yeni bir sistemin yeni bir dünya tablosu olması da çok doğaldır. Gelenekle bağı koparılmış ve belki de ondan daha kötüsü idraklerin iğdiş edildiği bir ortamda yaşadığımız için duygu ve düşünce dünyamızı yeniden kurmamız icap etmektedir. Bunun için yeni bir dil ve bunun yeni alışkanlıklarını kazanmamız ve sabırla bunu içselleştirmemiz gerekir ki, eşya ve hâdiselere İslâm’ı nakşedelim.

Genelde bizler İbda’nın siyasî diline âşinayız, biraz da ideolojik dilimiz var. Onda bile taraftar havasında takım tutar gibi, biraz da hamasî ve duygusal oluyoruz. Muhakkak bunlara da ihtiyaç var, ancak yeterli değil! İbda’nın temel dili irfanî-hikemîdir. Yani İbda, Büyük Doğu’nun tecrit tavrı ve “niçin” buududur. Siyaset ve kavga dilini de mükemmel yapar, eline su döken yoktur! Ancak o, siyasî dilden ibaret değildir. Bu durumu şöyle de ifade edebiliriz. İbda, söylemde bir İslâmcılık olmadığı için onun dili tebliğ dilinden ziyade telkin dilidir. Onun diyalektiği gereği, tebliğ dilinde bile ona sinmiş bir telkin dili vardır. Öncelikle bunu idrak edelim!..

 “Şiir idrakı” diyor Mirzabeyoğlu. Tabiî ki bu tâbir şiir okuma mânasına değildir. Bu mevzuyu ileride müstakil bir başlıkta inceleyeceğiz. Burada şöyle bir misal verelim. Necip Fazıl büyük şairdir, ancak o şair olmak için şiir yazmamıştır; şiir onda bir âlet, bir vasıtadır. O, bir iman ıztırabı yaşamış ve ülkenin bulunduğu noktayı ve İslâm ümmetine ihaneti görmüş ve şiir, nesir, tiyatro vs. her türlü âletle yeni bir dünya görüşünü ve bunun his dünyasını inşa etmiştir. Ölüm Odası’nda Salih Mirzabeyoğlu’nun Üstad’ın şiirlerini yeri geldikçe nasıl kullandığına dikkat edersek hem o şiirlerin neden yazıldığını hem de nasıl anlaşılması gerektiğini daha iyi anlamış oluruz!..

Ölüm Odası eserlerinde farklı mevzular arasında bağlantı kurmak bizi zorlasa da birçok mevzuun şifre/hap şeklinde de verildiğini görmekteyiz. Hatta bunu Ebu Süleyman Lûgati eserinden sayfa numaraları vererek bazı misallerle göstermek isterim. Esatir ve Mitoloji eserinin sebeb-i telifi (s.145), Üstad’ın Bir Adam Yaratmak eseri hakkında özlü tesbitler (s.171), bazı peygamberlerde tecellî eden hikmetler (s. 107-114, 161, 188, 199), kendi usulüne dair bazı ipuçları (s. 14, 36, 54, 234, 249, 261, 264) eserde çok açık olarak bulunabilir.

Eserde lugat, ebced ve iştikaklar bolca kullanılmakta, ancak bunların yanında belki de onlardan daha evvel mâna intikallerine dikkat etmeliyiz. Mesela bir yerde tüccar kelimesi geçiyor. Hemen peşinde ve tırnak içinde ise “Kârlı ticaret, cihâd” (s. 454) denilerek, Allah’ın bir âyette (Saf Sûresi, 61/10-11) cihadı kârlı bir ticarete benzetmesine atıf yapılıyor. Başka bir misal: Katl-öldürmek’in ebcedinden Selmet-taş’a ve oradan da mâna ilgisi bakımından tırnak içinde “Sin, mezar taşı, şâhide, insan”a (s. 452) geçiliyor, yani mâna akrabalığı olanlar tırnak içinde veriliyor. Bu ve benzeri mâna akrabalıklarına dikkat etmemiz ve bir dünya görüşü olarak İbda’nın diğer eserlerinde açıklanmış mevzuları her zaman hatırda tutmamız gerekmektedir.

Mirzabeyoğlu’nun kadro zaafı olarak işaretlediği üç hususu özetle aktarmak istiyorum: 1) “Mücerret fikir istidadı yani varlık şiarının körletilmesi.” 2) “Başkasına iletmek istediklerimizi, kendimizle ilgisi olmayan, dışımızdakilere iletilecek bir şey olarak karşılamak. Aynı, İslâm’ı dışımızdakilere tebliğ etmekten bahsederken, tebliğ olunacak olandan kendi habersiz olanların hâli gibi…” 3) “İş bölümü içinde çalışılması hakkında söylediklerimizi, alelâde işlerin bölümü olarak anlamak” “Teslimiyet edasında şuurlanma çabasından kaytarış.”(2)

Demek ki fikir ve fikir meselelerini sevmeliyiz. Şuur seviyemizi yükseltip her dem hakikî imanın zevkini duymalıyız. Ayrıca, olmadan oldurmaya çıkmamalı, başkalarından bir şey beklemek yerine öncü olmanın çabasına girmeliyiz. Üçüncü uyarı ise branşlaşma üzerine olup ilgimiz olan bir alanda yoğunlaşıp mevzu ve mesele sahibi olmalı, genel takılmanın ve toptancı olmanın rahatlığına sığınmamalıyız…

Anlama problemi hakkında, Hikemiyat eserinde işaretlenen şu hususları da vermekte fayda bulunmaktadır:

“Yapılan büyük yanlışlıklardan biri, sebebin neticeye, yay’ın ok’a yakın olduğu kadar yakın bulunduğunu düşünmemizdir… Bunun gibi, bir hikmet ve karşısında “dış-yüz anlayışları”, doğrunun yanlışta kullanılması, dış’a açıldıkça iç’e nüfuz şartını anlamama, fikir üretememe ve tabiî ki ifade dilini bulamama durumuna düşüyorlarsa, sebeplerden biri “kuru mantık” ve hâdiseye yanaşan şuurun muhteva yokluğudur.”(3)

Ölüm Odası eserlerini anlamakta zorluk çekme ve İbda eserlerini sathî olarak anlamanın sebeplerini yukarıdaki alıntıda görmemiz mümkündür. Kafa konforumuzu bozmaktan rahatsızlık değil, rahat duyduğumuz an, anlamaya da adım atmışız demektir. Şunu da unutmayalım ki şuur seviyemiz kadar müslümanız ve kendi oluşumuzu/şuurlanmamızı ancak kendimiz yerine getirebiliriz. Bu iş tıpkı sınava girip kendi kağıdımızı doldurmak veya doğmak-evlenmek-ölmek gibi şahsa sıkı sıkıya bağlı haklar gibidir. Yani kimse bizim için şuurlanamayacağı gibi kimse bizim için ölemez de!

Görüş: Halâ ne diye şeriattan kaçıyorsunuz? Görüş: Halâ ne diye şeriattan kaçıyorsunuz?

Birçok lugate nüfuz ettiği için çok dil bilen, birçok kültürün künhüne vâkıf olan, maddî ve mânevî âlemi tebellür eden kevn-i câmi bir kalemle karşı karşıyayız!.. İdrak seviyemize göre bu mevzuları tahlil edip misallerle göstereceğiz.

Dipnotlar:

1-Mirzabeyoğlu, Necip Fazıl’la Başbaşa, 2019, s.320.

2-Mirzabeyoğlu, Damlaya Damlaya, 1997, s. 169.

3-Mirzabeyoğlu, Hikemiyat, 2016, s. 143.

Aylık Baran Dergisi 13. Sayı Mart 2023

Yazının tamamı için